Dostlar, bir krala aşık oldum ben...

 “Neden gitti ya? Biz ona ne yaptık ki? Bizim hiç mi sevilecek yanımız yok.” diye yapılan haykırışları hatırlıyor musunuz?

 
Kimsesiz kalmak… Özellikle de hiç beklenmedik anda sizi en çok seven kişiler tarafından sırayla terk edilmek. Dayanağınız yok artık ve elinizden tutan.. Evet, kardeşleriniz var. Hatta anneanneniz. Ama onlar hiçbir zaman anne ya da babanın yerini tutmaz. İşte o zaman başlarsınız suçu kendinde aramaya... “Biz ona ne yaptık” demeye. Bununla da kalmayıp kendimizi sevilmeye layık bulmamaya.... Sonra yatakta gizlice ağlayarak bu gerçekle yüzleşmeye başlarsınız. Ve bir gün gelir “Hepimizin rolleri varmış hayatta. Hepimizin tek ortak noktası birinin evladı olmakmış. Hayatta hiç kimse sevmese seni mutlaka biri severmiş. Ben de annem gidince her insan olmaktan çıktım herhalde dedim, kimsenin evladı değilim.” demeye başlarsın. Yaralarının kabuk bağladığını sanırsın. Onlar yokmuş gibi davranırsınız çünkü yürümek zorundasındır. Ailen için yürümek özellikle de... Onların hayatına devam etmesi için acını gülen yüzünün arkasına yerleştirip, kalabalığın içerisinde kendini çok yalnız hissetsen de bunu hiç belli etmezsin. Maskeni takar dünyanın en mutlu, Polyanna ve yardımsever kızı rolünü oynarsın. Sonuçta herkesin acısını yaşama şekli farklıdır değil mi? Oysa ki o yaralar su yüzüne çıkmasa bile hep aynı yerde kanayıp durur Serdar’ın “Önce baba, sonra da anne terk etti bizi. Defne’nin sevgiyi karşılama konusunda problemleri var. Yani sen onu sevmeyivereceksin, bir rüzgar esecek kaçıp gideceksin... Korkması bundan ya da kendisini senin sevgine layık görmemesi ama normal bu anla. İçimize işlemiş terk edilmek.” sözleriyle dile getirdiği gibi...
 
Terk edilmek daha çok küçük yaşta işlemiş içine Defne’nin... Bırakalım yaşanan Kiralık Aşk oyununu falan bir kenara, daha o yoğun yokken bile hep korkmuş birini sevmeye bir gün o da terk edip gider diye aynen annesi ve babası gibi... Onların terk edilişleri Defne’nin kendi kişisel tarihindeki olaylardan biriydi onu o yapan. Üzerine bir de oyunun yükü eklendiği zaman Defne’nin bu korkusu daha da artmıştı. Böylesine kirli bir planın içerisinde olmayı kendine yakıştırmıyordu, bu nedenle de kendini Ömer’e layık görmüyordu. Ancak yine de tüm korkularına rağmen aşkını doyasıya yaşamış ve gideceğini bile bile Ömer’e oyuna dair gerçeği hiç beklenmedik bir zamanda açıklamıştı. Ve beklenen olmuştu! Ömer yüzlerce kişinin ortasında ‘evet’ dedikten hemen bir gün sonra Defne’sini terk etmişti. Defne korkularının yersiz olmadığını anlamıştı, üstelik bu sefer terk edenin arkasından “Biz ne yaptık ona?” diye bile sayıklamaya hakkı yoktu. Çünkü biliyordu karşısındakinin delice sevse bile terk etmek için çok geçerli bir nedeni olduğunu...


 
Ve işte o an Defne dejavu yaşamaya başlar. En büyük korkularından birini yaşamıştır yine: Terk edilmek. Üstelik belki de annesi ve babasından bile daha çok sevdiği biri tarafından terk edilmek. Arkasından “Neden gitti?” diye soru sormaya hakkı olmadığını bile bile yine kendini kapatır yatak odasına... Ancak bu sefer acısını gizlice yorganın altında ağlayarak değil aleni yaşar. Ailesi için her zaman fedakarlıkta bulunurken bu sefer elini ayağını çeker hayattan. O kadar kolay kalkamaz ayağa... Bir yıllık nadas sürecinin ardından ise içerisindeki savaşçı ruh eninde sonunda ortaya çıkar: “Olup biten ne varsa minicik bir kutuya koyup sakladım kalbimde. Evet, sığmadığı oldu bazen, zorlayıp acıttığı kalbimi. Ama her şeye rağmen atamadım, tuttum içimde. Unutamadım ya da unutmak istemedim. Bir şekilde hallettim. Sonunda yaşadıklarımla, yaptığım tercihlerle buradayım işte. Yataktan çıkıp gözyaşlarımı silip bir şekilde yeniden Defo olmayı başardım. En azından şimdilik.” Ama değişmiştir. O artık aynı Defne değildir. Çünkü bundan sonra hayatta hiçbir kimseyi sevmeyeceğini bilir, her sevdiği onu terk ettiğinden... Annesiyle babası terk ettiğinde acısını maskeler arkasına saklarken şimdi ise onu gizleme gereği duymaz. Bir zamanlar çalışmak onun için sadece geçim kaynağıyken şimdi hayatta her şeyi unutması için tek çaredir. İso’nun da “Çok çalışıyorsun, biraz dinlen. Demek ki öylesi lazım biraz dinlen. Hani iyileşmiştin sen, hani ‘her şeyim halloldu tamamım’ diyordun. Ne o düşünemeyecek kadar yor kendini, vur kafayı yat sonra... Sadece çalışıp uyuyorsun. Hayat bu değil, söyleyeyim ben sana... Yapma bunu kendine, sonra çıkar acısı.” sözleriyle dile getirdiği gibi... Üstelik bu sefer zamanında uğruna hayatının en büyük oyununa girmek zorunda kaldığı ağabeyiyle arkadaşını ortada bırakacak kadar farklı ideallere sahip biri olarak ayağa kalkıyor. İçinde bir yerde hala aynı Defne aslında. Pratik zekalı, sempatik sözleriyle insanları ikna etmeye çalışan, hafif arıza ve hala Ömer’in Defne’si... Tek eksiği ise bir daha hiçbir zaman kavuşamayacağına emin olduğu kalbinin diğer yarısı. Hem de “Bugünü de böyle bitirdik. Günler işte böyle böyle geçecek. İyi ki sen varsın. Şimdi senin büyümeni izleyeceğim. Büyüyüp kocaman bir adam oluşunu izleyeceğim. Sana hayat hakkında her şeyi anlatacağım, aşk da dahil. Hele sen bir büyü de... Bu hayatın başka bir numarası da kalmadı zaten.” diyecek kadar eksik. Belki de biraz kırgın. Her terk ettiğinde bir şekilde Manisa’ya geldiği gibi gururunu yenip dönen sevdiği bu sefer aradan bir yıl gibi uzun bir süre geçtiği halde dönmediği için... 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER