Geçen haftaki bölümü seyredemediğim için bu hafta diziye
özetten (20:00) girip saat 00:15 sularına kadar ekranla bütünleştiğim bir akşam
geçirdim.
Yerli dizi yersiz uzun falan demeyeceğim, hâşâ! Olsa
olsa insanoğlunun memnuniyetsizliğidir o. Sinema filmi tadında üç koca saat
vaat eden dizilerimiz var, biz hâlâ söyleniyoruz fakat. İş mi yani?
Bir şey merak ediyorum. Bu kadar uzun bölüm çekince
ekip olarak sizin diziyi seyretmeniz mümkün oluyor mu? Hani ağır çekim şartlarından
sebep soruyorum. Oluyorsa âlâ.
Önce bir hoş geldin diyelim!
Kime?
Sevda
Kuşun Kanadında’ya.
Niye dördüncü bölümde?
Çünkü sevda asıl şimdi kuşun kanadında.
Son günlerin moda deyimiyle; tane tane söyleyeceğim, net konuşacağım.
Bu sabah reyting sonuçlarını görünce şaşırmadım. Başarısız bir ekiple, kurulmamış bir hikaye ve baştan savma diyaloglarla yola çıkmış olmanın yankıları bunlar. Listede gördüğüm dört haftanın en kötü sonucu fakat dün akşam seyrettiğim,
dört bölümün içinde tartışmasız en iyisiydi. Dizinin pek çok kolda sorunları
var. Bakın daha başlamadan bu mecrada korkularımı yazdım ben. İlk bölümde
üzülerek yanılmadığımı gördüm. Ve devam eden iki bölümde de.. Dizinin gün gibi
âşikâr bir hikâye ve diyalog sorunu vardı. Oyunculuk performanslarına da tesir
eden bu mesele işin beni en çok ilgilendiren kısmı. Sonra reji. Senkron sorunu,
devamlılık hataları..Sonra müzik. Sonra sanat. Sonra pr çalışmaları…
Nereden başlasam nasıl söylesem diye başlayan Osman
Öztunç şarkısındaki gibi.
Nereden başlasam ben de, nasıl söylesem bilmiyorum.
Önce dün akşama gidelim. Arif Ünlü geçen bölümde
devrimcilerin yolunu kesmesi sonucu okuluna girememişti. Bu hafta da oradan
açıldı perde. Arif’e doğrultulan silaha Tümay siper olunca kuş kanadındaki sevdanın
ilk tohumları resmi olarak atılmış oldu.
Özür dilerim ama ben dört haftadır ilk kez Arif ve
Tümay’a inandım. İlk kez doğru düzgün diyaloglar işitti çünkü kulaklarım. İçimde
Arif Ünlü’den iyi bir âşık olabileceğine dair ümit tohumları yeşerdi. Bakın bunu
bütün Ömer Reis fanlığımla söylüyorum.
Ben dün gece Arif’e de, Tümay’a da, Mustafa-Zeynep
sevdasına da, Ömer Reis’in Yıldırım’ına da yürekten inandım. Yavuz Bingöl bile
daha ısınmış göründü gözüme. Sonra dakikalar ilerledikçe işin sırrını çözdüm.
Biz nasıl hikâyeye inanıyor ya da inanmıyorsak anladığım o ki oyuncular da bu
bölüm inanarak konuşuyorlardı.
Kimse incinmesin, kusura da bakmasın; Ali ata bak’tan Ömer Seyfettin diline yükselen
bir anlatımdan söz ediyoruz. Bunu oturduğum yerde ben hissediyorsam senaryoyu
okuyan, ezber eden ve yaşayan daha gönülden hissetmiştir diye tahmin ediyorum.
Referans bir sahne vereyim dün akşamdan. Ömer Reis
ve Arif Ünlü’nün Arif’in gönül yarasına dair sohbetleri muazzamdı mesela.
Geçtiğimiz haftalarda iki lafı bir araya getiremeyen ve ısrarla “bu adamdan efsane
bir Ömer Reis olur” diye çırpındığım adam işte bu hafta üzerindeki ölü
toprağını atmış ve “ben geliyorum”un sinyalini vermişti. Ufuk Bayraktar aynı
Ufuk Bayraktar oysa. Orada öylece duruyor. Kafasından bir hikâye kuracak,
diyalog yazacak hâli de yok. Bu gümbür gümbür geliyorum hâli, değişen senaryo
ekibinin marifeti olsa gerek. Her karakteri tanıyarak yazdıkları, seyirciye
saygı duydukları ve karakteri televizyondan değil evin salonundan
konuşturuyormuş gibi doğal diyalog yazdıkları belli. Her ne yaptılar bilmiyorum
ama bir şey vardı dizide.. Arif’le Ömer’i konuştururken gönlümüzü sızlatan..
