‘Vicdanının sesini dinle bak ne diyor, senin için bir can ölüyor’

Susun! Vicdanımın sesini dinliyorum.

Bu hafta da bu sezonki diğer bütün bölümlerdeki gibi, kalp ritimlerim çok stabil, elim arada telefonumda, sakin sakin Homeland’in yedinci bölümünü izlemeye başladım. Tam en lakayıt halimle diziyi izlerken, haflardır her alakasız olayı bile O’nun hatırasına bağladığım Brody ekranda peydah oluverdi. Resmen adamı sayıklaya sayıklaya geri çağırdım. Siz ister totem, ister karma deyin ama bu işte bir katkım var, kabul edelim. Her ne kadar bir takım Homeland izleyicisinin bu olayı komik bulduğunu bilsem de, bünyemde sevinç, heyecan dalgalarına neden oldu. Peki, ne oldu da Carrie zihninde Brody ile yüzleşti?
 
İşte o haplar

En son bölüm Carrie’yi hem Aayan’ın hem de Brody’nin vicdan yükünü taşımaktan yorgun düşmüşken bırakmıştık. Aslında Carrie vicdanının sesini o kadar çok susturuyordu ki yüzleştiği anlar çok kıymetli. Bipolar olduğu için mi iç sesi ile yüzleşemiyor yoksa iç sesi ile konuşamadığı için mi bipolar bilemem ama ikisinin birbiri ile alakası olduğu çok açık. Bu yüzden de Aayan’ın gözlerinin önünde alnın orta yerinden vurulması Carrie’nin ruh durumunu bir uçtan öbürüne savurunca, o da ilaçlarını almaya koştu. Ancak Carrie’nin kendi ilacı diye yuttuğu o hapın içinde Pakistan İstihbaratı'nca konmuş bir takım numaralar (!) saklıydı. İşte bu noktada, benim için yedinci bölüm, dördüncü sezon bölümleri arasından pozitif anlamda ayırıldı. Ne diyeyim Allah Pakistan İstihbaratı ve kötücül kalplerinden razı olsun, onlar sayesinde dinamik bir bölüm izledik. Carrie’nin iç dünyasına dalmadan önce Büyükelçilik'te ve Taliban dağlarında neler oldu, birazda onlardan bahsetmek istiyorum.
 
İnsan ortaya bir kuru pasta bir şey alır

Saul’un Haqqani’nin elinde rehin olduğu bilgisi ana vatana uçar uçmaz, CIA şefi Lockhart da “en iyi ben bilirim” cahilliğini alıp İslamabad’a uçtu. O’nun gelişi ile, -tıpkı Carrie’nin ruh durumu gibi- ABD Pakistan Büyükelçiliği de hayli şenlendi. Pakistan delegasyonu ile elçilikte yapılan toplantıda, kadın gibi kadın, Büyükelçi Martha Boyd’un yıllarca emek emek ördüğü iyi niyet bağlarını, gösteriş meraklısı Lockhart masa başında umarsızca kopardı attı. Tabi ki haza hanımefendi, elçi hanım bu terbiyesizlik karşısında istifa mektubunu döşemekte geç kalmadı. Ama tam bir sürüngen tipi dizi karakteri olan Martha’nın kocası Dennis, küçük aklı ile onu manipüle ederek engellemeye çalıştı. Tabii ki bir şekilde Martha, Pakistan’ı terk etmeyecek ama bunun sümsük kocası sayesinde olacağına hiç inanmıyorum.
 
Zavallı Saul’cuğumun düştüğü şu hallere bak :(

Elçilikteki CIA istasyonunun bol ekranlı odasında da gözler Haqqani ve Saul’un üstündeydi. Yanında güvenlik kalkanı gibi taşıdığı Saul sayesinde Haqqani yıllardan sonra ilk defa evine döndü, gündüz gözüyle, özgürce çocukları ve karısı ile kucaklaştı. Hatta karısı ile o kadar özgürce kucaklaştı ki Saul ufak bir travma yaşadı. Ama Saul’un çektiği bu çile seyirci açısından bakınca her şeye değerdi. Çünkü Haqqani – Saul’un ülke politikalarını konuştukları anlar, çekişmeli bir tenis maçı gibiydi. Saul kurtarılmadan önce umarım Haqqani ile buna benzer sahnelerini yeterince izleriz.
 
