“Masum olan tek şey sensin.”
Bu savaş, her saniyesinde yeni bir olayı doğuruyor. Yazacak çok şey var, fakat nereden başlayacağımı bilmiyorum. Uzun süre boş sayfa bana, ben boş sayfaya baktım. Elim bir türlü klavyeye gitmedi. Olayları kafamda kurgulayamıyordum ki ne yazayım?  Zor da olsa güç bela yazmaya koyuldum. Ruh halimi sorgulayacak olursak; parçalı-bulutlu diyebilirim. Biraz öncede dediğim gibi montajlanan bütün sahneler kritikti, bu nedenle hepsine değinemeyeceğim. Atladığım sahnelerden dolayı beni bağışlayın. Zira yazmam daha da güçleşecekti.


Bu bölümde Mert’in öfkesini kontrol edememesi yüzünden süregelen olaylara şahit olduk. Mesude’nin de dediği gibi “Mert’tir, delikanlıdır dedik ama eli kanlı çıktı.” Bir anda gözünü bile kırpmadan Ömer’e bıçağı sapladı.  Sapladığı gibide kaçtı. Her halde suçunu kabul etmesini beklemiyordunuz? Orada bulunan ve bu talihsiz olaya tanık olanlara da bu durum şok etkisi yarattı. Düşünecek olursam Mert’in tepkilerine hazırlıklı gibiydim. Yani her türlü hesaplanmamış ve dengesizliklerle dolu tavırlarını ezberledim. İki kere iki dört eder. Sonuç hiçbir zaman değişmez ve Mert değişmeyecektir. Biliyorsunuz ki Gülru’yu kan tutuyor. Her kan tutan biri gibi o da bayıldı. Bir yanda Gülru’nun ailesinin çığlıkları, diğer tarafta Cihan’ın endişesi. Sanki bıçaklanan Ömer değil de Gülru! Bir ara Gülfem hangisine bakacağını şaşırdı. Akıllarına geldi de ölmeden yetiştirdiler aşk kurbanımızı.

Onca şeyi yap sonra, denize karşı isyan et.

Şu koridorda kim bilir daha kaç kere ağlayacaksın Mesude?

Her ailede kısa çöp vardır. Gülru’nun ailesinde de kısa çöpü çeken Yonca olmuş. Kardeşlerinin ve babasının aksine nefret, hırs ve daha iyi standartlarda yaşama sevdası gözünü kör etmiş, çılgına döndürmüştü. Çıktığı kabuğu hiçbir zaman benimsemedi. Yonca’nın, Taner’e çevirdiği dolap tam istediği gibi gitmeye başlamıştı ki Ömer’in bıçaklandığı haberini magazin muhabirlerinden aldılar. Fırsattan istifade Taner, anında olay mahalliğinden uzaklaştı. Yonca bu duruma tabii ki sessiz kalmayacaktı, kalmadı da (!) Hırsı yüzünden nedensiz yere Gülru’yu ve Ömer’i suçlamaya başladı. Hâlbuki her ikisi de Yonca’ya yardım etmek adına çırpınmıştı. İyilik yap, denize at demişler. Böylelerine ne iyilik yapacaksın, ne de denize atacaksın. Anlamazlar, kadir kıymet bilmezler. Dış gebeliğinin başına ne gibi dert açacağını on birinci bölümdeki yazımda dile getirmiştim. Nitekim de öyle oldu. Hatta ucuz atlattı. Cahide’ye her şeyi söylemiş ve tehdit yağmurlarını savurmuşken, sancısı tuttu ve acıdan yere yığıldı. Laboratuardaki görevli neden fenalaştığını anlayınca gerçekler de gün yüzüne çıkmış oldu. Herkese yalan söylediği anlaşıldı. İşte şimdi Yonca’ın gazabından korkmak gerekecek. Ameliyat sonrasın adeta pimi çekilmiş bomba gibiydi. Nereye sıçrayacağını, kime takacağını kestirmek güçtü.

Arkadaşlar küçük bir mutfak kazası, başka ne olabilir ki? 

Ah, Cahide'ciğim... Bir bilsen neler olduğunu ama sen düşünme, her şeyi el altından halledicem.