Mahallemizin güzel ağabeyleri maziden çıkıp gelmişler de bir dizide hayat
bulmuşlar gibi. Toprağa verdiğim babam gibi Ömer Reis, amcam gibi..
Seyrederken
Süleyman Çobanoğlu’nun şiiri gelip geçti dudaklarımdan:
*Bir şey acır içimde bu göğsüme ne kattın?
Bir şey katmıştınız işte ciğerimize dokunan..
Size bir iyi iki de kötü haberim var.
Hikâyeniz kurtulmuş, kutlu olsun. Yol kazanız gelmiş
geçmiş olsun. Dolayısıyla oyuncuların performansı da aynı ölçüde güzelleşmiş.
Bakın iyi haber ikiye çıktı.
Kötü haber, pr konusunda çok başarısız bir ekiple
çalışıyorsunuz. Ve reji hâlâ sorunlu.. Gerçekten bütün samimiyetimle ve sadece
merak ettiğim için soruyorum. Bu kadar merakla beklenen bir dizinin zaten
tanıtım çalışmalarını yeterince yapmadığınız için 1-0 yenik başladınız. Çok
kötü fragmanlarla insanları daha ilk bölümü seyretmekten soğuttunuz. Üç hafta
boyunca AB grubunun can damarı sosyal medya kullanıcılarına yönelik bir etiket
çalışması yapmadınız. Ve dördüncü bölümde “Bismillah” deyip bir etiket seçtiniz
ve o da #yapardındimi . Yanılmıyorum “di mi” ? Ortada emek olunca ben çok
üzülüyorum. Sevdiğim ve hassaten beklediğim bir işte de böyle abuk sabuk
eylemler olunca canım feci halde sıkılıyor, bağışlayın lütfen. Bakın ben bir
sosyal medya uzmanı değilim. Ama inanın son dakika bile seçmiş olsanız bundan
çok daha iyi bir etiket bulunabilirdi diye düşünüyorum. Bilmiyorsanız yardım
edelim, vallahi. Siz Türkiye Radyo Televizyon Kurumu’na dizi yapacak, içinde
senaristin naif bir ifadeyle “safi aşk” diye tanımladığı bir gönül hikayesini
anlatacak, Serdengeçtiler’i, Necip Fazıllar’ı yâd edecek ve etiket çalışması
olarak “yapardındimi”yi seçeceksiniz öyle mi? Di mi ne Allah aşkına? Bu
kötülüğü size kim yaptırıyor? Feci halde yanıltıyorlar sizi, uyarmış olayım. Merak
ediyorum bir sonraki etiket “inş.cnm” mı olacak acaba?
Bunların hepsini kenara koyuyor ve 180 dk sürmesine
rağmen uyuklamadan seyrettiğim, repliklerini yer yer not ettiğim, gülümsediğim,
içlendiğim bir hikâyeye dönüşen Sevda
Kuşun Kanadında’nın ümit vaad ettiğini iddia ediyorum.
Kızıl bayrak sahnesi, askerin-polisin devrimcileri
dövdüğü o sahne, Ömer Reis’in Yıldırım’ı yıldırım gibi çarptığı o kısım.. Her
biri övgüyü hak ediyordu nazarımda.
Düşük reytingler canınızı sıkmasın. Başlarda, muadili
Yedi Güzel Adam’mış gibi
aksettiğinden sonuçların da onun neticeleri gibi olması kaçınılmazdı muhakkak.
Veda eden ekibin diktiği, bedene uymayan elbiseyi söküp yeni baştan dikmek
zaman alacak, sabır isteyecek. Biz sabrederiz. Bize böyle ciğer delen bir Ömer Reis
aşkı da vaad ediyor, Arif ile Tümay’ı da dillere destan ederiz diyorsanız, biz
bu kapıda bekleriz.
Emek ve çabalarınızın farkındayız. Eleştirilerimiz
muhabbetimizdendir efendim. Muhabbet duyduklarımızın da izini, közünü, tozunu
ele vermeyiz.
O halde ben susayım, Âşık Sefâi söylesin. Haftaya
görüşmek üzere..