Artık siyah da anlatmıyor matemi!
Öyküleri neden bu kadar çok sevdiğimi hatırlamaya çalışıyorum. Kendi içimde derinlere iniyorum. Kendi içinde yolunu bulmak da epey zor. Ama hatırlıyorum. Öykü dediğin şey; insana bir koku gibi bulaşır, yavaşça tenine işler. Yeri geldiğinde, hatta yerine gerek kalmadan, seni sarmaşık gibi sarar. İnce bir rüya gibi, insanı iyiden iyiye yaralar. Her öykünün bir rengi vardır. O renklerle anlam kazanır dünya. Ama artık öykülerin rengi çok karanlık.

Karagül'ü izlerken ekranın sağ üst köşesindeki uyarı bizi silkeledi. Finale doğru... Hikayelerin sonunu hiç sevmem. Bu uğurda sinemada film bitmeden ayrıldığım olmuştur. Böylece o hikaye sonsuza kadar devam eder. ''Bu ne saçmalık'' dediğinizi duyar gibiyim. Ama çocukken masalın sonunu dinlemeden uyuyakalmak ve o sonu hiç öğrenememek gibi. Güzel ama saçma. Saçma ama, çok güzel.

Anneler ekran başında ''Bu Baran hepten delirdi'' demiştir. Hatta galiba herkes bunu demiştir. Ta ki Baran'ın Nazlı'da halasının kaderini gördüğünü anlayana dek. Bizim coğrafyamızda işler böyledir. Hatta Karagül'ün anlatımı coğrafyamızın en soft halidir. Kadın geridedir, az olandır, gittikçe de azalandır. Sayıca değil nitelik olarak tüketilendir. Bizim coğrafyamızda kadın daima ikincidir. Hatta birinciyi geçerken bile ikincidir. Birinci daima erkektir de söyleyin ikinci kimdir? Kadın isimsizliğiyle, hissizliğiyle büyür. Bu konuda yıllarca hiç susmadan konuşabilirim. Yine de içimdeki ateşe bir damla su olmaz.

Ebru'nun soğukluğu konusunda hâlâ aynı fikirdeyim. O 'soğuk şehir insanı' imajı ilk sezonda bile yokken, son zamanlarda iyice göze batıyor. Baran'ın tepesinde belirip iki nasihat çekmesi içimizi rahatlatmıyor. Bir de Narin'in Oğuz'a bakışları var ki, evlat acısı gibi böğrüme çöküyor. Ama öyle bir paradoks oluşmuş ki; Deniz haklı, Elif haklı, Serdar da haklı. Bu kadar haklılığın arasında Narin ve Oğuz'un aşkının haklılığı buhar olup uçuyor.

Nazlı'yı ılık suda dinlendire dinlendire birkaç kez pataklasam bütün derdim tasam geçecekmiş gibi geliyor. Bir yanda ateşten gömlek giyen Ayşe, öte yanda acısını bile manipülasyon için kullanan Nazlı... Gel delirme, gel çıldırma! Pek çok konuda izleyicinin sesi olan Ada, yine epey bi' haklı. Ama bu kez onun isyanına Kendal da eşlik etti. Akşam yemeği sahnesine tek kelimeyle ba-yıl-dım! Dinsizin hakkından Ada ve Kendal ortaklığında hazırlanmış imansızlık gelir.


Ama artık ama sözcüğü bile çaresiz...

Karagül anneleri hep çok ve hep hakkını vererek anlattı. Ama bu hafta daha çok babaları dinledik. Çocukları için dünyayı unutan babaları. Kasım, Oğuz, İdris ve hatta Kendal bile... Evet evet, Kendal'ı sevmemek için acilen terapi görmeye ihtiyacım var.

Kendal, Melek'in mezarı başında Asım'ı 'yaralı yanı' olarak tarif ederken ne kadar haklıymış. Mehdi ve Asım'ın trajedilerinin bağlanışı çok klişe ama bir o kadar da geçerliydi. Kendal'ın canavarlığını daha sağlam tetikleyen başka bir gün olamazmış.

Öyküleri seviyorum, sonları değil. Fakat Karagül'ün finalini deli gibi merak ediyorum. Bunu da böylece not düşelim. Baran'ın fedakarlık öyküsü, Ayşe'nin matemine bulaştı. Siyahın bile temsil edemediği bir matem üstelik. Sen asıl bu saatten sonra gör çıkmaz sokakları...

Güzel günler.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER