HBO’nun 29 Haziran’da yayınladığı yeni fantastik drama
dizisi The Left Lovers’ın ilk bölümü, Amerika'da 1.77 milyon seyirci buldu. 71 dakikalık pilot bölümü izlerken ilk
aklıma gelen ABC’nin dev hava ile başladığı ancak bir sezon zor ayakta kalan
dizisi FlashForward oldu, Allah
bunun bahtını benzetmesin.
Tom Perrotta’nın aynı adlı romanından Damon Lindelof ile
birlikte senaryolaştırdığı
The LeftLovers,
Peter Berg’ün rejisi ile ekrana uyarlandı. Dizi dün gece Digiturk'te prömiyer yaptı. Damon Lindelof,
Lost’un yaratıcı ekibinden hatırladığımız 1973 doğumlu bir televizyon yazarı.
Rivayete göre
Lost’un kafa açan final tartışmaları sırasında Lindelof da baskıya dayanamamış ve Twitter hesabını kapatıp gitmiş. Duygusal bir arkadaş olduğu
kesin bilgi. Geri döner mi bilinmez ama eğer bu sosyal platform’a yeniden
gelirse Lindelof’un fazla üzerine gitmemek lazım. Lindelof, sonu histeri krizi
de olsa
Lost esnasında ödül de aldı, adaylıklar da yaşadı. Umarız tüm
olanlardan damıttığı tecrübeyi ve geçmişinde parıldayıp duran şanlı ‘Marvel
yazarlığı’ etiketinden de gaz alarak bize izlemesi keyifli bir dizi sunar.
The Leftovers’ın rejisinde karşımıza çıkan Peter Berg ise
Hollywood’un en sevdiği ‘multi-talent’ adamlardan. Yani oynar, yazar, çeker,
prodükte eder tiplerden. Evet, ‘profesyonelleşmek lazım her dala konulmaz ki?’
diyen eski kafalılara göre değil bu ‘çoklu yetenek’ işi lakin mesleki
kariyerleri bu yöne doğru evrilenler isimlerini hızla ‘kazananlar listesi’ne
ekliyor. Berg, kişisel olarak sevdiğim yönetmenlerden
biridir. “Neler yapmış?” diyenler
IMDB’ye göz atsınlar. Berg, pilot ve ilk
bölümü yönettiği gibi hikayenin içinde görünmekten de geri durmamış. Bu kadar
soru işaretiyle başlayan bir hikâyeyi 71 dakika izliyorsanız orada tartışmasız
bir reji başarısı vardır.” diyenlerdenim, o yüzden pilot bölümün bende
bıraktığı, “Anam bu çok bıçak sırtı bir iş her an ellerinde de patlayabilir.”
duygusunu hafifleten tek şey Berg’ün kurduğu dünya oldu.
Gelelim hikâyemize... Güneşli bir Ekim sabahında (14 Ekim
diye gün bildirdiklerine göre ileride lazım olur, koy cebe)) sıradan insanlar
işiyle gücüyle ilgilenirken bazıları aniden ortadan kaybolmaya başlar. Pusette
bebek, direksiyondaki emekli teyze, market arabasını süren baba, köpek gezdiren
koca derken, öğreniriz ki dünya nüfusunun %2’si kuş olup uçmuş ve olayların
üzerinden tamı tamına üç yıl geçmiştir. Bu arada unutmadan söylemeliyim ki
hikayenin izin verdiği ölçüde muhatap olduğumuz ‘Kaybedenler’ aslında tam da kaybolanlardan
müşteki hatta bıkkınlık sınırında duran insanlardı. Sam, ağlamaktan morarırken
annesi inceden de olsa içinden, “Yetti lan!” demiş midir? Ya köpek gezidirken
kaybolan kocası için “itin tekiydi” tadında konuşan Hanım Teyze? Bu hikayede
bizi bekleyen ders olarak seçilen ata sözü ‘Kör ölür badem gözlü olur” değildir
umarım.
Kevin Garvey rolünde Jennifer Anniston'un uzatmalısı Justin Theroux oynuyor.
Ekran kararıp açıldığında olayların üzerinden üç yıl
geçmiştir. Hikâyemizin kilit kahramanı olduğu daha kadraja girişinden belli
olan Kevin Garvey (Justin Theroux) anlarız ki olayların odağı
olarak seçilen Mapleton kasabasının Polis Şefi’dir. Sabah koşusunu yaparken bir
sokak köpeği ile karşılaşır. Derken plakasız kamyonetiyle orta yaşlı bir dazlak
(Michael Gaston)
ortaya çıkar, çiftesini doğrultur ve hayvanı tek seferde kafasından BUUUM!! Biraz
hayvan telef etmişler. Role Caption’da uyarı görmesem de zarar görmemiştir
hayvançeler, eminim.
Nefesini boşa harcama!
The
Leftlovers izleyen çoğunluğun yazarın taammüden
yönlendirmesine kapılıp, tıpkı kasabalılar gibi beyaz giyip durmaksızın sigara
içenleri “Deli” ilan etmesi bence bu projenin en ilginç ve gözlenesi yanıydı.
Oysa çeşitli platformlarda okuduğum eleştirilerde kafadan deli ilan edilenlerin
aslında bir tür kefaret ödediğini düşünüyorum. Durkheim okuyanlar hatırlar bu
ilkel toplum geleneğini… Afrika’da mukim Warramunga Kabilesi'nin ölenlerin
ardından yıllarca susarak yas tuttuğu hatta bu suskunluk esnasında da kendi
bedenlerine zarar verdikleri (Bakınız: Havuza atlayan Tom’un sırtındaki kırbaç
izleri) kayıtlanmıştır. Özetle yazarın da ‘The Guilty Remnant’ olarak adlandırdığı
suskunlar ile biz umarsızları temsil eden kasaba halkının vicdani ve ruhani çatışmasını
izlemek zevkli olacağa benziyor. Elbette Lindelof tıpkı Lost’ta yaptığı gibi
bir süre sonra SAÇMALAMAZ da elimize sağlam bir argüman verirse.. Bölümün muhteşem
müzikleri eşliğinde kaybolanlara atanan Mavi, Hannibal kaçkını Geyik, boş
çerçeveler, Wittgenstein vesair türlü biçim metafor etrafta bir göç mevsimlik
ömrü olan kırlangıçlar gibi uçuşurken, The
Leftlovers yaz sıcağında izlemeye değer bir proje gibi duruyor. Bütün
bunlar heveslendirmediyse de sırf Liv Tyler’ın çağın hastalığı ‘Botox- Dolgu-
Estetik’ tuzağına düşmediğini görmek için bile izlemenizi tavsiye ederim. İyi
seyirler..
Böyle işte..
R.