Karakter oyunculuğundan delicesine keyif alanlardanım. İyi
yazılmış, iyi oynanmış bir karakter her ana heyecan katar, midede kelebekler
uçuracak kadar güzel hisler yaratır. Severim bu hissi, tıpkı Tekin karakterini
sevdiğim gibi…
Tekin, sürprizlerle dolu bir adam. Attığı her adım olay
yaratacak kadar ilginç, hatta korkutucu ama asla başkasına ait
değil. Yani Tekin ne yaparsa yapsın, Tekin’liğini gösteriyor. Bir başkası
olmuyor, karakterinin dışına taşmıyor. Soğukkanlı bir şekilde Alper’i
yaktığında seyircinin tedirginlikle yerinden sıçramasına neden olsa da, “Yok
artık!” dedirtmiyor. Ya da Ahmet kılığına bürünüp, hem suçlu hem güçlü misali
Jülide’ye yüklendiğinde “Ah’lar, vah’lar” ettirmiyor. İşte böyle olunca Tekin’i pamuklara sarıp
sarmalayasım geliyor.
Tekin, bir cambaz misali incecik bir ipin üzerinde yürüyor.
Hafif bir rüzgar estiğinde yıkılıverecek diye bekliyorsunuz ama o usta bir
cambaz, asla düşmüyor ipin üzerinden. Sendelese
de toparlıyor kendini, hayranlıkla izliyorsunuz şovunu. Bölüm bitip, jenerik
döndüğünde keyiften dört köşe kalkıyorsunuz televizyon karşısından. Aslına
bakarsanız her bölüm Onur Saylak’tan bir oyunculuk resitali izlemeye alışkın
olsak da bu hafta daha farklı bir şey vardı. Şu anda ağzım kulaklarımda, adam
resmen efsaneydi!
Belki size abartılı gelebilir ama ben Tekin’in içindeki
beyazın peşinden gitmekte kararlıyım. Sorgusuz sualsiz kötülüklerine devam etse
de içimden bir şeyler beni o yoldan dönmekten alıkoyuyor. Öyle işte... Tekin gibi
saplantılı kişileri sadece böyle kurgusal dünyalarda görebileceğimiz
günlerin gelmesini diliyor ve anlatmaya devam ediyorum.
Valla Jülide ben de 3 ay komada kaldım, bizim çocukların yalancısıyım.Jülide’nin geçmişini, Yusuf’la yaşadıklarını merak etmesi
kadar doğal hiçbir şey yok. Ama bunları öğrenmenin de bir yolu yordamı var. Sen
bağıra çağıra, anlamadan dinlemeden hesap sorarsan olmaz be Jülide'cim. Neyseki
Jülide’nin tutarsızlığı devam edecek diye düşünürken bir manevra yaptılar ve
mesele yoluna girdi. Jülide, yaşananları Yusuf’tan öğrendi, inkar etti, inanmak
istemedi. Burası çok güzeldi, Gökçe Bahadır'a bir kez daha hayran oldum da, keşke Yusuf da biraz dağılsaydı. Bu tarz bir
sahne Tekin ve Gönül’e yazılsa, Tekin de en az Gönül kadar hissederdi Gönül’ün
acısını. Hal böyle olunca Yusuf’un aşkını sorguluyor bu gözler. Evet, Tekin
kadar sevmesini bekleyemeyiz, sevmesin de zaten ama insan haliyle
karşılaştırıyor.
Yusuf’un babalık heyecanı ise çok tatlı, bu yüzden böyle hassas
bir meseleyi babasına anlatmasını doğal karşılıyorum. Fakat Ensar’ın hanım
kızımızın canı çeker diye tepsi tepsi baklava getirmesi yüzümü güldürmedi
değil. Yine de Yusuf’cum, bebeğin adını Ensar koyacağım diye tutturmazsın
umarım.
Yusuf uzaklarda, cool avukatımız Hilmi Yavuzcan da
Altınel ailesinin yanına sığınmış. Kimse Mahmut’u, Sabit’i düşünmüyor. Ayıp!
Şaka bir yana “Gönül’ü kurtarma timi”nin paramparça olması üzdü. Mahmut, aşk
böcekliği yaparken yakayı ele vermeseydi iyiydi. Bir aradayken yüzümüzü
güldürüyorlardı, lütfen haftaya kurtarın adamlarınızı.
Çok güzelsin Neşe ama Gönül Hanım'ın paralarına kavuşması lazım.Hilmi ve Neşe, dizinin en tatlı çifti; sanırım bunda
hemfikiriz. Tatlı tatlı birbirlerine yürümelerini seviyorum, yakışıyorlar da
ama gelelim meselenin patladığı yere. Neşe, aşkı uğruna kıvranırken Hilmi’nin
çaba göstermemesi aralarındaki ilişkiyi tatsızlaştırıyor. Hilmi, o belgeleri
Neşe’den istemeden de elde edebilirdi. İfade verince gidip koyduğu yerden
alacaklardı, konu kapanacaktı. Ne gerek vardı Neşe’yi o duruma düşürmeye. Hoş
değildi Hilmi Yavuzcan, üzgünüm. Neşe’yi üzmeyin, aaa!