Sapanca’da en güzel ve en acı anların yaşandığı sahilde bırakmıştık, Pelin ve Sinan’ı bir hafta önce. Bu bölüm de Sapanca’daki krizle başladık hâliyle. Pelin’in sonunda oyunu öğreneceğini ve elbette çok kırılacağını da biliyorduk.
14. bölüm Pelin’in kırgınlığı, Sinan’ın kendini bağışlatma çabası ve sonunda bir havaalanı sahnesiyle biter diyordum aşağı yukarı da öyle oldu.
Bir önceki bölüme göre hayli düşük tempolu, âdeta olayların yavaşlatıldığı ve yan olaylarla ana hikâyenin biraz dağıtıldığı bir bölüm izledik ki geçen bölümün temposundan sonra bu normaldi.
Rüzgâr’ın kolayca yelkenleri suya indirmeyeceği de belliydi. Rüzgâr ve dede üzerinden yeni düğümler atılacaktı ve nitekim dedenin sonunda Meliha’ya gidip “Bizimkiler evlendi” demesiyle beklenen oldu.
Pelin ve kırgınlığına geçmeden Rüzgâr’da biraz duraklamak istiyorum izninizle.
“Rüzgâr bu, esip geçer.” dedik de sen hortuma bağladın, yakıp yıkıyorsun, be kızım!
Bugün okuduğum bir röportajda Büşra Develi, Rüzgâr için “Kötü bir karakter gibi algılandı ama değil. Umarım, zamanla seyirci Rüzgâr’ı sever ve kendince haklı sebepleri olduğunu görür.” diyordu. Yazıyı okuyunca kendi kendime “Acaba ben yanlış mı değerlendirdim, Rüzgâr’ı?” deyip bir kez daha düşünme ihtiyacı hissettim. Sinan’la yıllara dayalı bir dostluğu var, üstelik de en kritik noktada dâhil olmuş Sinan’ın hayatına bir anlamda onu uçurumdan çekip almış ve yeniden yaşama bağlamış. Ondan sonra gelişen “dostluk”ları malum. Şimdi bu noktada ilk itiraz yükseliyor benden. Dostluk varsa arada bir çekim yok demektir. Bu çekim başta oluşmadıysa sonradan ortaya çıkmaz. O hâlde Rüzgâr kızımız nasıl oldu da Sinan’a âşık oluverdi?
Diyelim ki Rüzgâr baştan beri âşıktı Sinan’a ama Sinan’ın Pelin’i unutmasını bekliyordu. O zaman da ikinci itirazım geliyor: Bir adama çok âşıksınız ve onun içindeki sevgiyi yok edip sizi fark etmesini bekliyorsunuz, bu durumda basıp dünyanın bir ucuna gitmez, hayatınızı yaşamaz Ceyda gibi “av”ınızı gözünüzün önünde tutarsınız.
Üçüncü şık başta âşık değildi şimdi aniden âşık oluverdi. Peki, niye? Bu sonucun sebebi yok ki ortada. Şimdi ne değişti de Rüzgâr büyük bir aşk yaşıyor? Döndüğünden beri bana kalırsa Sinan’la eski dostlukları dahi yok. Uzaklar birbirlerine. Bu durumda da ben Rüzgâr’ın aşkına inanamıyorum, üzgünüm; sevgili senaristler.
Dede’yi sevmesini ve onu kırmak istememesini anlıyorum ancak Rüzgâr yapısında bağımsız, kendi ayakları üzerinde duran bir bireye “Ayyy, dedemi üzmiyim, evlenmiş gibi yapıyimmmm!” tarzı bir basitliği yakıştıramıyorum. Hadi yaptı bir hata, dede giderek kontrolden çıkıyor ve zincirleme krizler yaratıyor; o zaman alır karşına bir biçimde durdurursun, olmadı başka hayatlara zarar vermemek adına durumu açıklarsın. Bu da yok!
Bu bölüm Sinan, gayet açık ve kesin bir tavırla” Dedenle konuş! Bu işi bitir!” dedi mi dedi. O zaman madem yüreğinde kötülük yok madem yanlış anlaşıldığına inanıyorsun sorunu en çabuğundan çözersin. Rüzgâr bütün bunları yapmadığı gibi yaşanan krizler karşısında istifini de bozmayıp “Pelin bunu anlamalı!” biçiminde kargaların bile güleceği bir argümanla çıkıyor karşımıza.
Ben, bütün iyi niyetimle yeniden değerlendirsem de sonuç değişmedi. Otur Rüzgâr, sıfır!
Burada oyunculuğa değil tamamıyla yazılan karaktere tepkim, yanlışlık olmasın! Daha önce de dile getirmiştim. Rüzgâr tiplemesinin altı çok boş… Simay’da dahi düzeltmeler yapılmasına rağmen niyeyse Rüzgâr’la ilgili bir revizyona gidilmedi. Yine söyleşiden çıkardığım Rüzgâr’ın yakın zamanda çekip gideceği de yok. Maalesef biz, onunla yaşamaya alışacağız sanırım. Ancak çenemi tutamıyorum ve söylemeden edemeyeceğim dizinin bir ayağını fena sakatlıyor bu karakterin zayıflığı ve aksamasına sebep oluyor.
Yazı devam ediyor..