Orkide mi, Papatya mı?
... Ben de büyüyünce Gülfem Sipahi olmak istiyorum.
Küçük bir çocukken, henüz dünyanın farkında bile değilken böyle etkin ve kararlı cümle kuracak kadar ne yaşadı? Aklıma; fanatizm, hayranlık, rol-model, idol ya da görünmez güçleri olan kahramanlar gibi birçok tanımlar geliyor. Teşhisini konduramıyorum.
 Devamında şöyle diyor;
 … Bu takıntı değil, bu benim kaderim!

Haklı. Kendince olmak istediği kimliği, bir nevi kader olarak görüyor.

Biraz önce yazdıklarım fragmandan aklımda kalanlardı. Göz ucuyla baktım. Ne zaman televizyonu açsam, bu akşam şu var desem kesinlikle izleyemiyorum. Yok, bir türlü olmuyor. Denk gelmiyor. Bir şekilde gece televizyonun karşısındaydım. Uzun lafın kısası, çoğu izleyenin de hem-fikriyle, Adını Feriha Koydum tadında, Türk televizyon izleyicisinin içini gıdık-latan bir hikâye olmuş.
Dizi, harikulade bir mekânın genel/dış çekimiyle ağzımıza bir parmak bal çalarak başladı. Hadi, itiraf edin. Benim gibi sizinde köşkü görünce orada ben olacaktım, dediğinizi duyar gibiyim.  Enver Sipahi’nin vefatı dolayısıyla Gülru (Damla Sönmez) başta olmak üzere evde çalışan herkes, taziye hazırlıkları telaşına kapılmıştı. Evin kâhyası Halide (Aslı İçözü) Hanımın, odaya girip emir yağdırması bile Gülru’nun mutluluğunu bozmadı. Beklediği vardı. Gözü o yüzden hep dışarıdaydı. Gülfem (Canan Ergüder) Hanım'ına kavuşmayı bekliyordu. İçinin kıpırtısı dışına yansımış, küçük bir serçe gibi heyecan içinde oradan oraya uçuşuyordu. Mutfaktakilerin telaşı daha farklıydı. Gelecek konuklara ikram yetiştirme derdindeler.  Pastalar, börekler, kurabiyeler. İşleri çok. – Eski Türkler, ölülerine aş vermeyi en önemli görev sayar ve yoğ adını verdikleri törenler düzenlerlermiş.İlk çağlardan beri ölenin ruhuna helva bağışlanırmış. Başka bir rivayete göre de ölünün ağzı açılsın, ölen kişinin ağzı tatlansın diye helva yapılırmış. Böylece bu anane, günümüze kadar sirayet etmiş.– Mesude (Meltem Pamirtan) geleneklerine bağlı bir karakter olduğundan azda olsa ruhuna gitsin, koksun istiyor. Bu nedenle tereyağında kavrulmuş, şerbeti iyi çektirilmiş – sevmediğim halde o an benim bile canımı çektiren – helva yapıveriyor.  Mutfakta bu tür telaşlar yaşanırken Gülru, Halide Hanımın isteği üzerine çiçekçiden orkideleri almaya gidiyor. (!)

Halide Hanım, yıllardır Sipahilerin evine hizmet etmiş emektarlardan biri olarak karşımıza çıkıyor.  İlk dakikada tarafını belirliyor. Aslında o veya onun gibiler-inin tarafı olmaz. Tek taraflı çalışırlar. Menfaatleri kendilerinedir. Rakiplerini alt etmek ister(ler) ve elde etmek için kanının son damlasına kadar savaşır.Günün birinde kendi attığı taşa ayağa takılır ve esas düşen de yine kendisi olur. Gülru ve ailesine sorun olacak. Başlarına dert açacak gibi. Hayırlısı.

Kan görmeye dayanamam doktor bey, ölüyorum. Bu yüzden bütün kirli çamaşırlarımı size emanet ediyorum.

Çok geçmeden Gülru’nun her daim aklından ve dilinden düşürmediği Gülfem hanımla tanışma şerefine nail oluyoruz. Donuk bakışından sonra kırmızı rujla süslenmiş dudaklarından çıkan tek cümle Ömer bey (Barış Kılıç) geldi mi? oluyor. Bizim mutfak takımı boş durur mu hiç? Hemen dedikodu kazanını kaynatmaya başlıyorlar. Dedikodusu yapılmayacak gibi de değil hani. Kadının üzerinden kibirle birlikte asalet akıyor.

Gülfem’in hayata karşı mesafesi oldukça açık. Kaybetmiş. Kaybettiği için kendine buzdan duvar örmüş. Bu duvar, onu ulaşılmaz kılıyor. Hâlbuki o ulaşılmaz tavrının altında ne kadar kırılgan, ne kadar incinmiş, incindiği için de bir o kadar umursamaz davranışlarını o dakikada hissede biliyorum. Derinliği olan biri. Gizlemeye çalıştıkça gözleri ele veriyor. Gözlerinin mavi derinliğinde kayboluyorum.

Cihan (Sercan Badur). Babasının ölümüyle iç dünyasına daha çok kapanan, odasından dışarı çıkmayan, puzzle yapmayı sekiz yaşından bu yana uğraşı haline getirmiş, iletişime geçebildiği tek kişi Gülru olduğu için ona karşı aşırı zaafı olan, obsesif, zaman zaman sinir krizleri geçiren bir karakter. Puzzle düşünmesine, düşündükçe kendi dünyasında daha çok kaybolmasına ve tüm olumsuzluklardan, o an için, sıyrılmasını sağlayan en iyi ikinci dostu. Cihan ile Gülru’nun bağırma sahnesi bir bakıma çözülme gibiydi. Bu çözülmeyle ufacık da olsa Cihan ve Gülfem’in yıllarca bastırdıkları duygularını az da olsa orada hissettiriyor. İkisi de yaralı. İkisi de çaresiz. 

Sen kimsin de bana karışırsın? Al sana şişe!

Mert (Yiğit Kirazcı) ve alkolik babası Recep Efendi (Turgay Tanülkü). Başlı başına tez konusu olur. Baba arıza. İçki içebilsin diye oğlunun cebinden harçlığını alabilecek,  istediğini alabilmek için çocuğunun kafasında rakı şişesi kırabilecek bir tip. Mert’i ve davranışlarını sırf bu adam yüzünden suçlayamıyorum. Ne görmüş ki ne olsun? Babalık vasfından haberi bile olmayan bir adamdan ancak Mert çıkardı. Paranoyaları var. Seviyesini ve dur denildiği yerde durmasını bilmiyor. Sevdiğini tam seviyor. Bu yüzden gözü kara. 2014 yılını yaşadığımız şu günlerde iki gönül bir olunca samanlığın seyran olduğu dönem çoktan kapandı. Sevmek karın doyurmuyor. Yiğitlik de fayda etmiyor. Şu an farkında değil. Ama o, bu mücadeleyi en başından kaybetti. Oyuna 1-0 yenik başladı. 

Kutunun anahtarı bulundu. Kilit yavaş yavaş açılıyor. Zaman, kilidin pasını törpülemesine izin verecek mi? Belki o zaman kutunun içindeki mücevheri görebiliriz?

Çiçekçilikte her çiçeğin kendine özgü anlamı vardır. Tıpkı isimlerin anlamı gibi. İnsanlar isminin getirdiği kaderi yaşar. Çiçeklerde böyledir.  Buna çoğu insan dikkat etmez, ama hepsinin anlamı farklıdır. Hissettirdikleri de. Farkında olmadan çiçek, sahibini bir şekilde bulur. Orkide ile papatya arasındaki fark, Gülfem ile Gülru arasındaki fark kadar açık ve nettir. Orkide gururu temsil ederken, papatya kalbin saflığını ve temizliğini ifade eder.

Bu hikâyede Gülfem gururu, Gülru ise saflığı temsil ediyor. Belki de bu yüzden Güllerin Savaşı doğmuştur. Kim bilir? Hep birlikte göreceğiz... 






 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER