Öyküleri neden bu kadar çok sevdiğimi hatırlamaya
çalışıyorum. Kendi içimde derinlere iniyorum. Kendi içinde yolunu bulmak da epey
zor. Ama hatırlıyorum. Öykü dediğin şey; insana bir koku gibi bulaşır, yavaşça
tenine işler. Yeri geldiğinde, hatta yerine gerek kalmadan, seni sarmaşık gibi
sarar. İnce bir rüya gibi, insanı iyiden iyiye yaralar. Her öykünün bir rengi vardır. O renklerle anlam kazanır dünya. Ama artık öykülerin rengi çok karanlık.
Karagül'ü izlerken ekranın sağ üst köşesindeki uyarı bizi
silkeledi. Finale doğru... Hikayelerin sonunu hiç sevmem. Bu uğurda sinemada
film bitmeden ayrıldığım olmuştur. Böylece o hikaye sonsuza kadar devam eder. ''Bu
ne saçmalık'' dediğinizi duyar gibiyim. Ama çocukken masalın sonunu dinlemeden
uyuyakalmak ve o sonu hiç öğrenememek gibi. Güzel ama saçma. Saçma ama, çok güzel.
Anneler ekran başında ''Bu Baran hepten delirdi'' demiştir.
Hatta galiba herkes bunu demiştir. Ta ki Baran'ın Nazlı'da halasının kaderini
gördüğünü anlayana dek. Bizim coğrafyamızda işler böyledir. Hatta Karagül'ün
anlatımı coğrafyamızın en soft halidir. Kadın geridedir, az olandır, gittikçe
de azalandır. Sayıca değil nitelik olarak tüketilendir. Bizim coğrafyamızda
kadın daima ikincidir. Hatta birinciyi geçerken bile ikincidir. Birinci daima
erkektir de söyleyin ikinci kimdir? Kadın isimsizliğiyle, hissizliğiyle büyür.
Bu konuda yıllarca hiç susmadan konuşabilirim. Yine de içimdeki ateşe bir damla
su olmaz.
Ebru'nun soğukluğu konusunda hâlâ aynı fikirdeyim. O 'soğuk
şehir insanı' imajı ilk sezonda bile yokken, son zamanlarda iyice göze batıyor.
Baran'ın tepesinde belirip iki nasihat çekmesi içimizi rahatlatmıyor. Bir de
Narin'in Oğuz'a bakışları var ki, evlat acısı gibi böğrüme çöküyor. Ama öyle
bir paradoks oluşmuş ki; Deniz haklı, Elif haklı, Serdar da haklı. Bu kadar
haklılığın arasında Narin ve Oğuz'un aşkının haklılığı buhar olup uçuyor.
Nazlı'yı ılık suda dinlendire dinlendire birkaç kez
pataklasam bütün derdim tasam geçecekmiş gibi geliyor. Bir yanda ateşten gömlek
giyen Ayşe, öte yanda acısını bile manipülasyon için kullanan Nazlı... Gel
delirme, gel çıldırma! Pek çok konuda izleyicinin sesi olan Ada, yine epey bi'
haklı. Ama bu kez onun isyanına Kendal da eşlik etti. Akşam yemeği sahnesine
tek kelimeyle ba-yıl-dım! Dinsizin hakkından Ada ve Kendal ortaklığında
hazırlanmış imansızlık gelir.
Ama artık ama sözcüğü bile çaresiz...
Karagül anneleri hep çok ve hep hakkını vererek anlattı. Ama
bu hafta daha çok babaları dinledik. Çocukları için dünyayı unutan babaları.
Kasım, Oğuz, İdris ve hatta Kendal bile... Evet evet, Kendal'ı sevmemek için
acilen terapi görmeye ihtiyacım var.
Kendal, Melek'in mezarı başında Asım'ı 'yaralı yanı' olarak tarif ederken ne kadar haklıymış. Mehdi ve Asım'ın trajedilerinin bağlanışı çok klişe ama bir o kadar da geçerliydi. Kendal'ın canavarlığını daha sağlam tetikleyen başka bir gün olamazmış.
Öyküleri seviyorum, sonları değil. Fakat Karagül'ün finalini
deli gibi merak ediyorum. Bunu da böylece not düşelim. Baran'ın fedakarlık öyküsü, Ayşe'nin matemine bulaştı. Siyahın bile temsil edemediği bir matem üstelik. Sen asıl bu saatten sonra gör çıkmaz sokakları...
Güzel günler.