Aşkın muhasebesi tutulur mu?
Bu haftanın bölümünü izlerken nasıl bir başlık atacağıma bir türlü karar veremedim. Aklımda dönen kelimeleri bölümün sonuna doğru cümleye dönüştürmeyi düşünürken aranan başlık Mete’nin iki dudağından çıkıverdi. Aşkın muhasebesi tutulur mu? Tutulursa da adı aşk olur mu?



Sonda söyleyeceğimi baştan söyleyeceğim bu defa. Ayaz’ın bölüm boyunca gerek farkında olarak, gerekse dönen oyunların kurbanı olarak Öykü’yü işine ayırdığı zaman ve hayatı hakkında henüz almadığı kararlar dolayısıyla yargılaması; dahası bunu Öykü’ye söz hakkı vermeden yapması ve sonunda Öykü defterini kapattığını söyleyerek aşkını bu kadar kolay bir kenara koymasını bize izletilen Ayaz’ın aşkına yakıştıramadım.

Ayaz ve Mete’nin işlerini kurtarmak için hazırladıkları proje sunumunda Ayaz, doğru cümleleri ile proje ile ilgili kafalardaki eksik kalan soruları yanıtladığı ve başarılı olduğu gibi; aynı zamanda bize Ayaz’ın aşktan, Öykü’den ve hayattan neler beklediğini de gayet güzel anlattı aslında. Yaptığı konuşmanın içinde dikkatimi çeken bir kelime vardı; Vefa. Ayaz’ın bana göre Öykü’ye kırıldığı nokta buydu. Kendisi tüm zamanını Öykü’ye ayırırken, Öykü’nün O’nu hayatında aldığı ya da alacağı, geleceğini şekillendirecek o önemli kararına dâhil etmemesi! Ancak şu da var ki, Öykü henüz net bir karar almamıştı ve dahası Derin’in de plana dahil olduğundan haberi yoktu. Keşke bir de bunları Ayaz’a anlatabilseydi ama nerdeee dinleyen!



Ayaz’ın Öykü’ye yüklemeye çalıştığı, “işinden başka hiçbir şeyi gözü görmüyor” suçlamasını ise saçma buldum. Dahası tüm arkadaşları ve Ayaz, Öykü’yü bu konuma getirmek için canla başla çalışmışken, şimdi geldiği noktada destek olmak yerine kendilerine daha az zaman ayırdığı için eleştiriyorlar. Öykü bize haftalardır izletildiği üzere, kendini göstermek için yeni bir işe adım atan her insan kadar kariyerine vakit ayırıyor. Bu süre içinde hesapsızca Ayaz’ın zamanını çalmış olabilir ama buna izin veren de Ayaz’dı. Sevdiği insanın hayallerinin karşısına geçip “ben varken İtalya’ya gitmeyi düşündün mü?” demek de neyin nesi! Bunu daha önce de yazmıştım; önce kendisi için yaşamalı insan –ki sağlıklı bir ruh ile sevdiği ve onu sevenlere yol arkadaşı olabilsin. Hayallerinden vazgeçmiş, hele ki sevgisiyle tehdit edilerek vazgeçirilmiş bir insanın gün gelir iki eli yakanıza bir şekilde yapışır.

Kısacası Ayaz ve Öykü’nün arasında yaratılan bu çatışmayı sevmedim. Dönen oyunlar ile yaratılan yanlış anlaşmalar elbette olacak ama bu karşısındakine söz vermemek üzerine kurulunca çok hoşuma gittiğini söyleyemem.



Haftalarca nasıl bir oyun peşinde olduğunu anlamadığımız ama gizemli ortamlarda attığı sinsi bakışları ile içimizde sürekli bir şüphe oluşturan Derin’e son derece başarısız bir kaçırma operasyonu sonrasında güle güle dedik bu hafta (gerçekten dedik mi acaba? Yoksa geri gelir mi dersiniz?) Sayko olmanın gerektirdiği hemen hemen tüm özellikleri kendinde barındıran Derin’in tek eksiği kıvrak bir zekaydı bence. Zeki bir sayko kaçırdığı kızın izini daha sabahına buldurur mu be kardeşim? O andan itibaren televizyon tarihinin tüm saykoları yasa girdi.



Geçtiğimiz bölümün sonunda bir ay ormanda yalnız kalmış gibi perişan görünümü ile karşımıza çıkan Şeyma meğer sadece arabadan atlamış! Hâlbuki ben ceketinin sağ kolundaki yırtığın bir ayı saldırısı esnasında olduğunu düşünmüştüm :)  Hadi o bir yana; dudağının kenarındaki ve kaşındaki izlerin Derin’in tokat atması ya da bir şekilde hırpalaması nedeniyle olduğunu sanmıştım. Ancak şunu da söylemeliyim ki, Şeyma’ya yapılan makyaj ve genel görünümü on numara olmuştu, tartışmasız. Eleştirim geceden sabaha bu hale gelinemeyeceğinden. Ya da keşke gerçekten ne olduğunu görebilseydik. Belki ilerleyen bölümlerde.

