Mekanların ruhuna inanırım, her bir köşesinde içinde nefes
alanlardan parçalar vardır. İnsan ya içinde bulunduğu yeri kendine
benzetir ya da yaşadığı yere benzer diye düşünürüm; nedensiz... Hal böyle olunca, kurgusal bir
dünyanın içine konuk olduğumda da mekanları karakterlerden bağımsız
değerlendirmek istemem. Yürüdükleri, uyudukları, yemek yedikleri yerlerde bir
parça ararım, tutunacak bir dal. Mekanlar beni içine kabul ettiyse, daha
kolaydır o karakterin hüznüne, sevincine inanmam.
Tekin’in evinin koridorlarında yürürken Tekin’in içindeki
siyahı, Yusuf’un atölyesinde Yusuf’un kafa karışıklıklarını hissedebilmeliyim.
Hatice Anne’nin sofrasında o yuvanın sıcaklığıyla ısınmak istediğim gibi,
Kürşat’ın evinde de baba olamamanın soğukluğuyla üşümeliyim. Ahmet ve
Jülide’nin sıkıştığı o yalan dünyayı, onların küçücük evinde sağa sola çarparak
anlamalıyım.
Balonlarla, papatyalarla Aylin'e tabir-i caizse koşan Mahmut'a da selam olsun! Bir taşla iki kuş misali... :)Hatırla Gönül, hikayesini, karakterlerin ait olduğu dünyayı
mekanlarının diliyle de anlatabilen bir yapım. Bu hali çok seviyorum. Tıpkı
Gönül ve Yusuf sahnelerinde derdini o samimi atmosferiyle anlatabilmiş olmasını
sevdiğim gibi. Gönül ve Yusuf’un bir günlük -rastlaşması- her detayıyla özenle
tasarlanmış ve şahane çekilmiş. Bayıldım! Yusuf'un çabaları, tatlı tatlı yakınlaşması ne hoştu. Her şey yeniden sevilmek için, yeniden sevdiğine sarılabilmek için...
Jülide’ye Gönül olduğunu anlatmanın yolu elbette ki Hatice
Anne’yi kuaföre yollamaktan geçmiyordu. Elbette ki ten, teni hatırlamalıydı.
Öncesinde Tekin’in şehir dışına gönderilmesi, köşeye sıkışmasından ötürü bu
yalnız kalma olayına ses çıkarmaması önemli detaylardı. Fakat burada da
Tekin’in güvenilir bir sağ kola ihtiyacı olduğunu düşündüm. Haksız mıyım? Hatice Anne'nin kuaförden çıkmamasına ise hiç girmeyeceğim.
Eğri oturup doğru konuşalım, ilk bölümdeki Engin Öztürk’le
10.bölümdeki Engin Öztürk arasında hissedilir derecede fark var. Bu kendi adıma önemli
bir şey. Yusuf’un Gönül’e olan aşkına inanamadığım her bir sahne, ikisi
arasında kurulacak köprüleri baştan yıkmama neden oluyordu. Yusuf, kaybettiği
Gönül’ünü, Jülide’nin içinden çıkaramadan Jülide’yi de kaybetti. Ona birazdan
geleceğiz ama önce başka şeylerden konuşalım istiyorum.
Nereye koşuyoruz? Anlayamadım. Hatırla Gönül, hızlı bir
akışa sahip bunu biliyoruz. Ama bundan önceki 9 bölümde o akışa ustalıkla eşlik
eden bir kurgu ve karakter bütünlüğü vardı. Bugün kurgu kopuk kopuktu, Jülide
karakteri de…
Biraz daha açayım. Daha bölüm başlar başlamaz, Jülide
Ahmet’e “Neden bu kadar iyisin?” diye sordu. İşte karakter bütünlüğü, karakter
netliği buydu. Jülide unutmuş olsa da mantıklı bir karakter olarak tanıttı
kendini; Jülide’yi öyle sevdik, öyle benimsedik. Fakat Yusuf’la karşılaştıktan
sonra ne olduysa, karakter bir anda değişti. Bütün mantık yerle yeksan oldu.
Fragmandan gördüğüm kadarıyla artık yeni Jülide’miz böyle arz-ı endam edecek.
Ama neden?
Jülide saçmalama, sosisler çok güzeldi; hepsini yedim, bitirdim.Jülide mantığını heybesine katıp aşkının peşinden
gidebilirdi. Zaten mutlu bir evliliği olmayan, istediğinde çok rahat Ahmet’e
karşı koyabilen bir kadından bahsediyoruz. Hadi Jülide’nin unutma-hatırlama
arasında gidip gelmesinden ötürü böyle şeylerin olabileceğini düşünelim. Peki
ya kurguya ne demeli? Gerilimi yüksek, oldukça önemli sahneler izledik.
İzlediklerim karşısında keyiften dört köşe olabilecekken tüm keyfim kaçtı,
üzgünüm.
Altınel ailesinde yaşananlardan da bahsedeceğim elbette.
Lale’nin bir çocuğu evlat edineceğini haftalardır biliyoruz. Evlat edinmek
istediği çocuğun, Gönül’ü de tanıyan o minik olması senaryo bağlamında enfes
bir hareket. Evet, büyük bir tesadüf. Ama bazı tesadüfler güzeldir, hikayeye
can katar. Haftalardır sürüncemede kalan sahipsiz çocuk meselesinin hikayeye
güçlü bir şekilde bağlanması gerekiyordu, bence bağlandı.
Neşe’ye iki bölümdür farklı bir keyifle bakıyorum. Neşe herkes
mutlu olsun diye uğraşıp, kendi mutsuzluğunu depresyon hırkası-çikolata-film
atmaya çalışmasıyla, sanki sevgilisinden ayrıldığı için teselli etmeye
çalıştığım bir arkadaşım gibi göründü gözüme. Seviyorum seni Neşe'cim...