Benim olur mu?
"Senin olurum bende adın aşkla, kimde suskunluksun? / Gülün olurum tende yerin başka, sanki bir bozgunsun / Gönüldeki sızısın, dünyamda ayrılıksın, artık olamıyorum / Görmezden gelsem bir gün benim olur mu? /Başka dünyalar zor durulur mu? / Sevmekte hata nerde bulunur mu?/ Boş bir kağıda sar kurumuş gülleri... / Yoksaydı herkes bize dur diyemem ki/ arkanı dönüp ben hiç gidemem ki / yıpranmış sözler gibi sus olamam ki/ boş bir kağıda dök, sen çiz bizi..." *

Yasak meyvenin hikâyesini bilir misiniz? Eğer bilmiyorsanız, size biraz anlatmak istiyorum.

 “Erkeğe eşlik etmek üzere, onun gövdesinden bir kadın yaratılır; kadının bir yılan, erkeğinse kadın tarafından kışkırtılması sonucu ikisinin birden iyiliğin ve kötülüğün bilgisini taşıyan ağacın yasak meyvelerinden yemeleri ve Cennet'ten kovulmalarına sebep olmuştur. Bu yüzden yılan, karnı üstünde sürünmeye ve kadın soyundan gelenlere düşman olmaya, kadın doğum sırasında acı çekmeye ve kocasına boyun eğmeye, erkek ise yaşamını sürdürmek için çalışmaya, acı çekmeye ve ölmeye mahkûm edilir.”

İnsanoğlunun tarihsel deneyimi Âdem ile Havva'nın yasak meyveyi yemesi ve Cennet'ten kovulmasıyla başlar. Yüzyıllar boyunca da insanoğluna yasaklar hep cazip gelmiştir. İnsanoğlu bu nedenle her zaman olmayanı elde etmek istemiştir.

Nazım Hikmet Ran “Tahirle Zühre Meselesi”nde olmayanı, sevdanın yasaklardan geçmeyeceğini yıllar önce kâğıda dökmüş;  

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil, 

bütün iş Tahir’le Zühre olabilmekte 

yani yürekte. 

Seversin dünyayı doludizgin 

ama o bunun farkında değildir 

ayrılmak istemezsin dünyadan 

ama o senden ayrılacak 

yani sen elmayı seviyorsun diye 

elmanın da seni sevmesi şart mı? 

Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık 

yahut hiç sevmeseydi 

Tahir ne kaybederdi Tahir'liğinden? 

Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da 

hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. 


Ömer olmak da ayıp değildi, Gülru olmak da..

Gülru karşısındaki tüm olumsuzluklara rağmen aşkını daha fazla saklayamadı.  Yasaklar her insanoğluna olduğu gibi Gülru’ya da cazip geldi. Ve elma onu seviyor diye onun da elmayı sevmesi şarttı! 

Çok sabretti ve haklı olarak dayanamadı.

Türlü türlü oyunlar çevirerek boyun uzadı mı Mine?
Şaşkın ördek misali

Fark ettiyseniz geçen hafta ne Mert’in Mine’yi hırpalamasından, ne de tecavüz olayından bahsettim. Hayatım boyunca kabul etmeyeceğim bir şey varsa; o da şiddettir. Suçlu olup olmaması beni ilgilendirmez ama şiddet uygulama eğilimini asla kabul görmüyorum. Tecavüzü konu bile etmek istemiyorum. Her iki davranışı da insan hakkına saldırı olarak kabul ediyorum. Bir erkeği elde etmek için bu tarzda iftira atmak, Mine gibi karakterden mahrum kalmış kişilere aittir. Ne kadar bu davranışını hoş karşıla-masam da Gülru’nun aklını başına getirmesini sağladı. Olaylar savcılığa ve doktor raporuna kadar sirayet ettiğinde ise Mine doğruyu söylemek zorunda kaldı. Ama artık, Gülru için Mert tamamıyla bitti. Ne istediğini ve nasıl hareket edeceğini bilen, kararlı biri oldu. Hatta daha fazlasını yaparak Ömer Bey’in peşinden hava-limanına kadar gitti.

Alnından öpmek kaderim-sin demek miydi? :)

Sonunda Gülru ve Ömer vuslata erdi. O sahneleri izlerken kendimi garip bir durumda buldum. Tahmin ediyorum ki sizlerde benimle aynı tepkiyi verdiniz. Gülru ve Ömer’in bütün sahnelerini tuhaf bir tebessümle izledim. Bu nedenle bölümü ikinci, hatta bazı sahnelerin üç ve dördüncü tekrarını seyretmek zorunda kaldım. Böyle sahneleri görebilmek için on beş bölüm beklememiz gerekti. Geçen on dört bölümde ikisinin de aşkı birçok kez sınandı. Aşkları Gülfem, Mert, Cahide, Salih Efendi, Halide Hanım gibi engellere takıldı. Başta emin olamamışlardı. Sonra karşılarına hep bir hendek çıktı. Ne kadar tutsan da aşk elbet bir gün kendini ele veriyor. Onlarınki de verdi. Hepimizi mest etti.

Şimdi böyle kukumav kuşu gibi oturursunuz.

Hiçbir şey olmamış ve yaşanmamış gibi Yonca hala kovaladığı küçük balık peşinde dolanıyordu. Gülru’ya sürekli “Benim işi aradan çıkar.” deyip durdu. Ne desem ve ne yazsam boş kalıyor. Artık onun ruhu iflah olmaz. Baktı ki Gülru ve Ömer Bey’den fayda yok “O zaman hedefimi başka yöne çevireyim,” düşüncesiyle Gülfem ve Mert’i kışkırtmaya başladı. Kışkırtma kelimesini özellikle kullandım, çünkü sergilemiş olduğu davranış tam da bunu ifade ediyor.  Gülru’nun muhbirliğini yapmak için Gülfem’in ayaklarına kapanmadığı kaldı. Gülfem’de “İstemem, yan cebime koy.” misali başlarda kabul etmiyormuş gibi gözükse de Gülru’nun aleyhine casusluğunu yaptırmak için onay verdi. Sıra Mert’e geldi. Yonca için Mert, kolay bir av. Kişiliği gereği çok çabuk paryan karakterde olduğu için, birkaç akıl çelmesiyle o işi de istediği yola koydu. En son verdiği akılda Gülru’yu, Mine’yle kıskandırmak oldu. Gülru, kafasında Mert meselesini bitirmiş, kapatmış daha neyine uğraşıyorsun? İflah olmaz dediğimde tam olarak buydu.

Ah Gülfem'cim, dünyalar senin olsa da kardeşin için bir Gülru olamıyorsun.

Sercan Badur karakteri her gün biraz daha iyi canlandırıyor.

Cihan, Gülru’nun evlilik haberini duyduğundan beri tepki vermiyormuş. Doktoru ve Gülfem ne yapsa çare olmadı. Derken nikâhtan kaçıp, aşkının peşine düşen kızımız geldi de Cihan’ın tepki vermesini sağladı. Gülfem kardeşinin değerini ve sevgisini günden güne kendi içinde arttırmaya başladı. Aralarında abla – kardeşten öte anne – oğul ilişkini seziyorum. Gök gürültüsünden korkan Cihan’ı alıp koynunda uyutmasına bile şahit olduk.

Derin nefes al ve başla Gülru!

Ömer, New York’a gitmeden önce Gülfem’e okuması için mektup bırakmıştı, fakat Gülfem’in bu mektubu okumaya eli gitmedi. İçinde yazanları ne kadar merak etse de o zarfı açmaya cesareti yoktu. Gülru gelinliğiyle Gülfem’in karşısındaydı ve şimdiye kadar hiç olmadığı kararlı tutumunu gösterdi. “Anlaşmayı bozdum, istediğimi yaparım. Sizde para, ün olabilir ama aile bağları yok. Bizim sevgimiz, sizin paranızın kat ve kat üstündedir. Bu yüzden sizden üstünüz.” türündeki konuşması Gülru’nun aklının başına geldiğinin kanıtıdır. Gülru’nun sözlerine ben de bir şeyler eklemek istiyorum. Hayatımızda hayran olduğumuz kişi ve kurumlar vardır. Taparız, dünya onların etrafında döndüğünü düşünürüz, kendimizi unuturuz. Atladığımız şey ise onların hayatımızda kalıcı olmamasıdır. Hiçbiri bizden (sizlerden) üstün değildir. Yaptıkları iş popüler olduğu için onun etkisine kapılıp, hayaller kurarız. Belli bir zaman geçtikten sonra hüsrana uğrarız. Tabii ki de örnek alacağımız kişi ve kurumlar olacaktır. Zaten başarılı olabilmenin yolu bu değil midir?  Önceliğiniz “ben” odaklı olsun. Aksi takdirde acı çeken yine siz olursunuz. Buna en büyük örnek ise Gülru’dur.

Recep Efendi'ye gün doğdu, taze aşıkları basan ilk o oldu. 

Gülfem, hiç lise törenlerinde şiir okudu mu acaba?

Evinin en mutena köçesinde saklarsın artık?

Gülfem’in jüri başkanlığını yaptığı ve veliahdını belirleyeceği defile için Gülru da çizim yaptı. Tek bir amacı vardı. O podyuma çıkıp ödülünü Gülfem’in elinden almak. İstediğini başardı. Yapmış olduğu parça Gülfem’in huzuruna çıktı ve birinci oldu. Ödülünü Gülfem Sipahi’den teslim aldı. Hazır olun. Önümüzdeki bölüm Gülfem’in verdiği sözü yerine getirip, getirmeyeceğini öğreneceğiz. Belki Gülfem, Ömer’in mektubunu da açmış olur. Birde final sahnesinde Gülru’nun, Ömer’le ilişkisini öğrenen Mert vardı. Hepsini ve daha fazlasını on altıncı bölümde hep beraber izleyeceğiz. Başta Emre Kabakuşak ve ekibine, sonra da tüm oyunculara  (özellikle Barış Kılıç, Damla Sönmez’e) keyifli bir bölümü bize izlettirdikleri için teşekkür ederim. 

"And they lived happily ever after" demeyi isterdim ama daha göreceklerimiz var.

* Seslendirmesini Jehan Barbur'un, müziğini ise Mehmet Cem Tuncer'in yapmış olduğu Güllerin Savaşı'yla aynı ismi taşıyan şarkının sözleri (bu şarkı ilk defa on beşinci bölümde kullanıldı).

Mortis

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER