Emel Sayın’ın aynı adlı şarkısından alıntıladığım okumuş
olduğunuz bu başlık, benim nezdimde birkaç haftalık Kiralık Aşk’ı özetlemeye
yetiyor da artıyor bile. Gerçek alemi anlatışları yeterince iç gıdıklamıyormuş
gibi bir de düş alemleriyle bizi haftalarca tesirleri altına alıyorlar
bildiğiniz üzere. Ve eğer siz, düzenli bir Kiralık Aşk seyircisiyseniz
izlediğiniz bu rüyaların yarınlarda bir gün kendi aleminden taşıp gerçekliğin
ta kendisinde can bulacağını da mutlaka bilirsiniz.
Sinan’ın evvela çamurlara bata çıka ilerlediği, sonrasında
sinemada Ömer ile beraber bir dönemin efsanesi Yeniay’ı izlerken gerçekleri
patır patır döküldüğü rüyasını ilginç buldum. Kendisi günlük yaşamında da en az
aşk hayatında olduğu kadar bukalemunvari bir minnoşluğa sahip olduğundan dolayı
çoğu zaman olaylara karşı duruşu ne olacak kestirmek biraz zor oluyor.
Hatırlatırım, bir zamanlar Defne’yi tam Ömer’e her şeyi anlatacakken
konuşmalarına salça olup durdurmuş olsa da sonrasında Necmi Amca ile bir olup
bizzat anlatmaya karar vermişlerdi ve ardından bir güzel de şöyle eklemişlerdi:
“Ömer dönecekse sırtını bize döner. Defne ile mutlu olurlar en azından.”
Defne’den icazet alamamış olmaları onları durdurmuştu ancak
görüyoruz ki Sinan’ın bilinçaltı Ömer’e bütün gerçeği anlatmak için can
atıyormuş fakat içlerinde bir taraflarının hala bencil olduğunu öğrenmek beni üzdü. Zira artık Ömer'in Defne ile yaşayacak olduğu mutluluğundan çok, onlara sırt çevirmesinden bir hayli çekiniyor gibilerdi. Her şeye rağmen, geçmişe gittiğimiz bölüm vesilesiyle Sinan’a buz tutmuş yanımın
hafif hafif çözülmeye başlamasından mıdır bilmem, bu rüya gözümde Sinan’ı bir parça daha minnoş yaptı. Bundandır ki eteklerdeki taşların bir an önce ortalığa
dökülmesinin baş savunucularından olan ben, içimdeki büyük bir buz kütlesini sıcacık sulara bıraktım ve gitti.
Ben yine de istediğim kadar olduğum yerde “Gerçekler fora!”
diye söyleneyim durayım, saklanan sır ekran başında izlerken istediği kadar
anlatması kolay kurtulması basit görünsün, işin aslı hiç de öyle değil hepimiz
bunu az çok biliyoruz. Sonuçta bu küçükken yapmış olduğumuz, bize sorduklarında
da sonuna kadar inkar ettiğimiz kabahatimiz, büyüyünce annemize “Aslında o öyle
değil, böyleydi.” diye doğrusunu anlatıp katıla katıla güldükten sonra unutup
gideceğimiz basit bir yaramazlığımız değil maalesef. Ortada hali hazırda hiçbir
yarası tam olarak kapanmamış, geçmişteki her acısını bugününe eksiltmeden
taşımış ve bu yaraların üstüne her gün yenisi eklenen bir beyefendi (Ömer’im
İplikçi’mden bahsediyorum tabii ki de) varken kolaylıktan kim bahsedebilirdi ki
zaten?
Şimdi ben de böyle “Ömer her şeyi bilsin” diye geziniyorum
ortalıkta ama lütfen yanlış anlamayın. Ömer’i fiilen yaralayıp, mahvetmek değil
amacım. Aksine sır düğümü çözüldükten sonra Ömer’in birazı Defne tarafından
açılmış birçok yarasının şifa bulacağını düşünüyorum. Çünkü bir parça da olsa
Ömer’i hasta eden şey ikili ilişkilerindeki bu belirsizlik ve gel gitler.
Elinde “Her şeyin sebebi buymuş” diye tutunabileceği bir dalı olunca içi
ferahlayacak, yüzü gözü açılacakmış gibi
geliyor bana. En azından aç oturduğu sofrasından tok kalkar artık diye ümit
ediyorum. Ha keza affetmesi zaman alacak onu da biliyorum ama bildiğim bir şey
daha var ki, Defne’yi affetmek ona çok iyi gelecek. Affedilmiş olmak da
Defne’ye aynı şekilde iyi gelir mi tahmin etmek zor. Ben Defne’nin kendisini
affetmesinin daha uzun zaman alacağını düşünüyorum. Bir başkasını affetmek,
hatalarını yok saymak her zaman daha kolaydır çünkü. Zor olan insanın kendi
hatalarını kabullenip onların getirdiği pişmanlıklarla yaşamaya alışmak zorunda
kalmasıdır. Zaman burada da marifetini gösterip herkese ilaç mı olur, yoksa
yandıkça yanmaya mı alıştırır artık orasını da izleyip göreceğiz. İşimiz de o
noktadan sonra artık rüyalara kalıyor. Rüya tabirlerine baktık, aynı şekilde
kahve fallarına da. Ufukta size üç kişi olmalar görünüyor sevgili müstakbel
İplikçi ailesi, mmhıhıhı!

Hayata karşı duruşum: Koray Sargın'ın baş havlusu.
Allah’ım çok mu suratımız asıktı, çok mu içimiz kan
ağlıyordu da sen bize Koray’ı yolladın ya rabbim? Gülmekten izleyemedim resmen.
Gingerella Koray’a ba-yıl-dım! Burhan Altıntop’un “Zencefil”inden sonra çıta
resmen Everest’te, tartışma bitmiştir. Şu dizide Koray’ı en çok Ömer ile
izlemeyi seviyorum. Birbirlerine o kadar zıtlar ki Koray’ın çenesiyle Ömer’e
yaptırdıkları beni benden alıyor, daha da geri bırakmıyor! Ömer’in bir kahve
falına bakmadığı kalmıştı, çok şükür o da oldu. Bütün imkan ve şeraitlerde dahi
kurtarıcı meleğimiz Koray Sargın, 2015’in getirmiş olduğu tek tük güzel
şeylerden birisin. İyi ki varsın.
Fikret Galo adeta bir Tom ve Jerry’deki yüzünü göremediğimiz
zenci kadın, bir Powerpuff Girls’deki başkanın yine yüzünü göremediğimiz
sarışın sevgilisi, efendime söyleyeyim şu an adını unutmuş olsam da Dedektif
Gadget’ta sadece bir koluyla kedisini severken gördüğümüz o kötü adam falan
oldu. İsmi vardı cismi yoktu ve bu onu biraz ürkütücü yaptı doğruya doğru. Ben
sonlara doğru nur cemalini gösterir sandım ama her şey gayet basitçe biz onun
elini, kolunu, bacağını bile göremeden halloldu bitti. Haftaya Cheri’ye
geldiğinde görür müyüz bilemedim? Fikret Galo aslında yokmuş, Yasemin de
tuzlukmuş öyle diyolla…
Ay Yasemin, vay Yasemin. İyi olacağım derken kaşını gözünü
çıkardın bütün güzel duyguların. Arabada İso’ya “Beni bırakma” diye yalvarmalar
otelde Sinan’a Sude’yi sorduğu için triplenmeler falan “tövbe estağfurullah bir
şey” oldun sen. Bihter Ziyagil bile senin kadar çok git gel yaşamamıştı iki aşk
arasında, maşşallah seni takip edebilene aşk olsun! Bilmiyorum bir tek bana
böyle geliyordur belki ama bu cephede suların bir an önce durulmasını
istiyorum. Yasemin ve Sinan arasındaki bu karmaşa beni boğdu, içimi sıktı. Ne
olacaksa olsun yani bir an önce, cılkı çıkmaya başladı. Aynı Neriman’ın ölüp
bitmeleri gibi.
