Mustafa’da tazı burnu var. Belayı kilometrelerce öteden kokluyor. Yine oturduğu yerden Yüce Efendi’nin en büyük oyununun kokusunu aldı. Bir darbe girişimi daha… Aramızda bu milletin darbeyle 60’da 80’de tanıştığını sananlar olabilir. Oysa darbe bizde ata sporudur. Yalnız Yüce Efendi de hakikaten muazzam plan kuruyor. Hani kendimi bir an Mustafa’nın yerine koydum. Ne yapsa adama yarıyor arkadaş. Bu nasıl bir kuşatmadır? Tüm girişimleri bertaraf ediyorsun, bu sefer de Padişah’ın otoritesi sarsılmış görünüyor. Karadenize yağmur yağsa adamın çöldeki çiçeği açıyor be karşim. Mustafa’nın şansı da bi o kadar kötü gidiyor. Bıçak Ali’yle denedikleri felç testi tüm işleri allak bullak etti. Ah Yüce Efendi ah…
Sansar’ın edebi yanına hayran kalmamak elde değil. Mektup üstüne mektup yolluyor adam. Bir sevdiği olsa Kafka’ya bağlaması işten bile değilmiş. Bir mektup daha uçurdu Filinta Mustafa’ya ki hooop kendimizi yine o hastane odasında bulduk. Altında düğün salonu mu vardı, ne vardı anlamadım odanın geleni gideni bitmiyor yahu. Şikayetçi miyim? Şikayet eder gibi yazdım ama vallahi değilim. Bu sahneler hep bir hesaplaşmayla geçiyor ki bayılıyorum.
Hemşiranıma söyleyeceğim benim odamı değiştirsinler BIK-DIM
Bu sefer hesaplaşma Celal, Farah ve Ruhi Paşa arasındaydı. Şimdi ölmüş adam arkasından kötü konuşacağım Celal’in bu kadar odun olmasına şuan bile şaşıyorum. O kadar zorlandıktan sonra Farah’a kendini pat diye açmasına da anlam verememiştim ama meğer ecel gelmeden içinde kalanları hallediyormuş. Celal ile Mustafa karşılaştığındaysa iyi bir dövüş izleyeceğiz diye çok sevinmiştim. Silahlar konuştuğundaysa içim gitti. Padre bu dizide en çok canımızı acıtan karakter ama onun tüm odun kafasına rağmen mağduriyetini ve Ruhi Paşa’nın özlemini biliyorduk. Olayları anlamasını, pişmanlığını görmek isterdim.
İlk kurşun tamamdı… Fakat sonrası parçalayıcı oldu. Karlı bir İstanbul gecesinde, bir sokak arasında çok ağır bir dram yaşandı. Farah’ın yalvarmalarına, Ruhi Paşa’ya rağmen Mustafa’nın tereddüt etmemesi benim bile içime oturdu. “Tamam öldü, yeter” repliği eminim o ana kadar hiçbir şey hissetmeden izleyenlerin dahi içini cız ettirmiştir. O an Padre’nin fikri de yaptıkları da önemsiz bir hale geldi. Aslında Farah da önemsizdi. Ruhi Paşa beni perişan etti. Bir babanın cehennemini yaşadı. Eli silaha gitti ya, çekip Mustafa’yı vurması konusunda bahis açılsa kesinlikle vuracak derdim zira ben vururdum. Kolundan vururdum, bacağından vururdum ama vururdum. Ruhi Paşa vurmadı…
Ben konuşurken yüzüme bakacaksın eşşek sıpası!
Ruhi Paşa vurmadı ama bunun faturası çok ağır olacak. Hani hikayenin sonunda “bende bu kuyruk yarası sende bu evlat acısı olduktan sonra biz dost kalamayız” diye söylenmiş ya… İş yavaş yavaş oraya gidecektir. “Affettim” lafını Ruhi Paşa’da dil söylese göz söyleyemez. Söyleyemez. Mustafa ile Ruhi Paşa artık beraber kalamazlar. Çok kötü oldu çok. Yüce Efendi bin plan kursa, her şeyi önlerine dökse yine de onlarda böylesi iyileşmeyecek bir yara açamazdı. Bundan sonra ne olacağını tedirginlik içinde takip edeceğim.
