‘Aşk’ üzere yazılmış bir diziyi yorumlarken söze aşk’tan
başlasam kızmazsınız değil mi? Cahit Zarifoğlu ile vuslata erememiş aşkı Zehra
Öğretmen’den bahsetsem misal. Bana da kızar mısınız senaristlere kızdığınız
gibi?
Sosyal medyada bazı yorumlara denk geldim. Cahit
Zarifoğlu-Zehra Hoca konusunun abartıldığı, hatta bu aşktan daha fazla bahsedip
Cahit Zarifoğlu’nun kıymetli eşinin incitilmemesi gerektiği yazıyordu. Cahit
Zarifoğlu için, eşi ve ailesi baş tacı, göz nuruydu eminim. Bu ayrı bir konu.
Burada ‘yedi güzel adam’ın hayatından uyarlanan bir hikaye var. İsmi geçen
şairlerin fırtınalı hayatları, şiirleri, gözyaşları var. Elbette Erdem Bayazıt’ın
da, Cahit Zarifoğlu’nun da hayatlarında iz bırakan mühim konulara değinilmesi normal
karşılanmalı. Bir insanın hayatının bir döneminde derin bir aşkla bağlandığı,
şimdi okumalara doyamadığımız bazı şiirlerin muhatabı bir insanı ‘yok saymak’
mümkün olabilir mi? Yaşanmışlıklar silinebilir mi hanımlar, beyler? Birini
sevmekten kastınız, günümüz aşkları gibi bugün var yarın yok cinsten bir durum
ise unutulması mümkündür elbette. Fakat Cahit Zarifoğlu’nu anlatırken Zehra’yı
bir kıyıya itmeyi teklif etmek ikisinin de aziz hatırasına koca bir balta
vurmaktır. Yapmayın!
Bazı şeyleri unutmak bir ‘el’iniz olduğunu aklınızdan
çıkarmaya benzer. Bir diğer anlamıyla bazı şeyleri unutmak ne mümkündür!
Yerken, içerken, yazarken, çizerken daima sizden bir parça olduğunu bildiğiniz
elinizi unutabilir misiniz? Asla. Ona benzer bu durum. Bazı insanlar,
vücudunuza yerleştirilmiş organlar gibi iliştirilirler hayatınıza. Kimi eliniz,
kimisi de alnınızda derin bir yara izi olup kalır bedeninizde. Bu nedenle Zehra
Hoca’yı Cahit Zarifoğlu’yla aynı karede görmekten korkmayınız sayın seyirciler.
Sonu vuslatla bitmemiş bir hikayenin başka hayatları seçmiş kahramanları
olsalar da, dünya döndükçe yan yana anılmaktan kurtulamayacak onlar. Çünkü her
aşkın nasibi başka başkadır. Cahit Hoca ve Zehra Hoca’nın nasibi de, vuslata
ermemiş olsalar da, onlarca yıl sonra milyonların şahitliğinde aynı hikayenin
iki kahramanı olmaktır. Birbirlerine ‘edep’ dairesi içinde incecik bakışlarına,
yaralarına, acılarına, sözlerini içlerine atışlarına ve nihayetinde ayrılacak
yollarına bir kez de biz tanıklık ediyoruz. Bunda ayıplanacak bir durum
olmadığı kanaatindeyim.
Bakmayın tebessüm ettiklerine, bu bir mümkünsüzlük resmidir.
Bölüme dönersek…
Zehra Hoca’nın ablasına dertlendiği sahnede
kaldı benim aklım. Bütün hikayeyi tek karede özetledi Zehra:
‘‘Tek kişilik sevgi buzdağını eritmeye
yetmiyor. Sevgin büyüdükçe içindeki acı da büyüyor. Bu aşka umudum yok artık.’’
Yeryüzünde anlamlandırmakta güçlük çektiğim
bir iki ‘ayrılık’ varsa biri de Zehra ile Cahit Hoca’nın ayrılığıdır. Bu yorumu
diziye göre yapıyorum elbette. Aralarında çıkan ufacık ama gerçekten çok ufacık
bir anlaşmazlık yüzünden nasıl bu hale geldiler merak içindeyim. Onların bu
ayrılık hallerini anlamsız bulan yalnız ben değilim. Erdem Hoca ve Süleyman
Hoca da her bölüm onlara bu konuya dair imalarda bulunuyor. Onlar da ortada ‘olmayacak
bir iş’ görmüyor muhtemelen. Ne yalan söyleyeyim ben de öyle. Birbirlerine
bunca sitemi, bunca kırgınlığı bir ufak ses yükseltme meselesi yüzünden
yapıyorlarsa çok yazık. Yok eğer bilmediğimiz bir sebep varsa ve bu zamanla
malumumuz olacaksa başımız gözümüz üstüne.
Zehra bu aşka‘tek kişilik’ diyor da benzi
solmuş Cahit Hoca’yı bu hale getiren nedir o zaman? Cahit Hoca aşık, aşikar. Fakat
içine atmaktan eriyip gitti adamcağız. Erdem Hoca çok uyardı onu. ‘Yapma Cahit,
bu işe bir isim ver, sevdiğine sahip çık’ diye diye o da tükendi, seyrederken
biz de tükendik. Cahit Hoca kimseyi hem dinlemiyor ve hem de Zehra Hoca’yı
kıskanmaktan geri kalmıyor. Perde arkasından gözetlemeler, sinirli bakış
atmalar falan… Sonra? Sonrası hiç. Hiçbir şey olmuyor sonra. Cahit Hoca yine
suskun, Zehra yine hem öfkeli, hem yorgun… Adnan da hep fırsatçı. Ve bu
sıfatının hakkını verebilmek için her dakika Zehra’nın peşinde.
Fakat dün öyle bir şey oldu ki… Cahit Hoca
hep böyle az ve ağır konuştuğu için mi sözleri böyle kıymetli, bilmiyorum.
Zehra’ya ‘‘senin sevinçlerini de, hüzünlerini de biriktiriyorum ben’’ derkenki
hali ok olup ciğerimize saplandı. Zehra’nın istediği bu değildi sanırım ki
arkasında bekleyen fırsatçı Adnan’ın sohbetine verdi kendini yüzünde güller
açarak. Cahit Hoca da perişan, başı önde geçip gitti yanlarından. Böyle böyle
kıyılıyor sevdalara demek. Konuşulamayarak, cesur olunamayarak, susup kaderine
küsülerek yok oluyor en naif aşklar. Geriye birbirinin sevincini ve hüznünü
biriktiren soluk benizli şair aşıklar kalıyor.
Efendim, bu hafta söze aşk ile girdik. İzin
verin bu ‘aşk’ ile bitirelim. Mazlum Dede’mizin vedası, cayır cayır yanan Maraş
Sokakları ve hoşgörüsü, misafirperverliğiyle kardeşlik dersi veren Bayazıt
Konağı sakinlerinin bahsi gelecek haftaki yazımızda dolu dolu yer bulsun.
Emek veren herkesin eline, gönlüne sağlık.