Kendi günümüzde ve kendi saatimizdeyiz. Geride 11 yıl var.
Tabii ki bu sezonu anlayabilmemiz için seyirciye bazı hatırlatmalar gerekti. Gerekli
olanları gördük ve başladık.
Daha ilk 10 dakikada Mekke ve Dublin’e gittik. Kara,
Armageddon’a rehin düşmüş, Cahit ise Üstad uyanıp neler olduğunu anlatana kadar
Kuzuzade’nin oğluyla ev hapsinde. Doğrusu ikisini de öldürüp yollarına devam
etmemelerine şaşırdım. Ortalık bu kadar karışmışken her şeyi resetlemek en iyi
çözüm gibi geliyor bana. Belki de bu yüzden dünyayı ben değil, onlar yönetiyor.
Polat tam manasıyla gemileri yakmış. Yıllar önce Los Angeles’de
sessiz kalma anlaşmasını bozmayı kafaya koymuş. Elif’in mezarına gömdüğü
belgeleri aldı. Fakat her gizli belgenin dünyaya kolayca yayılamayacağını
öğrendik. Kısaca hacker’imiz Echolon’dan bahsetti. Bazı kilit sözcükler var ve
bunlar herhangi bir iletişim mecrasında her kullanıldığında bir denetimden
geçiyor. Yani bazı karar vericilerden onay almadan hiçbir şey yayamazsınız.
Dizi burada aslında Wikileaks ve daha başka büyük skandallar hakkında da fikrini
söylemiş oldu.

En güzeli gece girmek. Gündüz çöl çok sıcak olur.
Peki Polat ne zaman önüne çıkan engeller karşısında pes
etmiş ki? O düzeni de yıkmaya karar verdi. Farklı ülkelerdeki ana sunuculardan
birine direkt ulaşım gerekiyordu ve en zayıf yeri seçtiler: “Operasyon Mısır!”
Böylesi bir engelin varlığından belli ki Polat Alemdar
habersizdi ama Amon’un habersiz olması imkansız. Öyleyse bu neyin anlaşmasıydı?
Polat’a neden karşılığında hiçbir şey almadan bir kredi tanındı? Umarım gelecek
bölümlerde cevabını alabiliriz
Hitman Polat
Bilgisayar oyunları dünyasında Hitman adında kendi çapında efsane bir oyun vardır. Oyunda Codename
47 adlı özel yetiştirilmiş suikastçimiz kılıklar değiştirerek, hızlı ve
sessizce adamlar öldürüp izlerini silerek operasyonlar yapar.
Polat, Operasyon Mısır’da tam bir Hitman’di. Hiç acele
etmeden tek başına adım adım sızdı içeriye. Gerçekten güzel kurgulanmış bir
plandı. Ana sunuculara kadar ulaştı, sistemi çökertti ve mesajı verdi, “Bu topraklardan kanlı ellerinizi
çekeceğinize söz verdiniz ama sözünüzde durmadınız. 13 yıl önce bugün 11
Eylül’de yazdığınız oyunu bozuyorum. Dünya artık sizin sahneniz olmayacak.
Bundan böyle yaptığınız hiçbir kirli anlaşma, hiçbir kanlı pazarlık gizli
kalmayacak. Dünyayı örümcek ağı gibi sarmış sisteminizin sonu geldi. Ben bu
oyunu bitirmeye ant içtim. Dünyanızı başınıza yıkacağım!” Şimdi onlar
düşünsün! Öte yandan bu mesajla ölmediğini herkese duyurmuş oldu. Onu da artık Tatar
Polat düşünsün.
Konteynırdan üs kurarsanız böyle yıkarım işte.
Belgelerin dünyaya ulaşması oldukça keyifliydi. Sims oynayan
terör örgütü lideri Kardinal’den “yat yat
yat” diye laboratuvar basan FBI’a kadar keyifle izledim. Laboratuvar
baskınında son dönemde Batı Afrika’da gittikçe yayılan Ebola virüsünün
arkasında da bu gücün olduğunu öğrendik. Anlaşılan dizinin yaz boyunca gelişen
her olay karşısında söyleyecek bir sözü var.
You know nothing
pislik herif...
Abdülhey’e kıyan Pislik Herif de olayların arkasında
Polat’ın olmadığını bilmezken televizyondan dünyada çıkan tüm karmaşayı keyifle
izliyordu. Bu bize gösteriyor ki adam alt düzey ama iyi bir tetikçi. İçinde
bulunduğu örgütün neler yaptığıyla ilgili bir fikri yok. Sadece Ebola olayını
tanıdı ki o da gene sahaya inip eyleme geçirilmesi gereken bir vakaydı.
Olayların arkasında Polat olduğunu görünce tam bir ‘kapak’ anı yaşandı. Uuuuu
beybi keyiflendirmedi değil. Fakat masanın üstündeki tableti görünce yine
keyfim kaçtı. Adamların sınırsız kaynakları var ama yine de tablette kılıf var.
Böyle böyle zengin oluyorlar işte.
Üstad’ın çok geçmeden uyanması akıcılık açısından sevindiriciydi. Bu adam 10 bölüm uyanmaz diye korkmadım değil. Cahit’le, Fehmi Kuzuzade serbest kaldı ama Cahit’i nereye götürdüler tam bir muamma. Bir de üstüne Ömer Baba'ların evi talan edilip, Cahit’e ait kasetler adamların eline geçince Cahit’in geleceği gerçekten endişelendirdi beni. Bu arada 11 yıldır mekanların önüne dikilen korumaların daha kurşun dahi atamadan hep kolayca öldürüldüğünü gördük. Yine aynısı oldu. Kapı önüne dikilen bir adam da işe yarasa da kötüler gelirken heyecan yapsak.