Büyük planın ilk adımı Şehzade Mehmet’i ortadan kaldırmak. Boks maçı gerçekten renk kattı. Keyifle izledik. Yalnız Aliciğim o kadar açılarak yumruk atmaya kalkarsan iki tane direk yersin ki hakikaten yıldızları görürsün. Yine de Ali balyoz gibi indirdikçe keyiflenmedim desem yalan olur. Bu arada boksu da hiç sevmem. Spordan da saymam. Neyse, Şehzade’yi maşallah bi gülerken gördük, bi vurulduğunu gördük, bi de cenaze namazını gördük. Şimdi bu şartlarda Şehzade’nin öldüğüne beni kimse inandıramaz.
Sancakta sakalsızken de arkadaşlar Marlon Brando'ya benzetirdi söylemesi ayıp..
Şehzade Murat’la yapılan pazarlık basit: Seni tahta çıkartalım. Sen de Meşruti İdare’yi ilan et. Sanırım bizim Meşrutiyet dediğimiz şeyden bahsediyorlar. Gerçekten o noktaya geldiysek Murat tahta kesinlikle çıkacak demektir ama işlerin bu şekilde yürüyeceğini sanmıyorum. Zira bize bu durumda bir Abdülhamit Han lazım gelir ki bu kadar ağır bir karakteri birden karşımıza çıkartamazlar. Kaldı ki tüm tarihi akışa rağmen mevcut Padişah'ı duruşuyla ve tutumuyla ben daha çok Abdülhamit Han’a benzetiyorum ama bunlar da önemli değil. Zira Filinta bire bir tarihi alıp dizide uygulayan bir yapım değil. Tarihten fazlasıyla beslendiği çok açık ama onu tarihte yaşananlarla değerlendirirsek hata ve haksızlık yaparız. Hikayeye kurgu açısından bakmamız lazım.
Kurgu ise bize farklı şeyler söylüyor. Yukarıda söylemiştim. Tekrara düşeceğimi bilerek tekrar söylüyorum ki, tarihe bakarsak bizi bambaşka bir senaryo bekliyor. Fakat kurgu başka bir şey anlatıyor. Sansar hastaneye gelip Leyla’ya dedi ki “yarın, yani darbeden bir gece önce Mustafa gizlice Padişah’ı saklayacak. Yerini öğrenmelisin.” O gece Leyla ve Mustafa’yı kaçırdılar. Mustafa ötmeyince tarihi bir gece öncesine, yani Mustafa’nın kaçıracağı geceye çektiler ki Mustafa da engel olamasın. Mustafa yediği yumrukla bayıldı bayılmasına ama herhalde 24 saat sürmedi bu baygınlık.
Hayvan seven insandan zarar gelmez^^
Bence Mustafa’nın adamlardan kurtulması ve koşuşu, darbeci paşaların planlarını anlatmasıyla sadece bir yere kadar paralel gitti. Zira Mustafa darbe tarihinden bir gece önce kaçırılmışken aynı gece kurtuldu. Yani darbeye daha 24 saat var. Son sahnedeki sarayın etrafını kuşatma ve Mustafa’yı vurma olayları tamamen paşaların hayali olsa gerek. Fragman aksini söylüyor ama timeline’da bariz bir hata yapmadılarsa ki hiç sanmıyorum paşa henüz kılıcıyla Padişah’ın huzuruna dalmadı. Zaten kılıç neymiş ki? Osmanlı’da padişah kanı akıtılmaz.
Filinta 45. Bölüm'ün finaliyle yine hepimizi allak bullak etti. Fragman ve tarih aksini söylese de ben kurguya inanmayı tercih edeceğim. O yüzden fazla merak içinde kalmadan rahat bir hafta geçireceğim. Fakat sanılmasın ki gelecek bölüm için heyecanlanmayacağım. Zira bu dizide her hafta olaylarrr olaylarrrrr…
Haftaya görüşürüz.
İşte Ağır Roman'ın malum sahnesi. Ağır Argo içerir...