İyice
tarz değiştirerek bizi şekillerden şekillere sokan güzide dizimiz Poyraz
Karayel, bu bölüm de yer yer heyecanlandırıp yer yer hüzünlendirirken, ara sıra
bir Birol Güven dizisi izliyormuşuz hissi vererek güldürmeyi de es geçmedi.
(Songül’ün karaoke bar’da Gülben Ergen’den Konyalım’a yaptığı efsanevi geçiş?).
Geçen haftaki bölümü sezonun en güzel bölümü ilan etmiştim kendi içimde. Ethem
Özışık’ın ikinci sezon başından beri uğraşıp durduğu lakin bir türlü
başaramadığı Sinan’ın ölümü konusunda bir sonuca varacağımıza da emin gibiydim
bölüm boyunca. Nefis foreshadowing’lerle başlamıştık zira. Cennet tasviri,
bölüm hashtag’i filan derken fena halde zokaya gelmişim. Geçen hafta yorum
yazmaya vakit de bulamayınca bu bölüm hakkında daha uzun yazarım diyordum. Kilometreler
aşarak alelacele yetişip izlediğim yeni bölümse önceki haftadan kalma beklentilerimin
biraz altında kaldığından çok da abartmadan birkaç kelam edeceğim.
Öncelikle
efendim, Songül ve Sadrettin ilişkisinin kazandığı boyut nedeniyle pek mesudum.
Manyak çiftimizin, en azından Songül nezdinde, aşkla başladığını bildiğimiz
ilişkilerinin hiç düze çıktığına şahit olmadık bu zamana kadar desek yalan
olmaz sanırım. İlk sezonda otoparkta yangın tüpüyle adam öldüren Sadrettin’in
Songül’e tutunma çabaları, daha sonra Songül’ün hamileliği ve yine Sadrettin’in
Hasan Yağmur’u kendi çocuğu zannettiği zamanları saymazsak bu ikilinin
birbirlerini sevdiğine pek şahit olmuyoruz. Ama ne yalan söyleyeyim, yılların
alışkanlıklarının getirdiği şefkati izlemek de hoşuma gitti benim. Sünepe Fatih
okuluna dönsün.
Resmen bu iş için doğanlar yahut ‘Pezevenk sen misin?’
çıkışı.
Sinan’ın
kurtarılması, biz vurulduğunu zannederken yere düşmüş telefonla başlayan açılış
sekansı ve neden olduğunu anlamadığımız şekilde birden çarpıp kaçan araba
detayları, güzel girildiğini düşündüğüm konuyu hızlıca kapattırmış oldu. Geriye
yine karanlık tarafa geçmek üzere olan bir adet Poyraz, intikam ateşleri ve
bulunmaya çalışılan adamlar kaldı. Tabii bu sefer, öncekilerden farklı olarak,
mafya kızlığı konusundaki ihtisasında emin adımlarla ilerleyen Ayşegül’ün, “Sinan
kurtulsun da, o zaman bakarız kimi vuracağımıza.” benzeri beyanlarını dinledik.
Seviliyorsun, Ayşegülcüm Çilingir.
Tamamen
dalgaya ya da tamamen drama vurulmasından epey korktuğum hastane sahnelerinde,
Sinan’ın küçük bir çocuk olduğunun hatırlatılmasına gerçekten sevindim.
Neticede ilk sezonda sıklıkla ağlarken gördüğümüz Sinan’ın, böyle kaçırılma
vakalarında soğukkanlılığını nereye kadar koruyabileceği tartışma konusu. Bu
yüzden hıçkırıklara boğulma sahnesi yerindeydi. Doğal olarak korkmuş ama ağlama
cesaretini (yahut rahatlığını) ancak tehlike geçtiğinde gösterebilen bir çocuk
izledik. Aynı sahnede karakter analizine müsait başarılı bir başka detay da
Sinan’ın hıçkırıklarına dayanamayan Poyraz’ın ağlayabilmek için odayı terk
etmesiydi. Ayşegül odada kalabilecek ve Sinan’ı teselli edebilecek kadar
cesurken, Poyraz yine güçsüzlüğünü gözler önüne serdi. Hayata tutunmak
konusunda her an yeni tökezlemeler yaşayan kahramanımızın arkasında onu
kollayan bir Ayşegül olması fikrini çok seviyorum. Bence Poyraz Karayel’in hikâyesinin ana hatlarını da en başından beri bu
ayrıntı oluşturuyor. Yaralı protagonist ve iyileştirici (doktor) sevgili.
Wes Anderson filmi gibi frame be.
Eda
karakteri, henüz pek bir derinliği yokken de izlemesi keyifli bir karakterdi.
Kısa sürede kendisini tanıtmaya başladıktan sonra da izlemesi keyifli bir
karakter. Ne kadar nesnel bir görüş emin değilim fakat Poyraz ve Ayşegül gibi
esas karakterleri bir kenara bırakırsak, ilk sezondan beri bu kadar kısa sürede
detaylandırılan az sayıda karakter vardı. Belki Begüm, belki Songül, belki
biraz Zafer. Bir Sema’nın ya da bir Sefer’in hayat hikâyesini öğrenebilmek için
bile haftalarca bekliyorduk. Eda ise tek başına favori karakterlerimden olmanın
ötesine geçerek Savaş Biryol’a, evet tekrar ediyorum, biricik Zafer Biryol’un
kardeşi Savaş Biryol’a gönlünü kaptırmaya yeltenerek kalp atışlarımı
hızlandırdı. Sen muhteşem bir detaysın Edacım, ama Savaş da hiç fena değil. ^^
Bu
ilişki konusunda ne kadar ciddisiniz bilmiyorum sayın senaristler, fakat açık
söylemek gerekirse, ben Savaş’ın zaaflarını bu naiflikle izlemeye devam etmeye
can atıyorum. Savaş’ın parfüm hediye etme şekline, “Evi beğenmezsem seni
öldürürüm.” çıkışına, kızına ulaşması için ettiği yardım teklifine, bir de
tabii sahilde oturup içten içe derdini dökmesine bayıldım. Hiçbir oyuncak anne
sevgisinin yerini tutamaz nedir yahu? Psikopat katil Zafer’in işbirlikçi ve
kaçakçı kardeşi Savaş, tarafımdan ekstra samimi ve sempatik bulunuyor şu an. Bu
kötülüğü meşrulaştırmaya utanmıyor musunuz ya siz? Bayıldım senaryo işçiliğine,
hakikaten! Bu olası ilişkiye de kayıtsız kalamayacağım anlaşılan. ^^
Son
olarak, içinde yeni yıllara bile yalnız ve mutsuz giren karakterler barındıran Poyraz Karayel’in, önümüze herkesin
mutlu olduğu bir Sevgililer Günü koymasını biraz yadırgamış olsam da, bitmeyen
aksiyon hayatlarının içinde böyle anlara sahip olmalarına seviniyorum. Hep
elem, hep keder nereye kadar canım…
Hepinize
kalpli lahmacunlar tadında güzel bir hafta diliyorum.