Gülru gözünü açar açmaz sorduğu tek şey Ömer Bey oldu. Babasının engellemesine rağmen kalbinin sesini dinledi ve büyük bir endişeyle hastaneye gitti. İlk defa başkaları ne der diye düşünmedi. O an için düşünmek istemedi de diyebiliriz. Tüm dileği Ömer’in iyi olduğunu görebilmekti. Ömer’i kaybetmekten korkmuştu. Endişesi bir bakıma bu nedendendi. “Beni kaybetmeyeceksin” sözünü aldıktan sonra içi rahatlamıştı. Ona gelirken papatya getirmişti. Dizinin başından bu yana izleyenler bilecektir ki Gülru ve Ömer’in ilk karşılaşmaları küçük papatya kazası ile gerçekleşmişti. Bu ayrıntı onlar için önemli. Yaşanan olaydan sonra her ikisi de Mert’le evlenmek istemeyeceğini iyi biliyordu. Ömer, kararının nasıl bu kadar çabuk değiştiğine şaşırmıştı ve sebebini Gülru’da arıyordu. Gülfem odaya balıklama atlamasaydı belki iyi olurdu, fakat o zamanda sahnenin gerilimi eksik kalırdı. Mert’in adını geçirmemek ortak karar(lar)ıymış. Acaba bu karardan Ömer’in haberi var mı Gülfem? Basın açıklaması yaptığında öğrendiğini bilmiyormuş gibi, Ömer’in yanında üstelemeye devam etmesi de kıskançlığının ayrı bir göstergesi. Gülru, Gülfem’in safa yatma numarasını artık yemiyor ve ne yazık ki Ömer’de yemiyor.

Papatya gibisin beyaz ve ince...

Salih Efendi “Namusum, haysiyetim, şerefim.” dedikçe kızları yüzünü daha çok eğdiriyor. Bir kez daha soruyorum namus ve şeref her şey midir? Bence değildir. Eski feodal yaşama baktığımız zaman at, avrat ve namus üçlüsü önem taşırmış. Günümüz modern dünyasına baktığımızda ise bunların yerini insana saygı almış. Tabii ki namusumuz ve şerefimiz önemlidir, fakat ben de modern dünyanın bir bireyi olarak önceliğimi insana saygıdan kullanmayı tercih ediyorum. –  Saygı, ilişkide olunan, iletişim kurulan varlık veya oluşumun hak, değer, inanç ve her türlü özelliğini göz önünde tutmak ve bunlara önyargısız yaklaşmayı içermektir. – Demem o ki sen, ne kadar saygı duyarsan özünde o kadar değer görür ve inancına sahip çıkarsın.

Siz seyredin şimdi olacakları!

Evladım, külliyen montaj! Sen montaj nedir bilir misin ha? İnanma böyle şeylere. O kız, seni elde etmek için yaptı bunları. (artık kim, kimi kandırıyorsa!)

Gülfem, Mine’nin çektiği videoyu izledikten sonra Gülru’yu iyice köşeye sıkıştırdı ve onu tercih yapma konusunda üstü kapalıda olsa tehdit etti. “Ya sen, ya da baban!” O durumda Gülru ne yapabilirdi ki? Kabul etmekten başka çaresi yoktu. Mert’le evlenmeyi mecburen yeniden kabul etti. İş şimdi, Mert’i ikna etmeye gelmişti. Merak etmeyin, Gülfem onu da halletti. İkna etme sahnesinde Gülfem ve Mert’in diyalogunu beğendiğimi söylemeden geçemeyeceğim. Özellikle Canan Ergüder’in mizahi yeteneğini jest ve mimikleriyle vurgulaması ortaya güzel bir sahne çıkarmıştı. Gülfem’in, Mert’e akıl vermesi boşuna değildi. Her şey Ömer’i, Gülru’ya kaptırmamak içindi. Mert de oltaya geldi. Gülfem bu defada öne geçmişti. Her şey tam istediği gibi oldu.

Gitmek var. Uzaklara, çok uzaklara...

Sakın söyleme! Söylersen, kendimi senden alamam.


Bu işte tamam. Ömer benimdir.

Nikâh dairesinden üç gün sonraya gün aldılar. Mert yemeden içmeden, bu evliliğin mimarı olan, Gülfem’i habersiz bırakmamayı ihmal etmedi. Nikâh günü geldiğinde ise Ömer’in ziyareti Gülru’yu derinden yaraladı. Her şeyi bırakalım nereye istersen gidelim teklifi, daha birbirine tam açılmamış iki âşık için fazlaydı. Gülru arkasında bırakacaklarını düşünerek, sevdiği adamla uzaklara gitmeye cesaret edemedi. Ömer aldığı ret cevabından sonra “aşkım yoksa ben de yokum” düşüncesiyle New York’a geri dönmeyi seçti. Ömer’in istifası ve gitme kararı bundan sonra iki Gül’ün hayatını nasıl etkilecek? Gülru, Mert’le evlenecek mi? Sorularımın cevabını önümüzdeki bölümde almayı umut ediyorum.

Nazlı Atalay adındaki takipçimiz, yazının içinde kullanmak için Güllerin Savaşı'na özel photoshop yapıp, mail ile göndermiş. Kendisine ince düşüncesinden dolayı teşekkür ederim. :)

Mortis

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER