Aşk Laftan Anlamaz: Gerçeği Gözden Kaçıran Yarim..
Babalar.. Babalarımız. Düşünüyorum, hayatta en büyük yaraları da, en güzel anıları da babalarımızdan almışız. Hele kız evladıysanız, gözlerine aşkla baktığınız bir babanız varsa işler biraz daha karışıyor. İşler çok karışıyor.

Senelerce sevgi beklemek nasıl bir hissiyattır demeyeceğim. Artık biliyorum. Artık seni tanıyorum İpek. Sen o'sun. Her şeye gönlünü siper eden, güçlü görünmeye çalıştıkça bir tekme daha yiyen hatunsun. Kız çocuğusun üstelik. Babanın gözlerinin içine ''beni de sev'' der gibi baktığını gördüm. Hissettim seni. İçine attıklarını da, isyan ettiklerini de, sevilmenin yarattığı yara izlerini de.. Ben seni yaşadım İpek. Öyle iki süslü cümle kurmak değil amacım. Senin içinde kalanların benim içime dert olması.

Çok sık rastlamıyor muyuz biz bu modellere? Yanılıyor muyum yoksa? ''Erkektir yapar, erkektir okumaz, erkektir olmuştur bir hata..'' Yoruldum. Kız çocuğu olmaktan değil. Kız çocuklarına yüklenen bu anlamsız yükten. Dizi konuşmayalım bu paragrafta. Gerçeği konuşalım. Hani şu ekranlara baktığımız gibi değil de, vitrinleri pas geçermiş gibi değil de, yaşıyor gibi. Okumuşsunuz, okurken çalışmışsınız. Yetmemiş ya hani bunlar. Çalışırken görmek istediğiniz sevgi birde kendi kanınızdan canınızdan birine iade edilmiş.

Ben susamıyorum ya. Gündelik hayatımı yaşarken de sıkça denk geldiğim bu durumu ekranda görmek titretti belki de beni. Evlat ayrımı, kız çocuklarının -kadınların- yükü ve daha nicesi. Nasıl görüyorsak öyle gidiyor emin olun. Hayata hangi pencereden bakarsak öyle zannediyoruz caddeleri, sokakları. Gerçek yüzümüze çarptığında kaybettiklerimiz oyuncak bebeklerimizin ayakkabılarından biri olmuyor ya, hadi neyse. Yeniden neyse. Bir defa daha neyse.



Bak Nejat babamız var bir de. Hani şu oğullarını kayıran değil de, sonradan hayata giren eşe ekstra "haklıdır" muamelesi çeken bir diğer tipik babamız. Ne oldu? Esti gürledi az biraz bu akşam. Güya anlatmak istediği oğullarından birinin değil ikisinin birden aynı suçu işlediği, cezalarını çekmeleri gerektiği. Kusura bakmayacaksınız aynı olan bir yaşantı göremiyorum. Ben, Murat'ı görüyorum. O ve maruz kaldığı muamele... O ve anne hasreti... O ve hayatını adadığı işi... O ve haksızlıklara karşı susamadığı vicdanı, öfkesi. Ben Doruk'u görüyorum. O ve para, o ve aile, o ve anne, o ve sıfır hayat tecrübesi. Kayırmak değil bu. Gerçekler. Nejat'tan ne beklerdim biliyor musunuz? "Benim oğlum kolay kolay kavga etmez. Neden etti, im için etti?" cümlelerinden herhangi birini kurmasını....

Yanlış duymadıysam kendisi de söyledi. Sadece şu kısmını; "Bunca zaman böyle bir şey yapmadılar" gibi gibi. Tam aklımda kalmadı özür dilerim. Yahu be adam madem bunca zamandır böyle bir şeyle karşılaşmadın nedenini sorgulasana bir oturup? Derya'yı haklı bulduğum nokta "ben oğlumun nezarethanede sabahlamasına izin veremem" kısmıdır şüphesiz. Bir anne bunları söylüyorsa ve bunun içine annesi vefat etmiş, kaybettiğin eşinin hatırası evladını katmıyorsa otur bir düşün. Ya da düşünme. Her düşüncen daha da kötüye gidiyor zaten. 



Derya demişken es geçmek olmaz şimdi. Ayrı dünyanın ayrı kafasını yaşıyor. O konuşurken Murat'a zoom yapılan kadrajda gördüğüm Murat Sarsılmaz bakışları zaten özetliyor durumu. Caps'lesem bu kadar çıkardı muhtemelen. Hemen seslendiriyorum. 

"Abi bu neyin kafası ya?"  

Tuval'im. Güne açan çiçekler gibisin. Dalga geçmiyorum. Son derece ciddiyim tam aksine. Şu zamana kadar -16 yaşında olsam da- ekranda gördüğüm başarılı, zeki ve zengin kadın iteminin dışına o kadar çok çıkıyor ki tapasım geliyor. Örneğin herkese ayrı çektiği yapma bir samimiyeti yok, haklı haksız ayıran tavrı, başarılı olmasına rağmen egosunu yalnızca karakterine yansıtışı ve öyle ne oldum delisi olmayan hal ve hareketleri yeterince açıklıyordur zaten durumu. Pek bir şey söylemeyeceğim. Tuval konuşur, biz dinleriz. Dinlemeye de çok devam ederiz bu gidişle.



Hande Erçel. Hayat sensin değil mi? Siz birsiniz değil mi?  Oynadıkça devleşen, devleştikçe oynayan bir Hande Erçel görüyorum artık. Şaşırmıyorum. Beklediğim, hayal ettiğim ne varsa ipekten bir kanat olup ruhuna katılıyor. Yazdıkça yazasım, anlattıkça anlatasım geliyor. Ansızın bir sahneyi durdurup dakikalarca baktım az evvel ekrana. Gözleri "sen sus meseleyi biliyorum" der gibiydi. Bilirim kapalı alan korkusunu. Sağolsun sıkça hatırlatır kendini bana. Olası bir atak halinde nasıl aklımı kaybettiğimi de bilirim. Bu kadar iyi yaşamak yaşattığını anlatmak yasaklanmalı. Yasaklansın istiyorum. Oyunculuk değildi bu. Başka bir şeydi. Ne olduğuna sonra karar veririz. Murat'ı yalnız bırakmak olmaz. 'Kirpik' bu akşam trendtopic olsaydı ciddiyim şaşırmayacaktım. O sahneler slowlaştırılıyor, araya müzik giriyor, hissiyatlar karışıyor ya hani unutmadan biraz da tutku. Yine mi güzelsiniz, yine mi çiçek. Öyle bakılmaz. Edebiyat bu kadar gerçekler her türlü esip geçecek nasıl olsa. Murat'ı tanıyorum. O son sahneye inanmayacağınızı da biliyorum merak etmeyin o mesele bende. 



Sen git o kadar sahneye kapıl, her dakikasında şok üstüne şok yaşa az biraz kanatlansın o ruhun en sonuna sarhoş kadın bilmediği yatakta uyanır, hiç bir şey hatırlamaz, geceler geceler diye kendini sorgular klişesini koy birde kötü kadından "ben hamileyim" repliğini çak. N'aber? Gelmedi bu sahneden bi haber merak ettik ne diyim. Oldu mu bu? Size soruyorum. Bence olmadı. Bir sonraki bölümü deli manyak bekleme hevesim uçup gitti bir anda. Sağlık olsun ne yapalım. Elimizdekilerle yetiniriz. Haftaya Hayat'ı şoklar içinde evden kaçarken görmezsem ya da bir kabustan uyanırken bulmazsam pek mesut olacağım. 



Yazana oynayana, alın terini emeğine karıştırana, kameramanından ışıkçısına herkese sonsuz teşekkürler. 
Haftaya görüşmek üzere..

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER