Geçen hafta Alev’in ihaneti duyurması sonrası, yüzlerinde şaşkınlıkla bıraktığımız Üstün
Ailesi’nin üyeleri, bu hafta yine şaşkınlıktan şaşkınlığa sürüklendiler,
kendilerininkiyle yarışacak bir şaşkınlığı da bize bırakıp gittiler, daha
doğrusu tamamen Saadet yaptı bu işi… Çok beğendiğimi söyleyebileceğim o finale
gelmeden önce, bu bölüm neler oldu bir bakalım.
Alev denen o kadının (bu kısım Saadet tonlamasıyla
okunabilir) aldatmayı ifşası sonrası, Servet donakalırken, ailenin diğer üyeleri
hemen hesap sormaya Yılmaz’a gittiler. Şoktan çıkan Servet’in ilk işi Bedir’e
“Yılmaz’ı ara da bir rezalet çıkmasın” demek oldu. Sen nasıl bir kadınsın
gerçekten, Servet? “Aman kötü bir şey olmasın, keyifler kaçmasın” diye önlem
almaya o kadar alışmış ki, “orayı başına yıkın şerefsizin” demek yerine çıkacak
rezaleti düşünüyor. Diğer herkes ise ilk aklına geleni yapmaya alışmış tabi,
Servet nasıl olsa sizin arkanızı toplar. Yılmaz da soluğu Alev’in yanında aldı,
ki neredeyse bu soluk, aldığı son soluk olacaktı. Yılmaz’cım eğer iki kadını
karşı karşıya getiriyorsan, her şeyi göze alacaksın, yok öyle! Aldatılmış bir
kadın her şeyi yapar. Hikâyende, başka bir kadına tercih ettiğin bir kadın
varsa, bir gözün arkada yürüyeceksin. Çünkü bir kadına yapılabilecek en ağır şeyler
sıralamasında ihanet, ilk 5'in içindedir. Bir kadını nikâh masasında yalnız
bırakmak ve şiddet kullanmak da, o ilk 5 içindedir. Listeyi tamamlamak
istemiyorum, sebebini tahmin etmişsinizdir, bu 3 madde daha ilk 5 bölümde
kızların başına geldi. Şimdi diğerlerini zikredip de felaketleri çağırmayalım,
evrene iyi enerjiler gönderelim.
Bu adama da kızılmıyor ki canım!
Başında bekleyen Servet’in şefkat dolu sözlerinden
cesaret alan Yılmaz, Alev’in yanında geçirdiği ufak spazmı, kalp krizi diye Servet’e
yutturmayı başardı. Bu yalana uyması için hemşireyi de çok zorlanmadan ikna
etti. Hemşirenin durumunun ciddiyetini (!) anlatmasını ve Servet'in kendisini
eve almasını sağladı. Alev yine çomak sokmasaydı, işin tüm kaymağını yemek
üzereydi. Hatta bir kriz anında, Servet'i sakinleştirmeyi başararak, ona çocuk
bahsini açtıracak kadar güven verdi. İşte bu adamla münasebetimizin nefretten ibaret
olamayışının bütün sebebi bu, adamın içi iyi yaa! Mesela Servet ona "çocuğumuz
olsaydı beni yine aldatır mıydın" diye sorduğunda, ne kadar doğru bir
cevap verdi: "Bunun faturasını da kendine çıkarma" dedi. Ah Servet,
bütün yanlışları sen üstlen, herkesi sen affet, tamam mı! Kızlar onun kadar
affedici değildi tabi, vallahi Yılmaz karakterini Timuçin Esen bu kadar şeytan
tüylü hale getirmemiş olsaydı, ben de “şu kadarcık” sempati duymazdım ona… Zira
aldatma dediğin; bir anlık zayıflık, bir hata gibi tanımlamalarla hafife alınır
bir şey değildir, aldatmak aldatmaktır ve gönüllü, bilerek, istenerek yapılan
bir eylemdir. İnsan bir anlık hatalarında; bir şeye çarpar, ağzından yanlış bir
söz falan çıkar. Seninki hiç öyle değilmiş, Yılmaz’cım. Alev'den öğrendiğimize
göre bu iş öyle bir anlık da değil üstelik. Alev; iki değil üç değil dedi.
