Bir hevesle gidilen yollar, bir hevesle kurulan hayaller öyle bir yıkılır ki bazen aklını oynatırsın. Ne umutlarla büyütmüştü o hayallerini Zeliha. Hepsi koca bir hiçmiş. Başlarına gelen felaketi elleriyle inşa etmiş bir kadının feryatları inletti mahalleyi. Aile yıkılmış yıkılmasına da hayat herşeye rağmen devam ediyor. Kılıç ailesinin babası Hasan'ın intiharının ardından hepsi için geri dönülmez bir yola girmiş bulunuyorlar.
Annem sen benim yanıma kalansın.
Evin tahsilli oğlu Emir bu olaylardan sonra avukatlık mesleğine yönelmeye karar verdi. Kardeşi Yiğit'in öfkesi saatli bir bomba gibi tetikteyken onu toparlayan isim de yine Emir oldu pek tabii ki. İki kardeş birbirini iyi dengeliyor fakat aslında daha çok Emir dengeliyor şimdilik. Anne Zeliha'nın pişmanlığı bir çıldırış, bir duygu patlaması halinde kendini gösterdi. Oğullarıyla çaresizlik içinde kaldıkları bu koca şehirde başlarına daha kötü bir felaket gelemezdi herhalde. İstanbul maceralarında aldıkları yol hızlı olunca ilk pişmanlığın, ilk ''Neden geldim İstanbul'a'' serzenişinin bu kadar kısa bir sürede gerçekleşmesi sürpriz olmadı. Tabii bu denli acı olması onlar adına üzücü. Gözünün yemediği işe girme diye boşa dememişler. Etine buduna yarım aklına bakmadan büyük işlere girersen çakalların sofrasına meze olursun böyle. Gerçekten de sofralarına oturup yiyip içtikleri insanlardan yediler bu kazığı. İronik.
Bu manzaraya karşı rakı balık keyfi yapmak varken hayat bizi nelerle sınıyor böyle yiğido.
İki günlük komşularının da neden orada olduğuna anlam veremediğim cenazede çocuklar babalarının tabutunu taşırken adamcağazı toprağa götüren dolandırıcılığın sorumlusu Sadullah'ta vicdan kırıntısı yoktu. Bu demek oluyor ki ilerde Sadullah'ın başına ne gelirse ona haktır üzülmece yok. Emir babasını ölüme götüren kişiyi öğrendiğinde kardeşi Yiğit'e söylemekte imtina etmesi boşa değilmiş Yiğit silahı kaptığı gibi sonunu düşünmeden Sadullah'ın karşısında aldı soluğu. Neyse ki onun yerine düşünen bir kardeşi var ve polisleri çağırmakta da gecikmeyen bir kardeş.

Kötü gün dostu komşu.
Yiğit'in İstanbul'daki hızlı hayatında heyecan olsun, belki yürüttüklerimle bir iki kız da tavlayabilirim diye girdiği hırsızlık vukuatı başına iş açtı böylece. Mahpus hayatında 'büyük patron' Nihat'ın varlığını da öğrenen Yiğit, Sadullah'la bağlantısını ne zaman çözer bilemem ama Nihat''gözüne kestirdiği kesin. Namını iki duymaya gelmedi hemen ne eder, nasıl eder de yanına yanlarım diye düşünmelere başladı yiğido. Tatar Ramazan tokadıyla hapishanede estirdiği 'bela benim göbek adım' performansı Yiğit'in bu gözükara tavırlarıyla ancak böyle yükselebileceğinin ispatı. Emir ise aileyi toparlama, anneyi idare etme, kardeşinin haklarını o içerideyken gözetme gibi görevlerini yas içinde yapmaya çalışırken bir yandan da yıldırım aşkı Sibel'e ''Sen benim hayat kaynağımsın,'' gibi afilli cümleler kurabiliyor. Bu ikili arasında çok hızlı gelişen aşk biraz havada kalmış gibi görünüyor. Ne ara birbirlerine bu kadar tutuldular muallak ama Emir'in başına gelenlerin onları daha bir bağladığı gerçek.
Kaçırma kızım zengini, git kurtar kendini dercesine.
Sibel moda evinde bir müşterisinin taciz boyutlarında jestlerine ve hediyelerine mazhar olmakta aynı zamanda. Annesi dünden razı böyle bir yağlı kapıya tabii ki, Sibel bundan iğreniyor ve alkışları hakediyor. Sibel ve Emir iki bal dudak olarak çok tatlılar bence. Ne çektiyse Emir çekti sanki şu süreçte, her şey onun üstündeydi. Babasını mezara, kardeşini hapise, annesini hastaneye yolculayıp, oturduğu masada tek başına başına ağlaması içime oturdu. Bir dost eli olarak ona Sibel'in yarenlik etmesi güzeldi gerçekten. Zor anlarda bile yeşeren aşk özeldir, kıymetlidir. Umarım Yiğit buna limon sıkmaz. Zira Emir staj işi için uzaklara gitti ve gitmeden evvel etkin pişmanlık yasasından yararlanmasını sağladığı kardeşi de hapisten çıktı. Emir bilmese de Yiğit'in Sibel'e olan zaafı aralarını açabilir mi göreceğiz. Yiğit'teki bu uçanı kaçanı dürtme huyu baskın çıkarsa her şeyden korkmak lazım. Emir de niçin Sibel mevzusunu kardeşine açmadı orası enteresan.
