"İzliyorum ama neden izlediğimi bilemiyorum, soranlara da
cevap veremiyorum” diye bir yorum gördüm Poyraz Karayel için. Tam olarak
hissettiğim ancak ifade edemediğim cümle olarak şuraya bırakıyorum. Artı 1
diyerek, hem de usulca da değil aleni şekilde.
Bölüm sonunda “ne yazsam, hangi birini yazsam ki” moduna
geçmiş bulunmaktayım. Şöyle ki, izliyorum hatta kaçırmamaya özen gösterecek
kadar merakla bekliyorum ancak sadece izlemek için izliyorum. Başladığım diziyi bırakamama lanetimi bir yana koyarsak, artık senaryodaki tutarsızlıkları, bayatlayan aksiyonları dikkate
alamadan izliyorum. Mesela mı? Hmm.. Mesela Aysen Berk’i şak diye ele geçiren
polisleri es geçtim (zaten çatışma sahneleri pek yeterli değil, bu iyi oldu) sonrasında artık tadı gerçekten kaçan gereksiz patlamaları dikkate almıyorum.
Anladığım kadarıyla senaryonun derdi de artık aksiyon ve çatışma sahneleri değil.
Patlama sonrası yaşanan şakalar komiklikler bana onu hissettirdi. İşte bu
nedenle ben de bütün dikkat dağıtıcı unsurları elimin tersi ile itip, temel
noktalara bakarak izliyorum.Buyurun benim gözümden, önemli noktalara..
Hayaller& Hayatlar& Ukteler
Asıl olayımız, Neşet
meselesi artık istediğim kıvama geldi. Hem Ayşegül hem Poyraz birbirlerinden
habersiz Neşet’in sonu için uğraşıp, ilişkilerinden dahi fedakarlıklar
yapıyorlar. Hangisi daha büyük fedakarlık yapıyor kararsızım. Hatta neden böyle
saçma fedakarlıklar yerine neden güçlerini birleştirip “power couple” gibi
davranmıyorlar anlamıyorum. Bu hafta Ayşegül ve Neşet’in yemek sahnesindeki “hayaller/hayatlar”
yansımaları bölümün en keyifli anıydı benim için. Ayşegül’ün içinden geçen tepkilerden
özellikle de “Senin sevgin aşkın batsın Pislik” kısmına güzel bir kahkaha
bıraktım, helali olsun. Neşet ile Poyraz’ın açılmaları da derin bir “oh”
çektirtti. Gerçi Neşet’in asla temiz oynayacağına inanmasam da karşısındakinin
Poyraz olduğunu ve hafife almaması gerektiği anlaması lazım. Açıkçası belki
şanına yaraşır son bir psikopatlıktan mı sonra Neşet için “game over”
günlerinin yakın olduğunu düşünüyorum.
İhsan hikayenin en gereksiz görünen ama aslında kilit olan
isimlerinden biri bence. Ayşegül’den
şüphelenen ismin o olmasına gram dahi şaşırmadım. Ancak Neşet iyi ki
psikopatlık derecesinde Ayşegül’e aşık. Sağlıklı düşünemeyecek kadar saplantılı
olduğu için İhsan’ın çektiği fotoğrafa dahi inanmayabilir. Bu hastalıklı
takıntı Ayşegül için şimdilik işi kotarsa da, sonrasında Neşet’i nasıl delirtir
bilinmez. Bu arada Adil Topal’ın beynimize kazıdığı bir şey vardı; “Aşk insanın
zayıflığıdır” diye. Sanırım bu cümle en başından beri Neşet’e içindi. Çünkü
onun sonunu da Ayşegül’e olan aşkının getireceğini düşünüyorum.
Bahri Baba’mın emekli dede olmuş halini sevemiyorum.
Utanmasa “En Son Babalar Duyar” daki baba olacak, o kadar koptu olaylardan. Bu
kadar geri planda kalması beni azıcık kırıyor. Bu arada Akın’ı gereksiz bulan
yalnızca ben mi varım? Yüzünde asla kaybolmayan anlamsız bir gülümseme var ve
bu durum, “Junior Sefer” dediğim ana lanet etmeme sebep oluyor, teşekkürler :I Emekli
Bahri Babişko da elinin sudokusuyla, Hakan için Sema’yı darlamak yerine arapsaçına dönmüş işlere el mi
atsa acaba? Savcı meselesine gelirsek, kendisinden gittikçe soğumaya
başlıyorum. Yeşilçam tropik rüzgarlarından gelen etki ile büyük aşkın neden ve
nasıl bittiğini anladık. Savcının, canı istedikçe herkesi gözaltına
alabileceğini gördük. “Sefer’in yeri böyle mi dolacaktı, ne günlere kaldık?”
diye hayıflansam da yeter ki Sema mutlu olsun diyerek, çenemi kapatıyorum.
“Lakin hazır Sema alzehimer, her şeyi unutunca Sefer’i hiç hatırlatmayalım, hep
Hakan varmış gibi yürüyelim”, denilirse kırılırım, haberiniz ola!
Yazı devam ediyor..