Carrie’nin bilinçaltındaki güvenlik görevlisi Quinn

Bu hafta öteki dünyadan gelip hikayemize konuk olan Brody nedeniyle, ‘Quinn Fan Club – Cool Adam’ köşemiz biraz malzemesiz kaldı. Ancak senaryoda kayadan kopan taş gibi yuvarlanarak üzerimize gelen Quinn – Carrie vuslatı için en büyük engel olan Carrie-Brody yüzleşmesi de aradan çıkmış oldu. Bu nedenle önümüzdeki haftadan itibaren Cool Adam köşemizin malzemesiz kalması gibi bir durum söz konusu dahi olmayacaktır. Quinn severler koltuklarınıza yaslanınız ve gelecek güzel günleri bekleyiniz.
 
Dışıııın, dışıııın…

Ve haftanın olayı Carrie’nin iç savaşına gelecek olursak, bu sahnelere bayılmış olduğumu geçmiş bölüm yorumlarımdan anlamanız hiç de güç değil. Carrie almış olduğu haplar yüzünden önce seslere duyarlı bir hale geldi sonra da Aayan’ın kız arkadaşını hastanede görmeye gittiğinde halisülasyonlar görmeye başladı. Carrie’yi önce güvenlik görevlisini Quinn olarak görürken sonra bir hücreden iyiden iyiyice delirirken bulduk. (Carrie’nin bilinçaltında Quinn’i güvenlik görevlisine benzettiği çıkarımını yapabiliriz buradan.) Hücreden, kollarından sürüklenerek perili köşk tadında bir eve atıldı. Tam bu esnada ben Carrie’nin deliliklerinden sıkılıp telefonumla oynamaya başlamışken Brody’nin çıkması ile yerimden sıçrayıp, telefonu ellimden fırlattım.

 

Carrie önce karşısındakinin hayal olduğunu anlayıp uyanmaya çalıştı ama karşısındaki o kadar sahiciydi ve kendisi inanmaya o kadar hazırdı ki reddetme süresi çok kısa oldu. Hatta öyle ki ben de Carrie gibi inanmak istediğimden içimin ufacık bir yeri, yine Carrie gibi yalandan inandı. Carrie kızımız önce çok mutlu oldu ama hemen ardından vicdan azapları içinde yükseldi ve taştı. Aayan’a anlattığı yarısı yalan hikâyeden sonra Carrie, bir kez daha Brody’nin ölümünden duyduğu vicdan azabını açığa çıkardı. Ancak Carrie tüm bu iç yüzleşmeleri Brody’nin hayali ile bile yapmıyordu. Karşısında konuştuğu sadece Brody görünümündeki Pakistan ajanıydı. Bu yüzden de Carrie’nin aldığı cevaplar Brody’den gibi değillerdi.
 
Hayaller ve gerçekler

Halbuki benim kafamdaki senaryoda Carrie ve Brody uzun bir yüzleşme falan yaşıyordu ama maalesef ki hayaller ve gerçekler bir olmuyor. Bunu Carrie de ben de anladık bu bölüm. (Carrie henüz anlamadı da anlayacak elbette.) Hayır, bir de gerçekler kısmında ben şuna takıldım; Carrie, Brody niyetine elin adamını mı şap şup öptü? Peki, o Pakistan ajanı Carrie’nin hayal gördüğünü en başından anlayıp ona göre mi oynadı? Yoksa “manyak kadın bana yazılıyor” mu dedi? İşte kafamda bu sorular ile bir bölümü bitirirken Carrie’nin az delirip çok psikolojik savaş yaşadığı günler temenni ediyorum.
Huzurlarınızdan ayrılmadan evvel, son olarak Carrie’ye Müslüm Baba’dan şunu dinlemesini ve kendine gelmesini tavsiye ediyorum.


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER