Geçen bölüm kararı verilen 3 kız kardeşin beraber kuracağı düğün organizasyon şirketinin sevinciyle başlayan Gönül İşleri’nin 3. Bölümü, tabi ki “türlü belalarla boğuşmadan, aydınlık günlere ulaşılmaz” temasıyla sürdü. “Sevincimiz kursağımızda kaldı” sözü, Üstün Ailesi için söylenmiş adeta, tam işler yoluna girecek derken, yine öyle bir şey oluyor ki dünya başlarına yıkılıyor. Ama her bölüm sonunda, sarılmalı gülüşmeli finaller Pazar akşamlarına çok yakışıyor. Yeşilçam’dan bir Neşeli Günler, bir aile filmi izliyorum tadı almaya başladım yavaş yavaş… Hikâyenin içinde bazen “yok artık polis evi basmaya geliyor, evin penceresini tutmuyor” gibi inanması güç detaylar olsa da, kızlar bizi kendilerine öyle inandırıyor, her birinde kendimizden o kadar çok şey buluyor ve anlattıkları kalbimizi öyle ısıtıyor ki, tüm abuk detayları yok saymaya gönüllü razı oluyoruz. 

Mesela Servet; her bölüm söze “ben sizin anneniz değilim” diyerek başlayıp, önce buna kendini inandırmaya çalışsa da, içindeki o kontrol delisi kadın her krizde hortlayıveriyor. Laf sokmaları, söylenmeleri bile anne edebiyatından… Sevda’nın “ben olsam o parayı 5’e katlardım” sözüne pat diye anne terliği kıvamında yapıştırdı mesela: Sen önce çıkardığın pantolonu katlamayı öğren! Servet, kendi ayakları üzerinde durup, ailesine kol kanat germeyi o kadar alışkanlık haline getirmiş ki, flashback’ler çocukluklarını bize göstermese de, gece kalkıp kardeşlerinin üstünü kontrol eden 15’lik Servet’i gözümüzde canlandırabiliyoruz. Aslında bu roldeki kadınlar, genellikle aşkın peşinden gitmek yerine, kendilerini ailelerine feda etmeyi tercih ederler, evlenmezler. Bu yüzden Yılmaz’la Servet’in hikâyesinin nasıl başladığını, Yılmaz’ın Servet’i evlenmeye nasıl ikna ettiğini, her bölüm daha çok merak ediyorum.
 

"Parayı verince, boşanmaktan vazgeçeceğimi mi sandın Yılmaz?"

Merak ettiğim bir diğer şeyse; Servet’in Yılmaz’a, neden hiç içinde ihanet geçen cümle kurmaması… Zira ortalama bir Türk kadını, niye sadece Türk kadını olsun ki, ortalama bir kadın, her fırsatta aldatan kocanın ihanetini yüzüne vurur. Ama Servet, Yılmaz’a “sen beni aldattın” bile demedi, oysa her türlü çemkiriş sonuna kadar hakkıdır. Servet, genelde “sen beni çok zor durumda bıraktın Yılmaz” diyor. Valla ben olsam ciyak ciyak bağırır “hem de benim arkadaşımla, ortağımla” diye adamı hayattan soğuturum yüreğimi soğutmak için… Servet’in durumu hakkında şimdilik tek teorim var; o da kötü şeyleri kendine bile itiraf edemeyip, yok sayma psikolojisi… Hatırlarsanız ilk bölümde, 12 yaşındaki Servet’i, kardeşlerini “annemizi bulmaya gidiyoruz” diye sokağa çıkarıp avuturken izlemiştik. O Servet, bir süre sonra döndüğü köşelerde karşısına annesinin çıkacağına kendi inanmıştı. Ay, bu sahneyi anlatırken benim kalbimin üstüne bile bir öküz oturdu. Ne fena durum!

Öküz demişken Tibet’ten bahsedelim biraz da…  Bölüm içinde kendisine kılkuyruk, anne kuzusu gibi türlü aşağılamalarda bulunulması beni çok keyiflendiriyor, favorim tabi ki; Tibet Öküzü. Söyleyin söyleyin, tüm kötü lafları sıralayın bu adama… Zira egosunun tamirini, bir kadına saldırmakla sağlamaya çalışan adam, her aşağılamayı sonuna kadar hak eder. Bunların hepsini aç susuz bir yere kapatmak lazım! Neyse, bölüme dönersek; Sevda’nın nasıl en yakın arkadaşı olduğunu bir türlü anlayamadığım Çisil, Tibet’e aracılık ederek Sevda’yla buluşmasını sağladı. Gerçi Çisil’in Sevda’yı “en sevdiğin kafede, ben ısmarlıyorum” cümlesi ile ikna etmesi, ilişkilerinin tarifini yapsa da, Çisil kendi çıkarı söz konusu olmadan, parmağını oynatacak kız değil. Herhalde Sevda’yı yanında tutmasının sebebi, Sevda sayesinde etrafında oluşan hayran erkek çemberinden bir halka da ben koparırım kafası.


Bizi bir araya getirmekte neden bu kadar geç kaldın ha!


Çisil’in teklifine karşı koyamayan Sevda, beraber ofis aramaya çıktığı Bedir’i de koluna takıp, kafeye geldiğinde Tibet’le karşılaştı. Kendi rahatsız yaşamından çıkış bileti olarak gördüğü Tibet, iki sözüyle tam onu ikna etmek üzereydi ki; Sevda, Yılmaz’dan gelen telefonla, okuldan atılma sebebinin Tibet’in annesi olduğunu öğrendi. Diyorum ben Yılmaz, bu kızlara gerçekten lazım! Sevda o pastayı Tibet’in suratına atmasaydı hatırım kalırdı, “liseli gibi pasta yaptırmışsın oğlum sen” diyerek attı hem de, demek ki bir mücevher alsa bir daha düşünebilirmiş Sevda, çok eğlendim! Yalnız Çisil’in söylediği kadar da var, kendinden başkasını düşünmeyen halleri bazen tavan yapıyor. Yeri geldiğinde Saadet’in aptallığını yüzüne vurmaktan hiç çekinmiyor, tamam komik oluyor ama Saadet’imin hassas çocuk kalbine kıyamam ya! Bedir’in dediği gibi; iyi mi kötü mü karar veremedik Sevda için… İçindeki bencil kız bazen uykuya dalıyor diyelim şimdilik.

Kafamı da şöyle hafif sağa eğince tam kötü kalpli zengin kayınvalide çizgisine ulaşıyorum!

Eşyaları arasına karışan belge sayesinde, Sevda’nın eline Lale Gündoğan’ı ezecek kocaman bir fırsat geçti, çekinmeden kullandı. Bu hamleyle Gündoğan Hukuk’taki gelin hisselerine elveda demiş olsa da, Bedri ve biz Sevda’nın iyi yanlarını gördük ya, oh dedik. Hele son hamlede kadından aldığı 100 bin lirayı, mağdur olan işçiye vererek gönlümüzü fethetti. Bedir’le aralarındaki ağızdan kaçırmalı, kızıp bağırmalı, göz süzmeli, elektiriklenmeli yakınlaşmaları izlemek de daha bir anlamlandı.
Gelelim Saadet’e… Kardeşleri tarafından dahil edildiği iş ortaklığında, kapı süsü muamelesi edilmesi, feci şekilde gururuna dokunan Saadet, sonunda işi kaptı. Tam 100 bin lira bankaya yatırılması için Saadet’e verildi. Yalnız minibüste paralardan bahseden Saadet mi saf, yoksa ona o kadar parayı emanet edenler mi daha saf, ne dersiniz? Ben seçimimi ikincisinden yana yapıyorum ve arttırıyorum, hiçbirinizde ekmeğe sürülecek akıl yok! Sevda yollarda telef olmasın diye, hem arabayı, hem Bedir’i yanına veren Servet’cim, neyin kafasını yaşıyorsun, Allah aşkına?  Peki sen ki çakal diye geçinen Sevda, gece vaktinde çay bahçesinde, yapayalnızken, Lale’den kopardığın paralara, çıkarıp çıkarıp niye bakıyorsun?

"Kokusu bile hep burnuma geliyor, bak yine geldi!"

Saadet’cim paraları kaptırdı, hayal sandığı Asrın ise sonuna kadar gerçekti, tabi ki! Denizleri aşıp da gelen, büyük vurgun yemiş kalp hırsızımız Asrın, kendi kalbini çalan Saadet’ini bölüm boyu takipteydi, acaba nasıl bir plan yapıyor?  Kendisinin Amerika’daki şubesi White Collar’dan Nail Caffrey’vari bir plan yapsa keşke de, tadından yenmese mesela! Sevgili Asrın, sana feyz alacağın yeri gösterdim bak, ayıq ol! Bölüm boyunca Saadet’in karşısına çıkma planları yaptı ama başaramadı Asrın. Artık kendisine hem düşman, hem rakip olan Komiser Kemal’den de haberdar, işinin çok zor olduğunun farkında olmalı herhalde. Allah vere de, gelecek bölüm, Saadet’ten paraları çalan o hırsızı, karakolda Asrın’ın robot resmini çizdirirken görmesek! Acemi hırsızdan çaldığı paraları kız kardeşlerin kapısına gizlice bırakıp, sonra da onların sevincini izleyen Asrın, hayal olmadığına Saadet’i inandırıncaya kadar, kimlere yakalanacak bakalım!
 
Servet’le Yılmaz’ı geçen bölüm en son boşanma hakkında konuşurken bırakmıştık. Servet’in ihtiyacı olan para için, Alev’e eyvallah eden Yılmaz da sitemlerimizin hedefi oldu. Yalnız benim anlayamadığım Yılmaz’cım, Servet’e yardım için yanıp tutuşuyordun, bir gaflete düştün, Alev’den o parayı aldın hadi, ama kadına ettiğin “ Servet’in haberi olursa, seni sonsuza dek silerim” lafı neydi öyle? Hayır, silmemiş miydin zaten sen onu? Şimdi biz “bak işte bir hatadır yaptı, hadi sen de affet, biraz odundur ama iyi adamdır Yılmaz, çocuğunu babasız bırakma” diye, boşuna mı gözünün içine bakıyoruz Servet’in? Ah, ah!

Dıt dırı dıtdıtdıtdııııııııııııtttttt, Dıt dırı dıtdıtdıtdııııııııııııtttttt(melodisiyle söyleyinece Neşeli Günler filminin müziği oluyor, deneyin bak.)

Asrın’ın kurtardığı paralarla, yıkılan hayallerini yeniden yeşerten ve babalarının da yumuşak yanlarını görüp sevgi pıtırcığına dönen kız kardeşler, başta da söylediğim gibi belaları atlatıp, bir kez daha bölüm sonu mutluluğuna ulaştılar. Belalar; yeni bölümde elbet ki devam edecek.   
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER