Bölüm
biter bitmez soluğu laptopumun başında aldım. İki şehir arasında mekik
dokumaktan adaptörü almayı unutmuşum. Böyle şeyleri unutmam. Nasıl unuttuğuma
şaşıyorum! Aceleye geldi. Unutkanlığımın bedelini tek mekânda ruhumu sıkmak için
ödüyorum. Hâlbuki gece meteor yağmuru
vardı. Hem denize bakıp yağmuru izleyecektim, hem de yazımı yazmayı
düşünüyordum. Olmadı...
İkisi de kaybetmekten korkuyordu. Kaybetmeyi kabullenmedikleri için sezgisel olarak aynı anda tavana bakmışlardı.
Mert
ve babasının zamansız ayar kaçırmalarından sıkılmaya başladım. Ota, dala
sarıyorlar. Edep, adap bilmemezlik aynı meşrepten gelmelerinden olacak. Misafir
gelmişsin işte. Tut çeneni. Otur oturduğun yerde. Yok, illâ arıza çıkaracaklar.
Neyse ki fazla büyümeden dikkatler başka yöne çekildi.
Bir şey eksik diyordum. Fazla meraklandırmadan Recep Efendi ile Mert günlük kavgalarını etti. "Kavga var, kan yok." diyecekseniz buyurun; o da var!
Gülfem’in
bastırdığı duygular yaşadığı olaylarla birlikte her bölüm gün yüzüne çıkıyor. İç güzelliğinin
farkına varmamış ülke gibi... Her bölüm o ülkenin farklı ücra köşesine yolculuk
ediyoruz. Keşfettikçe ona olan inancım artıyor. (Canan Ergüder, Gülfem yorumuyla kendine bir
kez daha hayran bırakıyor.) Kapıdan girdiğinde yüzünün ifadesi etkilenilmeyecek
gibi değildi. O andaki şokunu hastaneye
kadar atlatamadı. Yıllar önce kardeşini yastıkla boğmak isteyen Gülfem, yirmi
altı yıl sonra Cihan’ı kurtarmak için var olan gücünü harcadı. Cihan’ın
intiharıyla birlikte bir kez daha kırıldı. Göründüğünün aksine çabuk incinen
biri. Onu kanadı kırılmış serçeye benzetiyorum. Birinin kanatları altında
olmaya ihtiyacı var. Kırık olan kanadını tamir etmeye. Yenilenmeye. Güvenmek
birincil problemi. Aldatılmış. Kalp kırıklığı bu yüzden. Güveni sarsılmış. Nereye,
kime konacağını bilmiyor. Bu nedenle
kendine kibirden ve gururdan setler örmüş. Yıllar geçtikçe setler kalın ve
yüksek duvarlara dönüşmüş. Değişimini birden görmeyeceğiz. Zamanla ne demek
istediğimi anlayacaksınız. Gülru
niye bayıldı? Ne zaman ayıldı? Anlayamadım. Hastanedeki Gülfem & Gülru
sahnesi dişeme dokundu. Gülru’nun
bayılmasını ne kadar anlamsız bulsam da, iki Gül’ün bir adam için tek yürek
olması bir o kadar anlamlı ve dokunaklıydı.
Ortalığın yavaştan kızıştığını hissediyorum.
Gözler,
kalbin aynasıdır. Gözlerini Cihan’a sırlama.
Gülfem’in,
Ömer’e dediği gibi Cihan’ın beyninde hasar olsaydı, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar
kitabını okuyamazdı. Cihan’ın beynindeki en büyük engel Gülfem Sipahi’dir.
Postmodernizme gönül vermiş yazarlardan biri olduğu gibi bir solukta
anlayamazsın Oğuz Atay’ı. Kavrayabilmen için bazı şeyleri hazmetmek gerekiyor. Cihan’ın
ruhsal sıkıntıları yok değil. Fark ettiyseniz iletişim kuramadığından ve kendini
yalnız hissettiğinde kriz atakları geçirmeye başlıyor. Şimdilerde kalp ağrısı
sebebiymiş gibi görünse de krizin temel kaynağı Gülfem’dir.
Kimsenin
eski günleri satın alacak kadar zengin olmadığını Gülfem’den duymak varmış.
Gülfem,
kardeşini Gülru’dan kıskanıyor. Düşüncelerini Ömer’e deklare ederken alaycı
ifadelerini görmemek güç değil. Fakat Ömer, her zamanki gibi Gülfem’i haksız
buluyor. Bu konuda Ömer’e son derece katılıyorum. Kimseyi bulunduğu konum
yüzünden aşağılayamaz. Küçük gördüğü kızı tanımaya çalışmıyor bile. Onun için
hizmetçiden öte biri değil. Tatlı tatlı başlayan sohbetleri Gülfem’in "Kardeşime yakıştıramayacağım kızı sana mı yakıştıracağımı ima ediyorsun?" kriziyle son buluyor. Ah Gülfem, Ömer’e söylenecek söz mü bu? Gitti
işte.
"Gülfem Sipahi World of Fashion" ve Gülru!
Moda
atölyesi görmesem Türkiye’deki tek modacının Gülfem Sipahi olduğuna inanacağım.
Zannedersin Coco’nun atölyesi. Trafikten başım döndü. Tamam, atölyelerin yoğun
olduğu dönemler vardır. Sipariş alırlar ve yetiştirmeleri gerekir. Yetiştiremezlerse
hem yaptıkları mallar ellerinde kalır hem de yüklü miktarda tazminat öderler.
Bu nedenle ölümüne yoğun çalışırlar. Uyku o anda gözlerine haramdır. Yemek
yemek, tuvalete gitmek en büyük lüksleridir.Dizi mizanseni olduğu için biraz
abartılmış. Yani en azından "Nerde benim
stajyerim? Stajyerimi verin bana!" gibi inleyen asistanlar yoktur. Son derece
sessiz ve seri çalışmaları gerekir. Küçük bir hata zaman kaybına neden olur. Zaman
kaybı en kabul edilmeyen nedendir. Gülru atölyedeki sirkülâsyonu gördüğünde
şaşkın ördeğe döner. Hayalindeki gibidir. Nutku tutulmuştur. Oracıkta
geleceğini tasarladı. Aklına ödül alacağı günleri getir. Teşekkür konuşması
metni olmazsa olmaz. Koltuğa oturur. Patronmuş gibi hissetti. Kendini
kaybetmişti. Gülfem’in kapıyı çarpmasıyla rüyadan uyandı.
" ... Boş yere mağaramdan çıkarma beni.
Alışkanlıklarımı, özellikle yalnızlığa alışkanlığımı kaybettirme boşuna.
Tedirgin etme beni. Bu sefer geride bir şey bırakmadım. ... Beni bırakırsan sudan çıkmış balığa dönerim." - Tutunamayanlar
Yonca
giderek tehlikeli olmaya başladı. Söyledikleriyle yalnızca kendini kandırıyor.
Kör olmuş. Zenginliğin ve şöhretin
hevesine kapıldı. Gülru, her şeyi söylüyorsun ama ya aşk? Aşktan hiç
bahsetmiyorsun, dediğinde tıkanıp kalıyor. Onun istediği aşk değil, para. Taner
Hekimoğlu’nun başını döndürdüğünü zannediyor. Taner ise babasının izinden
gitmeye devam ediyor. Kızlar yüzünden kartını deyim yerindeyse patlatmış. Şevket,
Cahide Sultan'ın emri ile oğlunu uyarma nezaketinde bulunuyor. Dinleyen oldu
sanki. Aksine daha çok Yonca’ya sardı. Mebrure'nin, "Can yakanın illaki canı yanar
oğlum." nasihati Taner’in bir kulağından girip diğerinden çıkmasına sebep oluyor.
Yonca’nın ailesine ve patronuna söylediği yalanlar bini geçti. Eh, mum yatsıya
kadar yanarmış. Yalanları ayağına dolandı.
Çaldığı elbiseyi Gülfem görmesin diye nereye saklanacağını bilemedi. Eve
geç gelmesi Salih Efendi'nin canına tak etti ve kızını hastaneden almaya gitti.
Haliyle ortalık kızıştı.
Kafamda
bölümü burada bitirdim. Final bu kare olmalıydı. Gülfem’in reaksiyonunu zevkle
bekliyorum.
Gülru’nun
imdadına her zamanki gibi Ömer Bey yetişti. Muhteşem ikili, Taner ve Yonca’yı bulmak için
İstanbul’un eğlence mekânlarını aramaya koyuldular. Tesadüf budur ya... Gülfem, kimseye
yakıştıramadığı Gülru’yu Ömer ile birlikte gece kulübünde gördü. Bence Gülfem,
bunun acısını her ikisinden de çıkaracak. Ama kızılca kıyamet magazinciler
yüzünden kopacak. Başta Mert ve Salih Efendi bu durumu hiç hoş
karşılamayacak. Bakalım vaziyetlerini nasıl açığa kavuşturacaklar?

Bu haftaki bölümde Cahide Hekimoğlu karakteri yer almadı.
Çünkü Serap Aksoy, Güllerin Savaşı’nın
kadrosundan ayrılmış. Yapımcıyla anlamadıklarını düşünüyorum. Önümüzdeki hafta
yerine, son olarak Ağlatan Dans’ta izlediğimiz, Arsen Gürzap gelecekmiş.
Fikrimce daha iyi olacağını düşünüyorum.