Gülru kafasına takıntı hâline
getirdiği Gülfem Sipahi’ye, ona bir hizmetçi parçası olmadığını kanıtlayabilmek
adına ilk savaşını vermeye başladı. İnsanın kendini görünmez bir paçavraymış
gibi hissetmesi kadar onur kırıcı bir davranış var mıdır? Yenildiğini,
olmadığını, yapamadığını hissedersin. Hâlbuki bu acıları çekerken karşında,
kendini paraladığın, kişi en sinsi ve sinir bozucu tavrıyla alt etmenin
başarısını kutluyor. Gülru’nun hırsı amaca dönüştü. Gülfem Sipahi’nin eziyet
dolu hizmetkârlığı Gülru’nun daha çok bilenmesine sebep oldu. Sonra devreye
erkek girdi.
Bu iki kadının hırs dolu savaşından daha acımasızdır. Hırs
savaşını yaparken araya duygular ve hisler girmez. Ama aşk ve karşı cinse olan
hayranlık duygusu bu savaşa ek kuvvet olarak girerse, işte o zaman savaş
tanrısı tek kazanan olur. Aşkına kavuşunca her şey düzelir sandı. Bunu
düşünürken masumluğunu bir kalkanla koruyordu. Bir oyun. Sadece bir küçük
oyunla geçmişiyle beraber geleceğini de çöpe atmayı göze aldı. Kayıpları gün
geçtikçe artıyor ve bu kayıplarla birlikte kişiliğine olan saygısını da
yitiriyor. Bu defa hırsın yanına intikam alma hıncı da eklendi. Türlü oyunlarla
birlikte bu savaşa yenilgiler, vazgeçişler, pes edememeler dâhil oldu. Tutkuları
çoğaldıkça kayıpları arttı. Kaybettikçe, savaştan çekilme sürecini de
uzaklaştırabildiği en kıyı diyarlara gönderdi. Moda, Cihan, Ömer, aşk, baba,
masumiyet, bebek… Bunlar yalnızca Gülru’nun kayıplarıydı.

Aşk bir defa da mutlu ânlarda kapımızı çalsın
Gülfem ise hayatla olan
mücadelesine 1 – 0 yenik başladı. Yaşadığı evin şartları her ne kadar ultra iyi
olsa da Gülfem’e hiçbir zaman yetmeyen bir şey vardı. Sevgi. Bu bilgilere
birkaç hafta önce ulaşmış olsak da, Enver Sipahi’nin Gülfem’i çocuğu gibi
benimsememsinin ve ona şefkat göstermemesinin altında yatan sebep Cihan
değilmiş. Bir başkasının çocuğu olmakmış. Her çocuk dünyaya biyolojik anne ve
babasının yanında olmayı hak ederek geliyor. Kimse bir diğerinden üstün değil.
Lakin Gülfem’e bu hak, ister zamanın koşulları değin ister de çaresizlik,
verilmemiş. Bu nedenle, küçüklüğünden bu yana kibirli, kalbinde en ufak sevgi kırıntısı
olmayan, sevgiye ve sevilmeye aç, bencil, kimseyi kendinden üstün görmeyen,
fakat bir o kadar da kendini aşağılayan biri hâline gelmiş. Geçmişinde şefkat,
hoşgörü, mutluluk ve en önemlisi de huzur görmemiş bir kadının geleceğinden
bunu nasıl beklesin? Hayat, ondan sürekli değer verdiği varlıkları çalmış. Babası,
kardeşi, aşkı, tutkunu olduğu ve küllerinden var ettiği markası. Hepsi Gülfem
Sipahi’yi yıkmayı başardı. En sonunda da elinde kalan tek varlığı Sipahi adını
koruyamamaktı. Gülfem’i kendi dünyasında yapayalnız bıraktılar.

Bermuda Şeytan Üçgeni kadromuz dolmuştur
Gülru’nun da, Gülfem’in de bu
hikâyede kaybı büyük oldu. Gülru’nun ne hâle geldiğini ve nasıl zıvanadan
çıktığını çok iyi gözlemliyoruz. Evet, Gülru çok kayıp verdi ancak en büyük
kaybını masumiyetini hırsınsa yenik düşürdüğünde verdi. Bu kadar hain, bu kadar
içten pazarlıklı olacağını düşünmemiştim. Gözünün dönmesi görmezden gelinecek
gibi değil. Bu defa çok ileri gitti. Hırsı koşar adımlarla vicdanını terk etti.
Değdi mi? Çocukluk arkadaşını, dostunu ölümün katı soğukluğuna terk etmeye
değdi mi? Geç bulduğu aşkı dâhil yaşayamadan uçup gitti.
Cihan'ın kehaneti!
Zaman geçecek ve bizler
bambaşka hikâyelere doğru yol alacağız. Cihan unutmayacağım ölümsüz karakterler
arasında yerini alacak. Sercan Badur, Cihan’ı üzerine öyle bir giydi ki; başka
bir oyuncu oynasaymış olmazmış gibi hissettirdi. Cihan’ı, yaşadıklarını,
yaşayamadıklarını, adam gibi adamlığını, sevgisini, hoşgörü ve iyi niyetini
bize, ruhumuza armağan etti. Bundan sonraki diğer hikâye yolcukları da Cihan
gibi gönlümüzde iz bıraksın. Emeğine, oyunculuğuna ve ruhuna sağlık! Yolu açık
olsun…
Mortissa