Legends of Tomorrow ilk başladığında zaman yolculuğu, dizi için müthiş bir konu yelpazesi içeriyor demiştim. Karakterlerin geçmişleriyle karşılaşıyor oluşumuz bu konulardan bir tanesiydi. Geçmişle karşılaşmak derken anılarla yüzleşmek falan değil. Baya baya kendinle yüzleşmek ama tabii küçük halinle.
Geçtiğimiz hafta yayınlanan bölümün sonlarına doğru ekibin öldürdüğü avcılardan, zaman efendilerinin Omega protokolünü başlattığını ve Pilgrim’i ekibin peşine taktığını öğrenmiştik. Bu haftanın konusu da elbette bununla ilgiliydi. Çizgi roman okuyan bir insan olarak dahi o zamana kadar Pilgrim’e dair bir şeye rastlamamıştım. Geçen hafta bölümü izledikten sonra kendisi hakkında ufak bir araştırma yaptım. Burada bahsedebilecek kadar bir bilgiye ulaşamamış olmam benim adıma içler acısı. En azından şöyle söyleyeyim; bilgilerin doğruluğundan emin değilim, sizleri yanlış bilgilendirmek istemiyorum. Bir çeşit suikastçı olduğunu bilseniz yeter. Çizgi romanlarda iyi bir karakter olarak falan gözüküyor çünkü. Kafa karıştırmaya hiç gerek yok. Sinematik evrenle, çizgi roman evreni farklı oluyor çünkü.

İki Snart nasıl keyifli olurdu
Karakterlerimizin geçmişini öğrenmek oldukça eğlenceliydi. Birçoğunun sadece bebek halini görmüş olsak bile diğerleri hakkında az çok bilgi sahibi olmak tatmin ediciydi. Özellikle Rip Hunter’ın geçmişini görmek bana yetti de arttı bile. Adam en başta yan kesiciymiş. Öğrenince ‘’Vay anasını!’’ demekten alamadım kendimi. Yaşadığı olaylar onu acaba nasıl bugün olduğu hale getirdi acaba? Merak etmiyor değilim. İleride de umarım geçmişine az çok dokunurlar ve boşlukları doldururlar. En azından benim kafamdaki boşlukları. Mick’in kendine verdiği tavsiyelerde oldukça hoştu fakat Sara’nın küçüklüğündense Snart’ın küçüklüğünü tercih ederdim Küçüklüğünden kastım biraz daha büyük olan hali yani. İki Snart çok eğlenceli olabilirdi. Bu bölüm Snart’ı biraz söndürmüşler. Bütün bunların yanında babasını hiç görmemiş olan Jax’in babasını bulduğunda duyduğu sevinci kendimde hissettim. Martin’in orada yaptığı o kıyağı unutmak mümkün değil. Zaman çizgisi bozulur diye düşünerek ben yapmazdım o kıyağı mesela. Bizimkiler şu ana ortada bir zaman çizgisi bırakmadı ama olsun. Her gittikleri yerde bu kavramı hiçe sayıyorlar. Rip Hunter’da son zamanlarda iyice uyarmayı bıraktı. Jax, babasına resmen ‘’Öleceksin, dikkat et.’’ dedi, Rip ‘’Olur, olur öyle şeyler.’’ dedi geçiştirdi. Artık zaman çizgisini bu kadar rahat bozuyor olmalarını bir tür mantık hatası olarak bile alamıyorum. Hatta almıyorum da bundan sonra. Bozun ulan zaman çizgisini! Zaman çizgisi de kimmiş?
Bütün bunlar olurken bölümün bütün sevimliliğini bozan bir ikili vardı. Tahmin edin hangi ikili? Ray ve Kendra tabii ki. Son birkaç bölümdür ilişkilerini oldukça hoş bulmaya başlamıştım hâlbuki. Bu hafta yine baydılar. Yok, efendim ölüm döşeğindeyken evlilik teklifi etmişmiş, o da ölüyor diye kabul etmişmiş ama şimdide kararsızmışmış falan filan. Yani ne gerek var bunlara? Hayır, yani bu kadar çaba sarf etmeye gerek yok. Seviyorsanız birbirinizi olur bu iş. Eski reenkarnasyonlarından birisinin söylediği söze niye bu kadar takılıyorsun?
Bölüm Ray ve Kendra gereksizliği haricinde oldukça güzeldi. Karakterlerimizin, özellikle Rip’in geçmişi hakkında ufak da olsa bir şeyler öğrenmek çok iyi oldu. Eh on iki bölümdür izliyoruz biz bu adamları, tanımak hakkımız. Bir sonraki bölümde belli ki tekrar Savage’ın peşine düşecekler. Onu en güçlü olduğu zamanda vurmaya çalışacaklar. İşleri epey zor ama Rip’in de dediği gibi pek bir zamanları kalmadı. Dizi on altı bölüm planlandığına göre geriye sadece dört bölüm kaldı. Bu da sona yaklaştığımız anlamına geliyor.