Hayal kırıklıkları, kalp kırıkları, cam kırıkları, can kırıkları…
En yakanı nedir? Ya da hangisi daha hızlı iz bırakır?
Şebnem Ferah’ın 2005 yılında çıkarmış olduğu albümündeki parçalardan biriydi Can Kırıkları… Herkesin bir can kırığı vardır. Bu yazıyı can kırığı olanlara ithaf ediyorum.
Oyuncak değil bu. Takıldı mı ömür boyu çıkmaz. Mert, dangozluk yapmaya devam ederse – ki devam edecektir – yüzük parmakta kalmayacak.
Mert’in dik başlılığı ve karşısındaki insanı kâle almaması yüzünden yaşattıkları ve yaşatacakları son olmayacak. Fevri hareketleri insanı hayattan soğutmaya birebir. Dinleyeyim, ne olduğunu anlayayım diye çabalamıyor. Astığım astık, kestiğim kestik. Algıladığı gibi anlıyor. Haliyle tavırları ona göre cereyan ediyor. Sonra da insanların gözünün içine, Gülru hariç, utancından bakamıyor. Artık cahilliğine vermiyorum. Cahillik olarak addetmek diğer insani karakterlere haksızlık olacaktır. Kesinlikle ve ısrarla gözetim altında tutarak, psikolojik yardım alması gerekiyor. Bu konuda Remzi Efendi ve Salih Efendi'nin görüşlerine kati olarak destekliyorum. Bundan sonraki süreçlerde Gülru ile birlikte olmaları sağlıklı sonuçlar doğurmayacak.
Cihan’ın odasından dışarıya çıkması kısa süreli de olsa Gülfem’i mutlu ediyor. Olsun bu bile yeter, misali…
Mert gerçekleri öğrendiği gibi soluğu köşkte alıyor, fakat Halide Hanım engeline takılıyor. O sıra, Güfem’in balkondan bakacağı tutuyor ve asi beyimize – bizim bir sonraki sahnelerde öğreneceğimiz – hayatının fırsatını veriyor. Her canı yanan kadının yaptığı gibi Gülfem’in de eli armut toplamadı. Tabii ki Gülfem, zarif teklifini saf ve temiz duygularla ya da ihtiyacı olduğu için yapmadı. Küçümsediği ve (rakip olarak) hafif gördüğü “küçük kız”ın, ayağına sürekli takılan bir taşa dönüşmesini engellemek adına yaptı. Mert’i özel şoförü olarak işe alması – Mert ve Recep Efendi hariç – kimseyi mutlu etmedi. Yerli yersiz davranışları aleni bir şekilde kaldığı yerden devam ediyor. Mert’ten adam olmaz. Takım elbise giymekle hiç olmaz. 7'sinde ne ise 27'sinde de öyle olacak. Asistanla olan sahnelerine hiç değinmiyorum.
Kareye kilitlenip sahneyi kaçırdım. "Koş
Sevim koş!" repliğini dimağımıza
kazıtan Ayyaş Baykuş Cemil
karakterini canlandıran Uğurtan Sayıner’in kulakları çınlasın.
Torununun
70 bin $ değerinde kolye aldığını öğrenen Cahide Hanım, soluğunu almadan
kuyumcuya gitti. Haklı. Ben de olsam giderdim. Hatta ışınlanmıştım bile! Ancak
Cahide Hanım bir şeyi atlıyor. Mebrure’ye olan tepkileri ve aşağılamaları ne
kadar artarsa Taner’in geri dönüşümleri bir o kadar ses getirmeye başladı. Taner, böyle bir babaanneye az bile yapıyor. Yonca
fırsatını buldu bir kere. Ayağına geleni hiç teper mi? Dile kolay 70 bin $.
Bu ikiliye iyi bakın. Çetin'lerin başına dert açacaklar. Olan yine
Gülru’ya olacak.
Gülfem,
müzayede de Ömer’in 75 bin liralık ince davranışına karşı teşekkürünü iletiyor.
Basına malzemesini verdi, demek daha doğru olacaktır. Ömer hariç, Cahide Hanım
gibi birçok kişi bu yakınlaşmadan hoşnut oldu. Geçen gecenin yankısı böylelikle
kapandı. Gazetelerin magazin ve sosyete haber sayfalarında boy göstermeye
başladı. Ömer’in Gülru ile ilgili övgü dolu sözleri Gülfem’in kıskançlık
ateşini körükledi. Gardını alacağı bir rakibi vardı artık. Hem de hizmetçisi!
Gülfem yaptığı teşekkürün gururu ile magazin muhabirlerine poz verirken Ömer, "Nereye düştüm böyle?" edasında. - Her ne kadar kazandığını zannetse de Gülfem
için oyun yeni başlıyor. -
Hayal
kırıklığı, geçici bir duygudur. Kendi kontrolümüzün dışında gelişen bir sonucun
göstergesidir. "Çok seven kalp, çok kırılır," derler. Beklentilerimizin
yoğunluğundan dolayı kalbimiz kırılırmış. Beklentilerimizi en üst seviye
tutmamızı sağlayan ne ki? Neden farkında olmadan beklentilerimizi yüksek
tutuyoruz? Beklentimizi maksimum seviyeye getirecek kadar neden seviyoruz?
“Can, aslı bir bıçak yarasıdır göğsünde. … Yarada kabuk bağlayan her neyse,
buzda kristal kristal biçimlenen ne ise, gökten yukarıda, yerden aşağıda ne
varsa kaynayan, hepsi can yüzünden, hep can gözünden, hep can özündendir” demiş
can kırığı için Senai Demirci. Cam kırığı ise toplanması ve tamiri en kolay
maddedir. Geri dönüşümü vardır. Bir şekilde birleştirirsin. Olmadı çöpe
atarsın. Ya diğerleri? Hayal kırığı da, kalp kırığı da bir şekilde geçer, fakat
can kırığının bıraktıkları diğer ikisini de tetikler. Gülfem’in zamanında
Cihan’a bıraktığı can kırığı izi gibi. Bu nedenle ne acısını, ne de alnındaki
sıyrığın bırakacağı izi düşünmek istiyordu.
Büyük İskender’e güneşime gölge etme başka ihsan istemem diyen Diyojen’e atfen
"Ben, sizi ne zaman istersem o
zaman görürüm. Sen, bizi rahatsız edemezsin. Ben istemezsem, sen zaten
görünmüyorsun." Anla artık Gülru! Sen
bir hiçsin. Yalnızca Gülfem’in gözünde hizmetçisin. Daha ötesi yok. Boşuna
hayal kurma.
Gülfem,
her ne kadar bunu dese de Gülru tehlike sınırına bir kere girdi. Üstelik bu
sınırı aştı. Cihan’ın öfkesi bir yana Ömer’in ilgi ve beğenisi saf, güzel ve
yetenekli bu küçük kıza kaymaya başladı. Öyle ki annesine bile savunur hale
geldi. Gülfem, Ömer’in Gülru’ya mesleğiyle ilgili verdiği “Hayal et. Hayal et
ve çiz.” tavsiyesini duyunca tırnaklarını çıkarmış kedi gibiydi.
Mine’nin
sağlam pabuç olmadığı geldiği ilk günden belliydi de bu kadarını beklemiyordum.
Meğer gözü gibi eli de uzunmuş. Fırsat kolluyormuş. Beklediği fırsat ayağına
kadar geldi. Taner’in almış olduğu 70 bin $’lık kolyeyi gözünü bile kırpmadan
çaldı. Yapacağı ilk iş kuyumcuya gitmek olacak. Sonrasını düşünmek bile
istemiyorum. Çünkü aile faciasına yol açacak. Yonca’yı falan düşündüğümden
değil. Olan zavallı Salih Efendi'ye olacak. Adamcağızın kalpten Sipahi Hastanesine yatması yakındır. Coming soon...
Tabirim biraz kötü kaçacak. Bu yüzden sizden affınızı istiyorum, fakat Yonca’ya
bu sözü söylemeden yazımı da bitirmek istemiyorum.
"Dün yediğin hurmalar bugün seni tırmalar" sözünü Nostradamus yıllar önce çok güzel söylemiş
Yonca’cım. Gülfem Sipahi ve Cahide Hekimoğlu’nun gazabından sen kork!
Mortis