Evliyken de insan başkasını sevebilir, beklentilerini eşinde bulamayabilir, ama
bunları bir başkasında bulduğunu fark ettiğinde, boşanmak diye bir teknoloji
var Yılmaz'cım. Boşanırsın, sonra istersen o yılan Alev'e yine git! Tamam,
“kalbim bana küstü, kalbim durmak istedi” gibi cümlelerin çok tatlıydı, ama
karını geri istiyorsan, biraz daha sürün ve seni tam bir pişmanlık içinde
görelim lütfen. Çünkü sen, daha o "tam bir pişmanlık içinde olma"
kısmının, yanına bile yaklaşmış değilsin. Servet, senin bu kalp krizi yalanını
öğrenince seni evden atmış olabilir, ama sen de birkaç gün önce boğazına
sarıldığın kadına karşı yumuşamaya, ne kadar hazırmışsın ben canım! Alev
planladı, yazdı, yönetti yine, Servet’in gerçeği öğrenmesini sağladı, sonra da
Servet’in seni sokağa atacağını bildiği için, hemen arkadaşlarını iş yerine
topladı. Neymiş, kefeni yırttın partisi! Ah ah Yılmaz, ne yapacağız biz
seninle, üstelik Servet daha ona verdiğin parayı Alev’den aldığını bilmiyor
bile… Alev bu büyük kozu sonraya saklıyor tabi...
Şu kareyi şuraya bırakayım da gönlümüz şenlensin!
Bedir Sevda cephesi bu bölüm nispeten daha sakindi.
Bakışmalar ve atışmalarla ilerleyen samimiyetleri, aralarında saklanan bazı
şeyler nedeniyle, hep bir yerde tıkanıp kalıyor. Bedir’in aşiretli geçmişi,
Sevda’nın Tibet’li hikâyeleri, peşlerini bırakmıyor. Bedir’in hikâyesinin tam
ne olduğunu hala anlayamadık. Bir kan davasından mı, yoksa ailesinden mi
kaçıyor bilmiyoruz ama, şu silahlı adamları Gönül İşleri’nin ruhuna
hiç yakıştırmadığımı söylemeliyim. Ne gerek var ki, hikayenin aksiyon kısmını
Gönülçelen Asrın oluşturuyor zaten… Bedir tam Sevda'ya geçmişini anlatacaktı
ki, peşindeki adamları gördü, Sevda'nın yanına gidemedi. Sevda ise, tabi ki
Kılkuyruk Tibet ve annesinin marifetleriyle meşgul. Yalnız şu Bedir’in
peşindeki adamlar bile, Tibet’i görür görmez kılkuyruk teşhisini hemen
yapıştırdılar ya, çok keyiflendim. Neyse, Sevda bakalım Tibet’in annesiyle aşık
atacak kabiliyette mi, göreceğiz. Meydan okuma kısmında gayet başarılı çünkü.
Kadının okula geri dönmesini sağlama teklifi, Sevda’nın kafasını karıştırdı, ama
o intikam almayı tercih etti. Gerçi Tibet de “okula dönme işini ben
halledeceğim” dedi, hem de annesine rağmen, hem de o kılkuyruklukla, hadi bakalım,
meydan senin!
Asrın ve Saadet cephesine geçmeden önce Muzaffer
Amca, İsmail ve Yılmaz üçlüsünün muhabbetlerine bayıldığımı söyleyeyim. Bitirim
İsmail, geçen bölüm, hastane raporunun hamilelik testi, sonucunun da pozitif
olduğunu öğrenmiş, ama Muzaffer Amca'ya söylemeye fırsat bulamamıştı. Kendince,
babanın Muzaffer Amca olacağı sonucuna varmış. Bakalım o, bu bombayı ne zaman
patlatacak? Bu arada Muzaffer Amca’nın huysuzluklarına 5. Bölüm itibariyle
artık alıştığımı söyleyebilirim. Daha önce "bir sus be adam" diye
çıkışasım geliyordu, ama şimdi, o sızlanıp bir şey söylemezse sohbet eksik
kalıyor gibi hissediyorum. En çok da televizyon karşısında söylenmelerini
seviyorum, onunla bir sabah beraber Müge Anlı'yı izlemek isterim.
Bunu gör, gel de heyecan duyma!
Gelelim hikâyenin beni en çok heyecanlandıran kısmı
olan Saadet-Asrın cephesine... Servet-Yılmaz ikilisinin ilişkisi, nasıl ki
bizim hayatlarımızdan da izler taşıyıp, hatalarımızı yüzümüze vuruyorsa, Saadet
ve Asrın'ın durumları da o kadar masalsı... Ben Saadet'in gerçeküstü
derecesindeki saflığını çok seviyorum. Selma Ergeç, o kadar güzel bir Saadet
sahneliyor ki, karakterin karikatürizeliğine takılmıyor, keyfini çıkarıyorum.
Mesela; en eğlendiğim sahnelerden biri Saadet'in Asrın'ı sağlam hırpaladığı
sahneydi. Saadet Asrın'a sadece bir Yeşilçam tokadı çıkarmakla yetinseydi,
içimde kalırdı.
Sırayla gidersek Asrın, Saadet'in karşısına ilk kez dükkânın
mutfağında çıktı. Açılıştan kalan çilekli pastayı yiyerek, bir de geçmişine
gönderme yaptı. Saadet'cim, hayal olmadığını anladığı Asrın'ın kollarına tabi ki
bayılıverdi. Asrın'ın onu ayıltmaya çalışırken, bir öpücük almasını çok
beklediğimi de şuraya ekleyivereyim. 2 bayılma sonrası toparlanan Saadet, tüm
içtenliği ve çocuksuluğuyla Asrın'a bağırınmaya başladı. (Bu arada Fırat
Çelik'in alnındaki çiziğin, provalar sırasında oluşup oluşmadığını çok merak
ediyorum:)) Yap Saadet'cim yap, hakkındır! Bedir ve Sevda'nın dükkâna gelişiyle,
gizlice topuklamak zorunda kalan Asrın'ın arkasından, Saadet hala bağırıyordu.
Ne oluyor diye mutfağa dalan Bedir ve Sevda'ya "enişteme
söyleniyorum" demeyi akıl eden Saadet'in, kriz zamanlarında harika
cevaplar verdiğini artık rahatlıkla söyleyebiliriz, demek ki aklı o zaman
başına geliyor. Vallahi ben olsam Asrın'ı görmüş olmanın şaşkınlığıyla tüm
dünyayı, enişteyi falan unutur, Friends'deki Joey gibi "içeri bir rakun
girmişti" diye saçmalardım herhalde. Asrın ve Saadet karakterleri ne kadar
masalsıysa, yaşadıkları da aynen öyle.
Buluşma mekanının düğün salonu olması ironisi
İlk karşılaşmalarında yeterince konuşamayan Asrın,
ikinci kez buluşabilmek için, iş yerlerine telefon açtırıp, Saadet'i bir düğün
salonuna çekmeyi başardı. Normal şartlarda Saadet'in oraya tek başına gitmesi
pek akıl kârı değil elbet, ama dedim ya takılmıyorum. Bazı hikâyeler sizi mutlu
ediyorsa, zaman zaman gerçeklerden uzaklaşmasını kabul edin bence, o zaman
dünya daha güzel oluyor:)) Saadet'i düğün salonuna kilitleyen Asrın, onu
sevgisine inandırabilmek için elinden geleni yaptı. Tabi Saadet'in
tokatlamalarından fırsat kaldığında... İşinin kolay olmayacağını tabi ki
biliyordur Asrın da, kıza hadi benimle gel demeden önce, onu aşkına inandırması
ve kendisini affettirmesi gerektiğinin de farkında olmalıdır, değil mi, ah işte,
bunlar hep aşktan...
Bu hain gülümsemeyi Saadet'de de görebileceğimize kim inanırdı ki!
İkinci buluşmadan da hezimetle eli boş dönen Asrın,
numarasını neyse ki Saadet'in telefonuna kaydetmeyi başarmıştı da, Saadet'cim
harika bir intikam planı için onu arayabildi.
Nurella duysa bayılır: "Nikah masasında terkeden sevgiliden intikam almaya gidiyorum" konsepti
Onu içinde görmeyi, hiç tahmin edemeyeceğimiz
seksapellikte elbisesiyle Saadet, Asrın'a randevu verdiği yere, Komiser Kemal'i
de çağırmış. Asrın'ın kendisine doğru gittiğini düşünmesini sağladı ve son anda
bir manevrayla rotasını Komiser Kemal'e çevirdi. Asrın artık kendine yanacak
sebep beğensin. Saadet'in başka bir adamı tercih etmesine mi yansın, o adamın
polis olmasına mı yansın, yoksa Saadet'in bu kadar seksi olmasına mı...
Dedim ya Saadet, kriz anında aydınlanma yaşayan bir
tip. Gidip komisere onu ihbar etseydi, ya da Asrın'a ilk karşılaşmalarında o
bıçağı saplasaydı, bu kadar canını yakamazdı, çocuğun elini kolunu bağladı
resmen, aferin kız!
Bu haftanın mutluluk tablosu olan şu kareyi de buraya
bırakarak, giderim. Bakalım haftaya neler olacak!