Yazılarımı okuyanlar az buçuk olsa da bilirler, ti'ye alırım. Yazılarımı okurken güldüklerini söyleyenler çoğunluktaydı bugüne kadar. Gülüyorlardı, çünkü
ben de gülüyordum hem yazarken hem de heyecanla beklediğim bölümü izlerken.
Üzgünüm ki okumaya başladığınız bu yazıda sizlere kahkaha vaad etmiyorum.
Çünkü izlerken eğlenmedim. İşte bu yazı şaşkınlık, hayal kırıklığı ve bir tutam
da kırgınlık içeriyor. Kime, neye kırgın olduğumu bilmiyorum ancak kendimce
sağlam sebeplerim var. İşte bu yazı bir kırılmışlık manifestosu, buyursunlar…
Nice insanlar gördüm,
Ömer İplikçi gibi bir adamı izlemekten sıkılır mısınız, diye sorsalardı “Hayır,
7/24 izlerim” derlerdi. Tebrikler başardınız, insanları bu nimetten de soğuttunuz. Bu bölüm ben de sıkıldım, Ömer’i
izlerken hiç bitmeyen gereksiz sahnelerde özellikle. Evden çıkma
sahnesindeki yavaşlıktan artık bana kal geldi. Evet, her hafta yaklaşık üç
saatlik bölümler çekmenin zorluklarını anlıyorum, ancak seyirciyi bu şekilde
oyalamak doğru bir çözüm değil. Derdim Defne ve Ömer sahnelerinin çokluğu ya
da azlığı değil. Çünkü dizinin kısır bir döngüye girmemesi gerekiyor bu nedenle
yan karakterlere ve onların hikayelerine ihtiyaç var. Ancak Ömer’in kameraya
uzun uzun bakması ya da spor yaparken onu izlemek artık fena halde bayma
düzeyinde. (Neyse ki bu hafta, Kırkpınar'dan dönmüştü Ömüş)
Elbette değişmeyen tek şey değişimdir. Ancak bu dizideki
karakterler çok çabuk evrilebiliyor ve ne yazık ki sağlam olmayan noktaları
var. Öncelikle Defne’nin dakikası dakikasına uymayan hareketleri. Defne’nin
tasarımcı olmasını destekledik, mutlu olduk. Ancak bu durum Defne’nin
özgürleşmesini ve kendi olabilmesini sağlayacak diye düşünmüştüm. Karşıma çıkan
Defne ise şımarık, kontrolsüz bir hal aldı. Hadi etrafınız bir kere daha
buğulansın, bir flashback yapalım. Defne, Sadri Usta’dan ayakkabıları teslim
alırken ne demişti. “Biri benim yazdığım şiiri benden habersiz okusun istemem,
ben de ayakkabıya bakmayacağım.” İşte bu Defne’den Ömer’in ali cengiz
oyunlarına cumburlop atlayan Defne’ye geldik.

Lütfen biri İz'e koltuğa nasıl oturulacağını öğretsin ya da oturamayacağı elbiseler giydirmesin, içim şişti....
Bu çift neden ayrıldı? Ömer-Defne arasındaki güven
problemi ve Defne’nin bu yükü taşıyamamasından dolayı. Şu ana bakarsak,
aralarında hiçbir şey yaşanmamış gibi garip bir genişlik söz konusu. Bunun bir
numaralı nedeni ise Defne. Daha güçlü, daha ayakları yere basan bir kadın olmasını
beklerken "buldumcuk" oldu çünkü kendisi. Ne demiş büyüklerimiz? Defocum, ağır ol molla
desinler. Özgüven güzel şey ancak altını doldurursan. Hadi onu da geçtim daha
çok toysun, yeni yeni heveslerinde var hepsine benden bir eyvallah. Peki, ya
dürüstlük? Benim tanıdığım Defne ne olursa olsun, o çizimlere bakmazdı hele
Ömer İplikçi’nin çizimlerine. Ömer’in yaptığı oyuna birazdan daha geniş
bakacağım ancak, Ömer güven meselesine bir de bu açıdan bakacak mı merak
ediyorum?
Romantik komedi tadında başlayan yaz dizimiz artık büyüdü,
yoluna devam ediyor. Sanırım senaristler, yapımcılar ya da komple ekip bu işin
romantik ve komedi çizgisinde gitmesini yeterli göremediler. Tercihtir, bu
şekilde de yoluna devam edebilir. Ancak, o flashback’in gereksizliği gözlerimi
kanattı. Yahu zaten anladık, Ömer’in dosyaları değiştirdiğini, seyirciyi yormak
neden?
Ya işte böyle alırsınız boyunuzun ölçüsünü by nöbetçi tasarımcı Ömüş
Küçük küçük Game Of Thrones’çuklar, garip taht oyunları boy
göstermeye başladı hem de bizzat Ömer İplikçi tarafından. Ömer’i dürüstlük
timsali olarak gördük hep ancak bu yaptığını izlerken gram rahatsız olmadım.
