Ölmeden önce
izlemeniz gereken 10 dizi arasına koyduğum HBO dizisi Enlightened’da iki tane bölümü özellikle seçip öne çıkarmıştım.
Bunu yapmamın sebebi, süregelen hikayenin içerisinde bir karakteri alıp ona
adanan özel bölümleri çok sevmemdi. Başlarda çok ısınamadığım, sonra da
melankolisine kendimi kaptırmaktan kurtulamadığım güzelim HBO dizisi The Leftovers da ilk sezonunun beşinci
ve altıncı bölümlerinde benzer bir formül uyguladı. Dizinin kendisi hakkında
konuşmak için henüz erken olsa da, bahsi geçen bu bölümleri ölene kadar
takdirle anacağım ve daima favori listemde sayacağım kesin. Bu bölümlerden ilki
olan Gladys bu hafta Dizimax Sci-Fi
ekranlarında Türk seyircisiyle buluştu. Fırsattan istifade ben de bölüme bir
güzelleme yazayım istedim. Haftaya da Guest
bölümü için benzeri bir aşk mektubu kaleme alacağım.
Ben kanlı
sahnelerden çok etkilenen, midesi bulanan ya da izleyemeyen bir adam değilim.
Ancak bölümün başındaki taşlama sahnesi herhalde yıllardır beni en çok
etkileyen, izlemeyi kesip çıkıp hava almamı elzem kılacak kadar beni benden
alan tek sahne oldu. Tarikatın esas üyelerinden Gladys yine sivil
itaatsizliğine duman tüttürerek devam ederken bir grup tarafından kaçırılıp
ağaca bağlandı ve ortadan kaybolanların tüm acısı, kasabanın üzerine çöken sis
bulutunun tüm gerginliği ondan çıkabilecekmiş gibi ölünceye kadar taşlandı. Bu,
halkın tarikata karşı verdiği en sert tepkiydi. Ve hiç şüphesiz daha kötü
olayları habercisi olacaktı. Gözyaşlarımı akıtan sahne yerini bence TV
tarihinin en etkili jenerik tasarımı ve tema müziğine bırakırken ben ellerim ve
içim titreyerek hikayenin gerisine hazırlanıyordum. Sahne benim için bir
kırılma noktası olmuştu. The Leftovers’ın
garip hikayesini bu kadar özümsediğimin, karakterlerle bu denli empati
kurduğumun o ana kadar farkına varamamıştım.
Tarikat üyeleri
Gladys’in cesedini keşfettiğinde bu durum herkeste farklı sonuçlara yol
açacaktı. Bazıları içinde bulundukları durumun ve peşinde oldukları amacın ne
denli tehlikeli olduğunun bilincine varacak, bazıları ölümün tıpkı bir anda
ortadan kaybolmak gibi saçmasapan ve bir o kadar da geri dönülmez olduğunu
keşfedecek, kimisi ise bu yola baş koyarken zaten göze aldığı bir şeyin
gerçekleşmesi karşısında soğukkanlılığını koruyacaktı. Bugüne kadar ne kadar
büyük bir oyuncu olduğunu keşfedemediğim için hayıflandığım Ann Dowd’ın
gözleriyle destan yazdığı karakter Patti ise lideri olduğu insanlar için
korkacak, çareyi yıldızının bir türlü barışmadığı Kevin’a kulak vermekte
bulacaktı.
Laurie tarikatta
en yakın olduğu kişiyi kaybetmenin, Meg’in sonu gelmez cümlelerinin ve hiç
durmadan içtiği sigaraların etkisiyle panik atak geçirince zaten ortalarda
olmaması gereken Patti onu bir yolculuğa çıkarmaya karar verdi. Bu, ikisi için
de müthiş bir kaçış fırsatıydı. Değerlendirmesini bilene… Patti bu yolculuğu
konuşabileceği, içini dökebileceği ve aklındaki her şeyi söyleyebileceği bir
fırsat olarak görüyordu. Ancak Laurie’nin buna ikna edilebilmesi kolay
olmayacaktı. Yaklaşık sekiz aydır konuşmayan, ailesini bırakıp oraya gelecek
kadar kendinden vazgeçmiş, ne istediğine karar verme yükümlülüğünün altında
ezilmiş bir kadın olarak aniden bir günlük izne kavuşmak anlamlandırabileceği
bir şey değildi.
Neyse ki bu
yolculuk dışarıdan göründüğü gibi bir tatil değil, Patti’nin gerekli uyarıları
yapmak için kullandığı bir yöntemdi sadece. Bir yıl önce Gladys de aynı yolu
gelmiş, aynı restoranda oturmuş, tıpkı Laurie gibi tek bir kelime konuşmadan
Patti’yi dinlemişti. Kim bilir, belki de onun da gözlerinde Laurin’inkilerden
okuduğumuz yenilmişlik ve pes edip gitme arzusu vardı. Oğlunun öldüğünü
öğrenmişti ve arınmak için çok uğraştığı “duygu”lar bir bir ortaya çıkarak
tarikatın dengesini bozmaya başlamıştı. Gidenlerin ardından toplumu
bilinçlendirmeye çalışırken davadan şüphe duyan kalpte bir yangının olması
kabul edilemezdi. Çünkü içteki yangın ancak dışı kül ederdi ve başka da bir işe
yaramazdı. Tüm bunlar olmadan önce, Laurie Patti’nin psikoloğuyken ona bir
kağıt poşetin üstüne acısının kaynağını yazıp içine haykırmasını öğütlemişti
tahminimce. Patti şimdi, aradan o kadar zaman geçtikten sonra bunu tekrar
yapacaktı. Sonra da içine her ne koyduysa onu Neil’ın kapısının önüne
bırakacak, bu yükü ve şüpheyi sırtından atacaktı. Çünkü tarikatı ateşe
veremezdi. Yangını, tek başına olduğu bu yerde sönmeli, dumanı bile
kalmamalıydı. Bu yemek, Laurie için olduğu kadar Patti içindi de. Onun da
şüpheleri, onun da bıkkınlıkları vardı.
Tarikata kendini
vermeye yeniden ikna edilen Laurie içindeki acıyı akıtmak için başka bir yöntem
buldu. Görünüşe göre tüm iyi niyetiyle Gladys’in arkasından dualar okuyan rahip
Matt’e, Kevin’ın tehlike anında çalmaları için verdiği düdüğü olanca kuvvetiyle
öttürerek. Çığlık atamayan Laurie’nin yardımcısı olan ve gecenin sessizliğini
hiç acımadan bölen o düdük bağırmaya devam ettiği her saniye Laurie biraz daha
rahatlıyor ve saptığı yola geri dönüyordu. Patti mutlu, artık iyiden iyiye
tarikatın üyesi olan Meg umutluydu.
Gladys’in ölümü sadece
tarikatın içinde değil, kasabada da çeşitli kırılmalara yol açtı. Kevin’ın
teşkilatındaki polislerden birinin işgüzarlığının da katkısıyla işin içine
FBI’ın tarikat bürosunun girmesine de yol açtı. Kevin, üvey annesi valinin
fikrine katılıyordu. Bu olay kasabanın içerisinde çözülmeli, dışarıya çok
çaktırılmamalıydı. Ne kadar sessiz, o kadar etkisiz. Tıpkı yıllardır olduğu
gibi gıkı çıkmadan, tek bir iz bırakmadan, dumanı tütmeden kül olup giden,
fırındaki ateş içindeki ateşe karışan Gladys gibi.