Neredesin ey talih, güldürmedin bir türlü..
29 Kasım 2014
Neredeyse bütün çocukluğum yalnız geçti. Sokağa çıkması yasaklanmış, yaşıtlarıyla değil kendinden misli misli büyüklere mecburcu olmuş bir çocuktum. Oyundan anladığım, okuduğum kitaplar ya da izlediğim filmlerden sevdiğim sahneleri tek seyircim olan anneanneme oynamaktı. En sevdiklerim de Avare filminde Raj'ın geldiği batakhanede dans eden kız ve köhne bir pavyonda şarkı söylerken ayrı düştüğü 'o' adamla yıllar sonra göz göze gelen şarkıcı rolüydü. Dans eden Hintli kız sahnesi çok gürültülü ve çok hareketli olduğu için anneannem pek sevmezdi. Camdan başımı uzatsam ateşlenir, günlerce hasta yatardım. Bu sebeple diğeri yani o ağlak aşk sahnesi, oyun listemin ilk sırasındaydı, daima.
Sahneye (koltuğa) çıkar, taşkın bir neş'e ve işveyle şarkını söylersin. Canlandırdığım film karakteri düşkün bir yıldız eskisiydi bu yüzden de çoğunlukla "Neredesin ey talih, güldürmedin bir türlü" söylerdim; 'yerinden', ne demekse... Sonra aniden ön masada oturan o adamla göz göze gelirsin. Kısa bir duraklama anı geçirirsin, şarkıyı yarım bırakır gibi olursun. Yaradana sığınır, devam edersin terennüme. Ancak gözyaşları da sel olur... Bu dramatik sahneyi hangi Türkan Şoray filminde görüp sevdiğimi şimdi hatırlamıyorum ama sahnenin sonu kaçarak biterdi. Final, o performansın zirvesiydi anlayacağın.. Sağ elimde saç fırçası, sol elimin tersini yanaklarımdan süzülen yaşlara tersinden siper eder, hıçkırıklar içinde koşar adım salondan çıkardım. Küçük odanın tül perdesi ve annemin ipekli eşarplarından yapılmış özenli sahne kostümüm uçuşur, alkışlar şelale olurdu, her seferinde.. Kan bağı torpili, boru değil... Yazının girişini uzatmayı, konuya yedi mahalleyi dolanarak varmayı ne kadar özlemişim. Neyse..
Demem o ki Urfalıyam Ezelden'in geçen bölüm finali sağlam uygulanmış bir klişeydi ve o sahneyi sırf çocukluk yıllarımı hatırlattığı için bile sevebilirdim. Sevdim. Klişe dedim diye hemen yüzünüzü ekşitmeyin. İyi planlanmış, tam yerine oturtulmuş klişelerden korkmamak gerekir. Kullanılan hikayelerin 'klişe' olduğunu söylemek de olumsuz bir eleştiri olarak görülmemeleridir. Çünkü klişe ötelenecek, küçümsenecek bir malzeme değildir. Tam da aksine zaten 'çok tutan hareket' demektir. Mesele klişelerin doğru yerde ve zamanda, zeka içeren bir beceriyle kullanılıp kullanılmadığıdır. Urfalıyam Ezelden yazar ekibi de Klişe Tanrısı'na papucunu tersten giydirmeye ahdetmiş gibiler... Ellerine sağlık. Net.
İlk günden beri hikaye ile neredeyse hiçbir sorunum olmadı sayılır. Hikâyenin ve yaratılan karakterlerin peşinen müşteri olduğumu söylemiştim. Çetin'in Cemal'e külahını ters giydiren küçük oyununu, mekanda kavga çıkmasını, kavganın nezarethanede
bitmesini, Memed'in gelip veletlerini toplamasını izlemek keyifliydi.