Capo benim, yeterince katil bakışlar atabiliyor muyum?
Önce annemi hastanede ziyaret edeyim aradan çıksın, sonra alemlere akmaca.
Yiğit'in Sadullah'tan intikam almak için gözüne kestirdiği onun masum ve savunmasız kızı Kübra için daha
çok endişelendiğim de bir gerçek. Sibel ve Derya yaman kızlar ama Kübra o kadar kırılgan bir çiçek ki ona yapılacak en küçük bir incitici şey onu tuz buz edecekmiş gibi sanki. Yiğit adamın beş para etmez namus ve şeref değerleriyle kızı üzerinden oynamaya kalkarsa gerçekten Kübra adına çok vahim olacak. O kızı üzmeyi, gururuyla oynamayı, kalbini kırma ihtimallerini beyninden geçirdiğin her hücreye ayrı ayrı sövüyorum Yiğit. Ben sana öcünü alma demiyorum ama böyle de alınmaz be kardeşim.
Yiğit'in gözüne kestirdiği kuzu.
Bölümü kısaca yorumladıktan sonra şöyle genel bir yorum getirmem gerekirse eğer; Şeref Meselesi bana ilk iki bölüm içinde heyecan ve seyretme şevki veremedi. Kanal D gibi uzun süredir reyting getirilerinde yüksekleri hedefleyen ve bekleneni veremeyen yapımların gözünün yaşına bakmayan bir yayıncı kuruluş için Şeref Meselesi ilk bölümüyle istenen reyting performansına ulaşamadı desek yanlış olmaz. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyip reklamın gözünü çıkaran kanal yönetimine lafım yoktu, eğer "Öyle bir dizi getiriyoruz ki bu tanıtımlar az bile!" iddiasında haklı çıksaydılar. Vaadedilen potansiyeli orta nitelikli, janjanlı bir paket içersinde sunulan projeyi beklentilerin altında kalacak şekilde karşımda gördüğümde ise saklı tuttuğum eleştirme hakkımı sandıktan çıkarmakta beis görmüyorum. Ben Şeref Meselesi'nin dünyasına giremedim çünkü yeni bir şey sunmadığı gibi sıradan sayılabilecek bir senaryoyu yeterince iyi işleyerek farklı tatlarla aktaramadıklarını düşünüyorum.
Günümüzde anti-klişe çabaların bile bir yerde düpedüz klişeye bağlandığı, şaşırtmaca güdümlü senaryoların ironik bir şekilde tam tersine etki göstermeye meyilli olduğu televizyon çağındayız.
Basmakalıp ve öngürülebilir hikayeler sarmalı özellikle türk dizilerinin belkemiği unsurlarından olmayı ısrarla sürdürüyor. Şeref Meselesi de bu janra istinaden, uyarlandığı italyan dramadan yerel motiflerle izleyicisinin karşısına çıkan güçlü bir aile dramı. Ana hikayenin bağlanacağı 'iki aile' teması, yani kan bağı aile ve gangsta/karanlık aile ile kesişmeler; eserin devşirildiği kültürden Türk kültürüne adaptasyonunda heyecan verici ve merak unsuru yaratan geçişlerinden olabilir. Birinci bölümün açılış sahnesinde gördüğümüz sekansta ağza bir parmak bal çalınarak verilen geleceğe dair olaylar belki de hikayenin en cezbedici yönü. Bu bağlamda Yiğit'in gireceği yollar ve o yollarda alacağı virajlar önemli. Karakterin momentum ânları iyi işlenir ve ince ince örülürse üzerinden ölü toprak atılır ve daha iç açıcı hale gelir ona şüphe yok. İstenen reytinglere ulaşacağını düşünüyorum. Başarılı da olmasını temenni ediyorum ama her hafta yorumlamak için kendimde motivasyon bulmam zor çünkü yayın saatinde beni ekran karşısına çekebilecek kadar içine alamadı. İzlemek için can atmadığım bir işi yazmak istemem, benden bu kadar, Ranini Tv çatısı altında bunu layıkıyla yapacak harika yazarlar var. Yine de kısmen takip etmeden duramam bir süre; Yiğit'in yükselişi, aşk üçgenleri ve Kerem Bürsin faktörü ucundan kıyısından da olsa takip edilemeye değer. En az iki sezon izlenir diye tahmin ediyorum. Tüm ekibe kolay gelsin.