Anadolu'da büyüyen çocukların pek çoğunun kulağında
Anadolu'nun masalları filizlenir. Duymuşsunuzdur işte. Anadolu insanı
misafirperverdir. Anadolu insanı haşindir. İyiliği denk geldiyse sıcak bir
yorgan gibi örtülüverir üstünüze. Peki ya Anadolu'nun kötü insanları? İşte o
zaman doğadaki özgürlüğünden koparılmış gibi, fakat ondan daha da sebepsiz, bir
hırçınlıkla boynunuza yapışan yabani bir hayvana dönüşüverir. Anadolu insanı
yardımlarını spotlar altında yapar, kötülüğünü ise halı altına süpürür. Bazen düşmanının boğazına bıçağı dayayan bir kadın olur. Bazen kadına silah çeken bir adam olur. İntikamın kaç tonu var?
Bu hafta işçilerin konağı bastığı sahne Anadolu insanına
inceden dokunmak adına keyifli oldu. Çünkü Anadolu insanı tıpkı o işçiler gibi
rengarenktir. Kiminin içi kötülüğe elvermez, kimi kötülüğü cebinden eksik
etmez. Kimi açlığı öğretmeni sayar, kimi toklukta bile pençelerini savuracak yer
arar. Yani demem o ki; insan Anadolu, İngiltere, Hindistan diye ayrılmıyor.
İnsan; insan olan ve insan olmamakta direnenler olarak ayrılıyor. İnsanı
yöresine bağlayarak sevenlere hatırlatmadır...
Karagül ekibinin değerli kalemi Erkan Birgören ani bir
değişiklikle Göç Zamanı dizisine transfer oldu. Bu yeniliğin Göç Zamanı'na can
suyu olacağından hiç şüphem yok. Fakat içimde de bir burukluk yaşanmadı değil.
Sanki Birgören olmadığında Karagül'ün tadı tuzu hep biraz eksik olacak diye
korktum. Neyse ki ekipteki herkesin çok değerli isimler olduğunu biliyoruz da,
içimize serin sular serpiliyor. Herkes için hayırlı ve uğurlu olsun.
Sevda Erginci Karagül'ün yetiştirdiği en taze yeteneklerden
biri! Annesini kaybeden, annesini kollarında kaybeden, annesini iki defa
kaybeden Ayşe'nin gözlerini gözlerine nasıl da yerleştirdi. Keşke diyorum
saçları yüzünden çekilse de gözlerindeki öfkeyi doya doya seyredebilsek.
Aslında bu durum tüm kadın oyuncular için geçerli. Özellikle Ada ve Maya'nın
yemek hazırlığına giriştiği sahnede ''TOPLAYIN O SAÇLARI RUHUM SIKIŞIYOR'' diye
bağırmayan bizden değildir.
İticilik bir koşuysa eğer, Nazlı onun en güzel 100 metresini
koştu. Tepeden tırnağa sinir bozma makinesi olarak görev alıyor. Fakat olayını
çözebilen var mı? Yani gerçekten çözebilen... Çaresiz ve korkak bir genç kız mı?
Konağa ve küçük ağaya kapağı atmaya çalışan bir burma bilezik avcısı mı? Yoksa
her ikisi mi?
Küllerinden doğman sence de biraz uzun sürmedi mi?
Kadriye'yi bu kadar özleyeceğim aklıma gelmezdi. Ama hem
konak, hem konağın Melek'i ve Sibel'i hem de Kadriye gidince halıya kapanıp
saatleri saymak istedim. Yeterince alıştırırsanız insan masallara bile acıkıyormuş.
Şimdilik açığı kaçırılan bebek mevzusuyla gidereceğiz gibi görünüyor. Ama ne
yalan söyleyeyim, Sevda meselesinin uzaması pek ilgimi çekmiyor. Daha Baran'ın
Ebru'ya bir kez sarıldığını bile göremedik, insaf! Bari ayağı kaysa düşse de öyle
kazara bir tutunma anı olsa... Razı olmak böyle bir şey.
Ada babaannesinin öğüdünü tuttu. Hırçınlığını dışarıya
savurarak içeridekileri korudu. Çok da iyi oldu, çok da güzel oldu. Ebru'nun
her durumda ''Aman Ali Rıza Bey, tadımız kaçmasın'' moduna girmesinden fena
bunaldım. Mekanik bir yapıymış gibi sadece mantığıyla ilerliyor. Ada'nın
keskinliği seyircinin iç sesine nefes aldırıyor.
Belki de en dayanamadığım şey, bölüm finalini fragmanda
görmek. Sevda'nın Mehdi'yi kaçıracağını görmüştük, orada da bitti. Umarım
Baran'ın Nazlı ile evliliği de önümüzdeki haftanın finali olmaz. Çünkü
fragmanda her şeyi hızlıca görmek devasa bir spoiler etkisi yaşatıyor. Evlilik
mi dedim ben? Demez olaydım... Bu konuda kapkara gözlüklerini gözüne indirip
magazincilerden kaçan bir az ünlü gibi davranacağım. Hiç yaşanmadı sayacağım.
Size de tavsiyemdir.
Gerisini bekleyip birlikte göreceğiz. Güzel günler.