Hülya haykırdı, onunla birlikte ben de haykırdım. Kerim
sustu, onunla birlikte ben de sustum. Bir Hülya’ya döndüm yüzümü, bir Kerim’e…
Hayatımızda irili ufaklı bir sürü dönüm noktası var. Bazen
bir taşa takılıp tökezliyoruz, bazen yıldızlara uzanmaya çalışıyoruz. Bazen
geceyi karşılıyoruz tüm öfkemizle, bazen de tüm şefkatimizle günü. Her şey
akıyor, yolunu buluyor; umut ise hep taze. Güneş saracak dört bir yanımızı
elbet… Aşkla dolacak her yanımız…
"Ben sıfırdan yarattım bizi... Şu kadarcık emeğin yok senin bize..." Ah be Hülya...
Hülya, “Sen hep bana hizmetçinmişim gibi davrandın!” diye haykırırken
haklıydı, tıpkı Kerim, Hülya’nın canını acıtmaya çalışırken haklı olduğu gibi. Doluya
koysam almıyor, boşa koysam dolmuyor misali herkes kendine göre haklı, herkes
yaralı bu hikayede. Kerim’in Aylin meselesindeki hiçbir tepkisine karşı
çıkmayacağımı her zaman söyledim. Fakat Hülya’ya “DNA testi yapsak annesi Filiz
çıkar.” dediği anda kalbime bir ok saplandı. Öyle bir acıdı ki içim, onlar
denizde öpüşürken de çamur banyosu içinde hesaplaşırken de acısı geçmedi. Bu noktadan
sonra Hülya’nın canını en çok Mehmet’le acıtabilirdi Kerim ama nereden
bilecekti o söz kendi kalbine de saplanacaktı.
Filiz’in açtığı dava sadece Hülya’yı değil Kerim’i de
incitecek. Belki de Kerim’e daha çok zarar verecek. Kerim, Filiz meselesini kestirip
atmamış olmanın pişmanlığını yaşarken bu pişmanlığı katlanarak artacak. Önce
Kerim’i, sonra Hülya’yı, sonra da hepimizi kavuracak. Güneş mi? Doğacak elbet.
Ama önce biraz gecenin sıkıntılarına göğüs germemiz gerek…
Ateş mi daha harlı, yoksa gönlünüzdeki aşk mı?
Hülya ve Kerim’in karşılaşması, yüzleşmesi, barışması hep
HülKer tadında değil miydi? Elbette sabaha kadar konuşup tartışan bir Hülya ve
Kerim’dense durup durup tartışmaya başlayan Hülya ve Kerim’i tercih ederim.
Kaçak kaçak bakışmalar, usul usul yaklaşmalar, göz kaçırmalar, sessiz gözyaşları,
haykırışlar, dokunuşlar… Sanki gökten bir el Hülya ve Kerim’in üzerine uzanmış,
tüm duyguları usulca serpiştiriyor kalplerinin üzerine. Sakin, telaşsız,
korkak…
Kolay mı sevdiğine sırtını dönmek?
Hülya ve Kerim’in birbirlerinden korkmasını da seviyorum,
bir anda zincir gibi saran korkularını kırmalarını da. Kırmaktan, kırılmaktan
korkuyorlar ama en çok da kaybetmekten korkuyorlar.
Hülya, kırılsa da güçlü kalanlardan. Hatta kırıldıkça daha
da güçlenenlerden. Kerim ise tam tersi. Çok kırılgan, hassas. Kerim’in
atlatması, geçmişe sünger çekmesi daha zor. Kerim’i biraz olsun tanıyorsak bir
süre daha bu meseleyi evirip çevirip aklından geçirecektir. Belki bu saatten
sonra dışarıya yansıtmaz ama aklını kurcalar durur yaşadıkları. Kurcalamasın
demiyorum, kurcalasın ama kendine de zarar vermesin daha fazla.
Seni çok seviyorum Kerim. Ama sen gönül almayı hiç bilmiyorsun, hiç...
Birkan Sokullu’nun Kerim yorumuna hayranım. Telaşsız, doğal,
sakin. Fakat bir bakışıyla öyle bir yerden vuruyor ki, içi sızlıyor insanın.
Sonra sessizce haykırıyor, kulaklarım çınlıyor. İçine akıtıyor gözyaşlarını,
gözlerim doluyor.
Çok ağladık be Hülya...
Burcu Biricik ise yükseldikçe yükseliyor. Hülya’yı sırtına
alıp dağ, tepe geziyor, sonra kalıyor olduğu yerde. Soluk soluğa, nefessiz.
Güçlü bir haykırıştan sonra sessiz bir gözyaşı akıtıyor içine doğru, kalbim
acıyor.
İkisi de gözlerimizin önünden öyle güzel geçiyorlar ki, her
anlarını göz pınarlarımızda biriktirdiğim yaşlarla izliyorum. Kimi zaman
mutluluktan, kimi zaman hüzünden akıyor gözümden yaşlar. Burcu Biricik’in de
Birkan Sokullu’nun da gönlüne sağlık; zıtlıklarıyla, benzerlikleriyle aşkın her
halini izliyoruz sayelerinde…
Yazı devam ediyor...