Gördük ki, yaşadığı travma feleğin çemberinden defalarca geçmiş olan Şeyma’ya vız geldiği gibi, 10 kaplan gücü daha katmış. Seri şekilde yalan söyleyebilme kapasitesinde de en ufak bir hasar yok. Hoş, karşısındaki Mete olduğu için, ne söylerse zaten yutuluyor. Şeyma’yı asıl travmaya sokan ise Mete’nin iflas haberini verdiği an oldu. Bir düşünün, “ben seninle gecekonduda bile yaşarım” sözlerinin Şeyma’nın ağzından çıkabileceğine inanıyor musunuz?
 


Monika Sessa’nın ünlü kulüplere forma tasarladığını bilen yerli futbol kulübü yöneticileri kendileri de yeni bir tasarım istemek üzere Monika ve Öykü ile görüşmeye geldiler. Ne tesadüf ki, bu insanlar stadyum projesinde Ayaz ve Mete’ye iş verip hüsrana uğrayanlardı. Monika forma tasarımı talebini şirket içinde rekabete dönüştürüp Öykü ve Önem’i karşı karşıya getirince, Önem yine tırnaklarını çıkardı ve yenilmelere hala doyamamış olan yandaşlarını da çağırarak kendinden bekleneni yaptı. Artık akıllandığını gördüğümüz Öykü ise, Şeyma ve Olcay’a alenen bıraktığı yemi anında kapacaklarını bildiğinden son derece rahattı. Sonuç olarak illa ki Öykü’nün tasarımı beğenildi ama ah bu gözler tasarımlardaki o kalpleri görmez olaydı. Her yere kalp çizme yaşının sınırlanması gerek bence. Öykü, kalpli forma tasarımları ile iş dünyasının acımasız iş adamını pamuğa çevirdiği gibi, Ayaz ve Mete’nin stadyum projesini kurtarmak için de önemli bir adım attı.



Diğer tarafta ise Önem, Şeyma ve Olcay’a beceriksizliklerinin hesabını sorup, Öykü’yü oyundan tamamen çıkarmak için açık çek verdi; “çirkinlikte sınır tanımayın!” Şeyma için bu bulunmaz fırsat. Hiç zaman kaybetmeden Öykü’nün Ayaz’a ulaşma çabalarını ortadan kaldırdı, delilleri de şimdilik yok etti. Belli ki önümüzdeki günlerde ve haftalarda ikisinin arasını açmak için yoğun çaba sarf edecek. Ayaz’ın evinde kalmasının yaratacağı tüm olanakları sonuna kadar kullanacağından da eminiz, değil mi?



Monika’nın, Öykü’nün başarılarına karşı sergilediği cömert tutumun darısı tüm çalışanların başına. Her yeni başarıda bir adım daha ileri giden Monika, İtalya’da okul ve şirkette imza yetkisinden sonra odasını da Öykü’ye verip bir de özel şoför tahsis etti. Bütün bunları yaparken Monika Önem’in işyerine ince ince sızıyor mu ne?



Bölüm boyunca dev çabalayarak, işi gücü bırakıp tüm zamanlarını arkadaşlarını bir araya getirmek için plan kurarak geçiren Burcu, Emre, Sibel ve İlker için de bir alkış istiyorum. Dizideki görevleri sadece bu olmayıp yeni konularla bölümlere dahil olmalarını sabırla bekleyeceğim.
 
Bu hafta sizlere farklı bir yolla bölümden aklımda kalan diğer detayları aktarmak istedim.
İşte 22. bölüm “EN”lerim:
- En beğendiğim sahne: Öykü’nün karakolda annesine sarılıp ağladığı an
- En güldüğüm sahne: Polis araçlarının önüne traktör çıkması ve car car öten polis arabalarına rağmen traktörün kı.ını sallaya sallaya yoluna devam etmesi
- En güldüğüm ikinci sahne: Öykü’nün kalpli forma tasarımlarını gördüğüm saniyeler
- En “yok artık” dediğim sahne: Mete acaba yine Öykü’ye mi yazıyor dediğim ofis sahnesi
- En beğendiğim detay: Öykü’nün kırmızı ruju. Çok yakışmıştı.
- En romantik sahne: Mete’nin üzerinde bornozu ile gidip Ayaz’ı uyandırması :)
- En özensiz dekor: Öykü’nün İtalya-Milano’daki otel odasının camından görünen Duomo katedrali fotoğrafı ve otelde Öykü’nün tanıtıldığı dekordan yoksun, 2 yıldızlı otel toplantı odasında yapılmış gibi görünen organizasyon.
- En iyi Türk aksanı ile ingilizce konuşan İtalyan resepsiyonist: Öykü’yü İtalya’daki otel odasından arayan bayan

Sizlerden de "EN"lerinizi yoruma bekliyorum ;)

Bildiğiniz gibi, Kiraz Mevsiminin bu bölüm itibari ile senarist ekibi değişti. Engin Elgün’ün senaryosu ile Ferhat Ergün, Irmak Bahçeci ve Melisa Kesmez’den oluşan yeni ekibe kolaylıklar ve başarılar diliyorum.

Henüz izlemeyenler için 23.bölüm fragmanı:
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER