Herkesin hayatı kendine
zordur. Ama şu bir gerçek ki Gelincik Yokuşu’ndakiler için bu ara her şey çok
zor. Herkes hayaller kurar, mutlu bir gelecek düşler fakat sıra bunları
gerçekleştirmeye geldiğinde işte o zaman aramızdaki farklar ortaya çıkar. Bu
yolu yürüyüş şeklimiz bizi birbirimizden ayırır. Nuran ve Efsun’un kurduğu
hayallere kimsenin sesi çıkmaz. Ama tercih ettikleri yol yol değil. Bu ilk
günden beri böyle. Önlerine ölümler, hüsranlar, kırık kalpler kata kata
ilerlemeye çalışsalar da, bu dağ gibi enkaz yüzünden bir arpa boyu yol
aldıkları söylenemez.
Efsun’un da bir çocuk
olduğunu hatırladığımız anlardan biri.
Onların da bunu ilk kez
idrak ettikleri bir bölüm izledik. Efsun, Necati ile ilgili gördüğü hayallerin
ardından sinir krizi geçirdi. Fakat hiç birimiz Efsun’u bu noktaya getiren asıl
sebebi tam anlayamadık. Bahar’a duyduğu kıskançlık mı, Necati’nin bitmek bilmeyen korkunç hayali mi, sakladıkları sırlar mı bilmiyoruz. Kontrolü bu denli kaybetmesine
ilk kez şahit oluyoruz. Bunu öyle güzel anlattılar ki Efsun için üzülürken
bulduk kendimizi. Efsun’un bir çocuk olduğunu ve ebeveynlerinin onu ne büyük
bir yalana dahil ettiklerini düşündük. Nuran ile konuşmasına “Ben artık
kaldıramıyorum anne. Hiç iyi değilim hiç” diye başladı ve refah için katlandıkları
bunca şeye rağmen, hiç de öyle olmadıklarını, hala Gelincik de olduklarını,
yaşıtları okullarda okurken onun cesetlerle, şantajlarla uğraştığını söyledi.
Haklıydı. Ne içindi bunca yaşananlar ve ne kadar yaklaşabilmişlerdi hayallerine? Böyle bir durumda Efsun’u
bir psikoloğa götürmek Mehmet Emir’in uzun zamandır verdiği en doğru karardı.
Efsun’un, başından geçenleri tüm açıklığı ile psikoloğa anlattığı sahneyi
izlerken, neler neler izlemişiz dedim. Cinayet, şantaj, hırsızlık, yalan. Of ki
of. Fakat gördük ki bu sahne hayalden ibaretmiş. Hayal de olsa izleyicinin
izlemekten memnun olduğu bir sahneydi. “İtiraf etti, oh polis tutuklar artık”
diyen de olmuştur, “Anlat da kurtulsun herkes” diyen de. Bu sahnenin aslında
gerçek olmadığının ipuçlarını senaristler verdi bize. Çünkü hiç bir psikolog,
hastasının anlattıklarını bu kadar ciddiyetsiz ve inanmayan tavırlarla
dinlemez.
Üniversite öğrencisi
dediğin böyle olur tabi!
Efsun otur, sıfır!
Psikologun önerilerini dikkate alan Mehmet Emir olayların seyrini
değiştirerecek bir karar aldı ve Efsun’u üniversiteye misafir
öğrenci olarak
yazdırdı. Hikayenin bu yöne akmasını biraz zorlama bulduğumu itiraf etmeliyim.
Bahar’la aralarında geçen bunca olaya rağmen Mehmet Emir’in Ateş’in de olduğu
bir okula Efsun’u yazdırması anlamlı gelmedi. Kızına iyi gelsin diye bulduğu yönteme
ters düştü bu yaptığıyla. Efsun da, "madem beni bu üniversiteye yazdırma kararı
aldınız o halde hemen benden beklenen davranışları sergileyeyim" der gibi hızla
harekete geçti.
İkisi de taze bahar
dalları gibi.
Efsun, Ateş ve Bahar ilişkisinin seyrini değiştirecek bir şey yaptı. Onur’la
Bahar'ı bir akşam yemeğinde biraraya
getirmek isteyen Tülay’ın planından haberdar oldu. Onur’la Bahar başbaşa yemek
yerken, Tülay’ın evinde Ateş’in onları görmesini sağladı. Ben bu gelişmeden
biraz memnunum. Çünkü Ateş ve Bahar’ın ilişkisi biraz kilitlendi. Af dileyen ve
bir türlü affedemeyen bir ikili olmaya başlamışlardı. Aralarındaki buzlar her
ne kadar erise de çözümsüzlüğe doğru gidiyorlardı. Bundan sonrası daha
heyecanlı olacak diye düşünüyorum. Bu dizide heyecan zaten hiç bitmiyor. Geçen
bölüm polisin kapıya “Cinayet” nedeniyle gelmesiyle nefesler tutulmuştu. Meğer polisin
gelme nedeni, Güleser’in kocası Osman’ın hapiste öldürülmesiymiş. Fakat Nuran,
Sakine ve İlyas o sırada bir kaç kez ölüp ölüp dirildiler muhtemelen.
Püskevitin pabucu dama
atıldı sanırım.
Efsun’u
Necati’den kurtarayım derken elini kana bulayan, ruhunu vicdan azabıyla
kavrulan Sakine, helvalar kavurursam iyileşirim kömürlüğü temizlersem aklanırım
sandı. Ahretliği Nuran ona iyi gelsin diye neler yapmadı ki. “Senin yüzün gülsün
diye sana pirzola aldım deyip “ Bir kahkaha bir porsiyon pirzolaya denktir”
lafına gönderme yaptı adeta. Yemeği yiyormuş gibi yapan oyunculara inat, pirzolayı
yiyişi çok iyiydi. Sakine’nin tam yüzü gülüyordu ki kapı çaldı. Gelen
Necati’ydi. Bu şekilde bir geliş, Necati’ye en uygun olanıydı. Böyle yazılmış
olmasını sevdim.
Anne sözü dinlemek lazım.
Bu bölümde bende merak
uyandıran bir karakter var ki o da Ayten Hanım. Gün görmüş ve zeki bir kadın.
Öngörüleri tespitleri yerli yerinde. Ama yine de beni rahatsız eden bir şeyler
var onda. Belki de yanılıyorum, göreceğiz. Şimdilik Fulya’ya tavsiyem annesinin
sözünü dinlemesi. Çünkü şu anki davranışları gerçekten evliliğine zarar
veriyor.
Asım’ın yüzü hiç mi
gülmeyecek?
Hülya ise evliliğini
ipten aldı. Hoş bu onun başarısından ziyade Asım’ın aldığı bir karar. Çünkü
Asım, annesinin ölümünden sonra çocuklarından ayrı kalmak istemediğinin farkına
vardığını söyledi. Şimdilik bir şeyler yolunda gibi gözükse de, Asım
yapılanları unutmayacağını bizzat söyledi. Ayrıca Hülya, Arda’nın iş ile ilgili
hırslarına bu kadar sahip çıkarsa Asım ile yine yolları ayrılacak o da ayrı.
Altın görünce Nuran böyle
oluyor.
Geçen hafta yazımı “Altınlar
nerede?” sorusuyla bitirmiştim. Zaten en çok Nuran ve ben merak ettik galiba
altınları. Hedeften asla sapmayan Nuran yine aklını kullanarak altının peşine
düştü. Doğru adreste fakat tesadüfen buldu altınları. Nuran’ın kıvrak zekasını
kabul edersek, onun olayları yoluna koyma konusundaki yeteneği bize abartılı
gelmez. Evet hızlı ve detaylı düşünüyor. Bence kesinlikle polisiye dizi izleyen
bir kadın. Delil bırakmama, ipucu değerlendirme konusunda on numara. Hemen
telaşlansa da çabuk toparlanıyor. Kömürlükteki kanları temizlemeye çalışan,
delirmenin sınırlarında dolaşan Sakine’yi “Hadi çay koy, püskevitle yiyelim” derken
bir psikologdu adeta. Nuran’da yetenek çok anlayacağınız! Haftaya Necati’yi
kapıda görüp de bayılmadığından emin olursam hanesine bir meziyet daha
yazacağım. Bekleyelim bakalım.