Ömer Baba'nın evi talan edilince Polat Alemdar mesajı aldı,
“Sevdiklerin artık güvende değil.” Herkesi koruma altına almaya çalıştı. En
zayıf nokta tabii ki hac vazifesini yapan Ömer Baba ve Nazife Anne'ydi. Bizzat
oraya gitmeyi tercih etti Polat. Bu sırada Ömer Baba anladığımız kadarıyla
İslam Dünyası'nda önemli bir entelektüelle konuşuyordu. Kalkarken bir başkası da
selam verdi. Ömer Baba çok enteresan adam. Sıradan bir imam ama Aslan Bey’e
Ortadoğu’yla ilgili rapor hazırlayan da oydu, belli ki İslam aleminin tanıdığı
adamlardan saygı gören de o. 11 yıldır çözebilmiş değilim Ömer Baba'yı.
Buradan anlaşılmıyor ama...
Suudilerinki küçük
Polat, Mekke topraklarına girince hafif bir hayal kırıklığı
olmadı değil. Amon’un dokuz sene önceki Hummer’inin yanında Suudilerin Hummer’i
alışveriş sepeti gibi kaldı. Bir de Suudiler zengin olur derler. Bari normalinden
uzun olsaydı... Ömer Baba ile Nazife Anne olacaklar içlerine doğmuş gibi birbirleriyle
konuştular. Bir şeyler olacağını bize hissettirdiler. Ömer Baba orada ölmek
istiyordu. Aslında odayı ve manzarayı görünce ben de orada ölmek istedim ama,
tamamen farklı sebeplerden.
Aynı anda IŞİD’i simgeleyen örgüt de oradaydı. Daha önce
Abdülhey’in katilinin ve IŞİD’in halifesi Bağdadi yerine konmuş adamın yanında
gördüğümüz o karizmatik olmaya çalışan adam 5-6 kişiyle beraber otele sızdı.
Polat yine müthiş bir dikkatle kamera kayıtlarından ipucunu yakaladı ve sonuna
kadar gitti. Adamlar bodrumda binanın taşıyıcı kolonlarına bombalar yerleştirmiş.
Önceden uçak kullanıyorlardı. Belli ki böylesi daha ekonomik. Polat kutsal topraklarda
kan dökemezdi. Duruma Osmanlı vari bir çözüm buldu. Kan dökemez ama bu
öldüremez anlamına gelmez. McGyver tarzı bir çözüm buldu ve önce bodruma su
basmasını sağladı sonra yüksek gerilimli bir kabloyla çıktı karşılarına...
Ne yaparlarsa yapsınlar bu sefer alayına gidecek. Hem de atla.
Demokrasilerde ve
Polat Alemdar’da çareler tükenmez
O an gerçekten Polat bu sefer nasıl kurtulacak diye
düşünmeye başladım. Yine sınırları zorlayan güzel bir kurgu yapılmıştı. Karizmatik
olmaya çalışan adamla ilk kez burada karşı karşıya gelmiş oldular. Adam tabii
ki Polat’ı öldüremezdi ama gitmesine de Polat engel olamadı. “Çok önemli bir
misafirim var.” dedi ve gitti. Bundan sonrasında bu sefer de komando Polat
Alemdar’ı gördük. Yıllar geçiyor, saçlarına aklar düşüyor ama hâlâ çevik, hâlâ
güçlü. Borulara tutunarak çektiği sahneler aslında diğer bu tarz yerli yapımlar
için ders niteliğindeydi. Son saniyede bombaların patlamasını engelledi. Son
saniyeleri en az Amerikalılar kadar seviyoruz.
Oteli kurtardık diye sevinirken planın zaten otel olmadığını
anladık. Bu da bodrum katta geri sayım düğmesine basmaya çalışarak ölümü göze
almış adamların Polat’ı neden vurmadığının açıklaması oldu. Meğer tüm o plan
Ömer babayı kaçırmak üstüne kuruluymuş. Polat’ı iyi oyaladılar. Adam Ömer Baba'yı kaçırdı ve kutsal olmayan topraklara götürdü. Nazife Anne'nin de duası
kabul olmuş oldu.
Ne kadar çabalasa da Polat bir kez daha sevdiklerini
koruyamadı. Yine de Ömer Baba'ya bir şey olmayacağını anladı. İşin arkasındaki
Amon’du ve artık görüşmelerinin zamanı gelmişti.

Hmmmh çok rahat...
İşte O an!
Dizi aslında ilk bölümde gayet tempolu ve hareketliydi. Hani
Andy Garcia olmasa da gayet güzel bir sezon başlangıcı yapmış olacaktı. Bu
noktada Andy Garcia bizler için bir Ünal Aysal Çileği haline geldi. Korkutucu
bir müzik eşliğinde, tapınak gibi bir yerde son derece görkemli bir koltukta
otururken gördük onu. Hani izlemeye direkt oradan başlasam Andy Garcia’nın Kont
Dracula olduğuna yemin edebilirdim. Elinde bir kadeh kanla dişlerini göstere
göstere gülümseyebilirdi. Yapmadı tabii... Polat’ın gönderdiği Kara Zarf'ı aldı ve
kokladı. Belli ki dokuz yılda Polat'ın kokusuna hasret kalmış. Polat da bu hasrete
son vermek için onu ayağına çağırıyordu.
Her şeyin sonunda gelecek hafta kendi günümüzde, kendi
saatimizde yine ekran başında olmak için yeterince sebebimiz var. Özellikle Dublin konusunu çok merak ediyorum.