Uzay, dedikten sonra kahkaha atmayanınız var mı? Bence yok.
Ben adını andığım her an bir süre gülüyorum. Şahane bir
karakter ya şahane… Asla susamayışlarına, her işe burnunu sokuşlarına ama
kendince bir adalet kavramı oluşuna yine de bazı durumlarda kıyamayışlarına
hayranım.
İlk başlarda Uzay’a kesinlikle mesafeliydim, komikti evet ama
komikti o kadar. Sonra bir şekilde kalbime girmeyi başardı, şeytan tüylü züppe.
Alara’ya verdiği ayar ile de içimin yağlarını eritti dersem
abartmış olmam, oh be. Yere göğe sığdıramayanından da oldun Alara, sen ağla.
Ama tabii bu Alara’dan dönen yollar Aslı’ya bağlanmasın. Aslı
ve Uzay kardeş, kuzen, uzaktan akraba bile çıkabilir ama asla Uzay, Aslı’ya
aşık olamaz. Daha Ateş ile arkadaş, dost, kanka olacaklar.
Lütfen Aslı’ya aşık olma Uzay boşluğu, lütfen, lütfen…
Hiçbir koşulda, Gönenç’in en sinirli anlarında dahi katiyen
susmayan, susamayan Uzay’ı Faryalı’nın susturabilmesi de çok güzel bir detay
oldu. Gelecek bölümlerde Uzay elini işe atsın, orayı birlikte adam etsinler
istiyorum. Çok şey mi istiyorum?
Çünkü artık “Para yok.” yakarışını duymaktan yoruldum, çünkü
artık biraz da çıksınlar istiyorum, çünkü artık bata bata dibi gördüler daha
aşağısı yok.
Bilmem kaç bin kredi borcu çıktı bir de, üstelik sadece
Yıldız’ın kartı. Ne yapılacaksa yapılsın, otel mi, restoran mı ne işse artık
azıcık huzurlu günler görsün şu insanlar da. Gülmeye hasret kaldılar. Hele
Yıldız ağlaya ağlaya gözlerinin mavisi soldu.
Aranızda kaç ömürlük hasret var?
“Dünya yıkılsa yanımdasın, yanımda oldukça da dünya yıkılıyor.”
Oof be, oof!
Ah be Yıldız, başta sana kızdım, aşkından eser kalmamış
gözlerine baktıkça sinirlendim ama şunu dedin ya hani bir de koyup elini
yanağına gülümsedikçe gülümsedin ya Faryalı’ya o gece bahçede, işte o zaman
affettim.
Faryalı, en baştan beri hep doğru olanı yapmaya çalıştı, her
zaman kendisinden önce başkasını düşündü yine aynısı oldu. Yine dağ gibi, kale
gibi, sığınak gibi durdu Yıldız’ın ve ailesinin başında.
Su içeri girdiği an panikleyip utanması da yüzümde kocaman
bir gülümseme oluşturdu… Yıldız söz konusu olduğunda naifliği, inceliği ama
yine de o dilini tutamayışları...
Yıldız’ın Faryalı’nın yutkunuşundan anlaması… Hani bin yıl
geçse de geçmez ya bazı hisler, bazı insanlarla yıllarca görüşülmese de aynı
kalır ya aradaki bağ. Aşk olsun, dostluk olsun fark etmez. Bazı hisler eskimiz,
bazı insanlar hep birbirleriyle yan yana kalır milyon kilometre uzakta bile.
Faryalı ve Yıldız da o insanlardan, huzura erecekleri, bir aile olup kapılarını
dış dünyaya kapatacakları günü umut ile bekliyorum.
Araba mevzusuna gelirsek, diziyi basan mafyatik adamlardan
hoşlandım mı? Tabii ki hoşlanmadım. Ama kız çocuğu, erkek çocuğu konuşması
biraz kafamı karıştırdı, bagajdan da bir adet Ateş parçasının değimiyle ‘dandik’
Yusuf’un oğlu çıktı. Umarım komedi dozu yüksek bir duruma bağlanır, umarım
mafyadan kaçma draması çekmeyiz. Lütfen olmasın çünkü. Yusuf, belalı olmanın
yanı sıra biraz komedi kısmı yüksek bir karakter izlenimi bıraktı bende belki
de öyle umduğumdan bilemiyorum. Macera, kaçma/kovalama, adrenalin işlerine
tamamım ama ciddi anlamda silahlar, mafyalar, raconlar konuşacaksa dizinin
keyfi kaçar gibi. Bakalım umarım öyle olmaz.
Su ve Kelebek’ten bahsetmezsem, Kelebek’in özel okul parası
verdiği şebboyların hatırı kalır.
O ne sevimli bir kendini affettirmeydi öyle. Evet, yaptım ama
bir sor bakayım neden yaptım; konuşması
ilk kez bu denli işe yaradı. Su ikinci dakika da, “Çok mu ağladın?” kıvamına
gelip eridi de eridi, kıyamam.
Onların aşkının sevimliliği de ayrı güzel, bu bölüm Aslı ve
Ateş de Su ve Kelebek de tam ‘liseli’ aşıklardı gözümde. Tahtalara vuralım,
dağlara taşlara…
Gelecek bölümden ve haliyle 2017’den beklentim huzur,
mutluluk, sevgi, saygı…