Zaten Bozoğlu Ailesi yedi sülalesiyle birlikte, eksiksiz kabulümdür. Memed ile Türkan arasında tesis edilen o incelikli ve retro ahbaplık (ki deli gibi kıskanıyorum o hikayeyi), birlikte türkü söylemeyi bir direniş, dayanışma ve hayatla başa çıkabilme biçimi olarak sunmak, Kadir-Kevser yakınlaşmasının sinyalleri çok güzel açılımlar. Özellikle Kadir-Kevser tesadüfüne bayıldım. Sahne son derece güzel planlanmıştı ve doğalında gelişti. Hikâyenin neşeli yanlarının çoğalması, organik şakalı diyaloglar, Tırşık da tam gönlüme göre... Selva'nın hızla evrilişi, hayattan beklentileri, Halil hiç kalbini çalmamış gibi sapkın bir tutkuyla Cemal'e yanlaması ve duvara sıkışmış kedi gibi tırnaklarını çıkarışı bu hikayeyi izleme keyfimi çoğaltan öğeler..
Bu anlamda oyunculuk performanslarıyla da ciddi bir sorunum yok. Zaman zaman yaptığım oyunculuk eleştirilerimi de 'hadsiz' bulanlara meseleye nasıl baktığımı bir kez daha açıklayayım: Eğer bir performansı izlerken hikayeden kopuyorsam, karakteri kaybediyorsam ve konsantrasyonum bozuluyorsa orada bir tuhaflık var demektir. Tıpkı Ceylan'da olduğu gibi. Her bölüm biraz daha uzaklaşıyorum Ceylan'dan.. Ömründe ilk kez oyunculuk yapmaya niyet etmiş üstelik ekran enerjisi hayli parlak, heves sahibi ve iyi niyetli birini yani Öykü Gürman'ı da 'olmuyor' diyerek eleştirecek değilim elbette. Çünkü sorunun kaynağı sadece Öykü Gürman'ın kabiliyetinin boyutu değil, bence. Hatırlıyorsanız, Urfalıyam Ezelden için İlk Bakış yazdığımda da bu konudaki fikrimi söylemiş, "Eğer Faruk Teber'e teslim olursa 10 bölüm sonra ekrana yapışır Ceylan izleriz" demiştim. Net olarak üçüncü bölümde başlayan ve sahne değişince karakterden çıkan, yüzünden 'Nee Kılıçdaroğlu istifa mı etti' ifadesi eksik olmayan bu karakter artık fena halde yorucu gelmeye başladı. Yorgunluğuma sebep olanlar da Öykü Gürman'dan çapaksız bir Ceylan çıkaramayanlardır. Kimse kusura bakmasın..
Urfalıyam Ezelden yorumlarken, "Martıyı netleyeceğine oyuncunun tepkisini vereydin iyiydi" gibi öznel tercih ve tepkilerimi de azaltmaya çalıştığımın umarım farkındasınızdır. Bana göre heba olan kimi anların ardından ağlaşmaya değil, elde olanın keyfini çıkarmaya odaklandım. Ama karakterde her bölüm biraz daha çoğalan, bence de 'yanlış oyun alma' zaafından doğan topallamaları yok saymanın adeta "kaşının üzerinde gözün var" diyerek eleştirdiğim diğer oyunculara haksızlık olacağını düşünüyorum.. İlk cümlemde de söylediğim gibi Öykü Gürman'ın plastik malzemesi, şarkıcılığı ve enerjisi ekrana çok yakışıyor. Aksini iddia eden olursa açıp Dada Dandinista'ya katılan kadını izlesin, aradaki farkı görsün. Özetle Öykü Gürman'ı, iki beden büyük biçilmiş elbiseyi giymesi için zorlayacağınıza, onun ölçülerine uygun bir elbise biçip giydirseniz mesele çok daha kolay aşılacakmış gibi geliyor. Aksi halde bana hava hoş, Ceylan'ın şarkı söylemediği ve Bozoğlu Ailesi'nden bağımsız olduğu sahneleri dinler, geçerim.
Bütün ekibin gönlüne bereket..
Böyle işte..
R.
Hamiş: Yazıya başlık bulmak için bu kadar zorlanmam kaç puan?