Bilemiyorum. Yazıya bu şekilde başlamak doğru mu onu da
bilemiyorum ancak asıl bahsettiğim farklı. Bilemediğim şey, Poyraz Karayel
saçmalıyor mu yoksa ben mi fazla abartıyorum? Hepimizin her hafta dert yandığı
şeyleri şuraya sıralamayacaktım ama adettendir, yuvarlıyorum. Evet birinci
sezon iyiydi, evet Bahri Baba armut topluyor, evet çatışma sahneleri kaliteli
değil, evet Ayşegül Kezban (en büyük evet benden), evet artık ayrılmaları
sıkıyor, evet, Neşet ne yapacaksa yapsın falanlar filanlar.. Bütün bunları
görüyorum, yazıyorum, ya da siz yorum yaptıkça okuyorum. Fakat ben şaka maka
hala meraklanıyorum izlerken. Hangimiz izlemedik çılgınlar gibi?” diyerek
izlemeye devam ediyorum. Hani “sevdiğini yerden yere vuran insan” var ya, işte
ben tam da O’yum. Bu hafta tek tek olayların yorumlamasından ziyade içinde
bulunduğum ikileme zemin oluşturan nedenleri yazmak istiyorum. Elimden
geldiğince hem beni sıkan hem de hala merakla bölüm başına oturan nedenleri
yazacağım.
Neleri İzlerken “Çok iyi ya” diyorum?
Neşet gerçekten çok “cool” bir kötü adam oldu. Mottomuz
neydi? “Kötü adam ne kadar başarılı ise iş de o kadar başarılı olur.” (Teşekkürler Hitchcock Amca.) Biz de bu iş
okey, yeterince kötü olduğuna inanmayan kalamamıştır. Neşet’in sahnelerinde
arkadan gelen sonsuz huzursuzluk hissettiren, über rahatsız edici müziği çok
seviyorum mesela. Ya da Neşet’in “Efendim
canıım?” dedikten sonra aynı dakika içinde “Ne var lan?” diye fırıldak gibi
dönmesini izlemeyi çok seviyorum. Çünkü o anın inandırıcı olması için gerekli
olan her şey sağlanmış.
Hangi Durumlarda “Artık
Yeter!” diyorum?
Dünya toz ve gaz bulutu aşamasına kadar gidin demiyorum ama
azıcık tanıtın bize şu Neşet’i. Bu bölüm yavaş yavaş kendinden bahsetmeye
başladı da bir rahatlama geldi. Meğer nelerin arkasında varmış bizim çılgın. Ayrıca,
“Yine mi uzun çöp be Neşet?” Yine mi kötülük kazandı be Hades?” Bu kadar dört
ayak üstüne düşmesi sinir bozucu olmasını bir kenara bıraktım artık gerçeklikle
bağını koparıyor. Sormazlar mı “Bu adam bir kere de batmıyor”, diye. Sorarlar
dedem, ben soruyorum mesela.
Neşet Ayşegül'ün tepesinde ama o uyanmıyor. Çünkü kış uykusu...
Ayşegül-Poyraz İlişkisinde Neyi Çok Seviyorum?
Burada Ayşegül’ün dolaylı şekilde katkısı olsa da Poyraz’a
bu cümleleri kurdurtabildiği için onu da dahil ediyorum. Bu bölümde Poyraz’ın
İsa’nın ödevine yardım ettiği sahneleri ve konuşmalarını çok sevdim. Alışkın
olmadığımız tarzda cümleler, olaya alternatif şekilde baktırabilmesi, sanırım
en sevdiğim yanı. Ve elbette ki Poyraz’ın Ayşegül’e olan büyük aşkını çok
seviyorum.
Bazen “ Ay bayılazaam” diyorum. Neden Ola Ki?
“Seni çok seviyorum fakat senin iyiliğin için senden uzak
durmalıyım” klişesinden artık gerçekten sıkıldım. Her üç Türk dizisinden iki
buçuğunda görünen kronik bir hastalık bu. Acilen tedavi olmamız lazım. Bunun
yanı sıra Poyraz Karayel’in en büyük handikaplarından biri, iki arada bir dere
de Ayşegül-Poyraz ayrılığını gündeme getirmesi. Bir olur, iki olur ama bunca
işin gücün arasında “Beni merak etmiyoooo” diyen Ayşegül izlemek asabımı
bozuyor.
Yazı devam ediyor..