Bir dilek tuttum, içine seni koydum
Uzun lafın kısası bendeniz keşke rüyalar gerçek
olsa diye zıp zıp zıplarken, Sude’nin bu oyundan haberdar olması hiç iyi olmadı
şu an için. Sanki kendisi sütten çıkmış bir ak kaşıkmış gibi Defne’ye olan
tavırlarının ani değişimi, bakışı, duruşu beni bir gıcık etti yine. Sude’ye
ısınmaya başlayan yanım hemen buz tutmaya başladı. Hele bir de Ömer’e
söyleyeceğim de söyleyeceğim diye tutturuşu, al kafasını sürt duvara kıvılcım
çıksın siz de rahatlayın ben de, sevgili Kiralık Aşk ailesi. Konunun
muhatapları konuşma orucu tuttukları için tabii, ilgisi alakası olmayan her
kafadan bir ses çıkmaya başlıyor işte ne yaparsınız?
Üzülerek söylüyorum, Sude’nin bu itiraf hevesi kesinlikle
Ömer’i düşündüğünden değil. Üzülüyorum çünkü tek derdi, şu an yaşadığı her kötü
şeyin sorumlusu tuttuğu (neresi kötüyse, her şeyi şımarıklığından) biricik
kuzeninin yerle bir oluşunu izleyip, kılını bile kıpırdatmadan başkalarının
hataları vesilesiyle almış olduğu intikamının sefasını sürerken zevkten dört
köşe olmak. Halbuki yaşadığı ne varsa kendi elleriyle hazırladı, başına gelen
her şeyin tek sorumlusu yine kendisi ama gel de anlat işte şımarık prensese.
Benim diil mi söyliycem!
Sude değişir mi acaba diye çok sorguladık ancak, kumaş
defolu olunca altın iğneyle de dikseniz yine hatalı, yine hatalı. Ancak ne
kadar kızgın olursam olayım, Sinan ile ilgili yaşamış olduğu hayal kırıklığını
ta içimde hissettim. Yazıklanmadan edemesem de bu evrem çabuk geçti. Çünkü
kendisi hala inatla “Ömer’e anlatacağım ve beni durduramayacaksın!” diye
çirkefliğin dibine vurmaktaydı. Olsundu, havlayan köpek ısırmazdı. Yoksa çoktan
ısırmış mıydı?
Son sahnede olmuş olabilecekler dahilinde izleyiciler olarak
ikiye ayrıldığımızı var sayıyorum:
1) Sude her şeyi anlatmıştı “Bak beni durduramadın, Ömer’i
kendi ellerimle mahvettim nihahaha!” diye pis pis gülüyordu.
2) Anlatmamıştı, “Anlatacağım diye nasıl korkuttum ama!
Hepiniz mum oluceksiniz önümde mum!” diye sırıtıyordu.
Her ne kadar bir an önce Ömer’in her şeyi öğrenmesini
yürekten arzulasam da, anlatan kişinin Sude olmasını kesinlikle istemiyorum. Bu
konunun en son ilgilendirdiği kişi Sude. Resmen “Ne alakasın sen?!” diye
bağırasım geliyor. İnşallah anlatmamıştır, zira kapıya çıkanın yalnız Sude
oluşu Ömer’in sırrı öğrendikten sonra içerilerde bir yerlerde kalpten gittiğini
düşünmeme sebebiyet veriyor. Aynı şekilde Hulusi Dede’nin de yüreğine inmiş
olması da kuvvetle muhtemel. Ömer ile Hulusi Dede beraber artık hastanede yan
yana yataklarda yatarlar, bahaneyle barışırlar. Tabii eğer Defne yine
kaçmadıysa…
Haftaya görüşmek üzere, kendinize iyi bakın…