Çünkü artık yapılması gerekendi özellikle Sude’nin zekice bir şekilde
sarsılması gerekiyordu. Ömüş’üm içine adeta intikam yemini etmiş bir Ezel
kaçmıştı, olsundu, iyi ki böyle oldu. Bu gizemli ve hafif “bad boy” halleri de yakıştı laf aramızda. Sadece Koriş’i yol geçen hanına çevirdiler, gelen geçen
posta kuşu gibi adamın mailini kullanıyor, üzülüyorum.
Ömer aslında bir taş ile iki kuş vurdu. Birinci
ve hedeflediği su kuşu Sude idi. Etme bulma dünyası mottosunda güzel bir ders
verdi, sevdiceğinin ahını yerde koymadı. Lakin herkesin içinde ve en önemlisi
Sinan’dan zılgıtı yiyen Sude’nin geri dönüşü beni düşündürüyor. Eyy Ömer İplikçi, korkma,
titre! diyor, uyarımı usulca şuraya bırakıyorum. İkinci kuş ise yalancı kuş
Defne idi. Defne’nin gözünü gerçekten İz’in dediği gibi hırs mı bürümüştü
anlamak lazımdı. Defo ise hepimizi hayal kırıklığına uğratarak bu ağa takıldı.
Şimdi bu Ömercik güven sorunu yaşamasında ne yaşasın, deyin bana a dostlar? "Karşındakine göre oyun kurmaya çalışırsan,
kendini onun oyununu oynarken bulursun” dedi, ama kendisi bildiğiniz "oyun kurucu" oldu.
Defne hatalar denizinde boğuladursun ama yaşadığı da çok
kötü be. Ne kadar aşık da olsanız, sevgiliniz tarafından büyük bir hezimete
uğramak hepimizin içine bizonlar sürüsü gibi oturur. Defne’nin de hevesi
kırıldı ama muhtemelen hırslanacak ve fragmandan anladığım kadarıyla yine
farklı bir yol deneyecek. Mini çakal Ömer herkesi atlattı, ama en büyük şoku
Defne yaşadı orası bariz. Ben ne kadar kadın zaferini desteklesem de yine
mağdur olduk be Defo.
Rencide olmalara doyamayan bir adet Koriş...
Bölüm aşırı derece de uzun ve boş geldi, Koriş misali “Allah’ım
ne yavaş bölüm” diye haykırasım geldi. Çünkü konu artık tıkandı gibi hissediyorum.
Sanki ellerinde kıymetli bir hazine var (Defne&Ömer) ve bitmesin diye onu
kullanmıyorlar. Neriman ve Koray’ın ikili sahnelerine uzun süredir gülmüyordum ancak
bu gün ufak bir kahkahamı aldılar. Orada da Firdevs Yöreoğlu hazretlerinin
katkısı var tabii. Zira kendisi zayıf, noktamdır. Koriş yine güzel yine çiçek
yine kahkaha ama bu bölümde başrol değişti galiba diye düşündürecek kadar
gördüm kendisini. Hepimiz Koriş’i sabaha kadar izleriz dedik ama bence buna çok
güvenmeyin, zira Koriş de tükenince elimizde başka bir kart kalmayabilir.
Hulusi Dede’ ile soruların cevaplanması, Deniz’in Defne’ye
olan ilgisini yavaştan hissetmemiz güzel detaylardı. En azından, Deniz’in Defne’ye
olan ilgisinden ve ortaklık meselesinden bir çatışma yaratılabilir diye
umutlandım.
Aşk ve gurur meselesine gelirsek, ben bu bölümde aşkı samimi
bir şekilde sadece İso’nun Yasemin’e “nasıl seviyorum seni” dediği sahnede
hissettim. Defne-Ömer ikilisinde aşk kırıntısı gören varsa, lütfen rica
ediicim, beni de aydınlatsın çünkü içim kara kuyular gibi karardı. Gurur ve
önyargıdan esinlendiğimizi biliyorum elbette ama karakterlerin şu an ki anlık
değişimleri ne zaman yerine oturacak merak içinde bekliyorum.
Gençliğimin baharında biri olarak, “Aa olmaz, gelemem, dizi
var yazı yazacağım.” diyerek nice Cuma gecelerimi feda ettim. Pişman mıyım?
Şimdilik hayır, ancak bu bölüm için olmasaydı da olurdu diye düşündüm. Ben her
ne olursa olsun, finale kadar sektirmeden izleme kararı aldım. Çünkü hep
dediğim gibi bende özel bir yeri var. Ancak herkes benim kadar sabırlı
olmayabilir. Her şeyin yeniden başladığı bölüm ve öncesinde bile daha
umutluydum, kendini toplayacak, hikaye büyüyor diye düşündüm, hep açık çek
verdim kısaca. Ama bugün dost oldum biraz acı söyledim. Ömer’in değil de komple
dizinin kışı geldi diye üzüldüm. Bu
kırgınlıkla da fragmandan da tat alamadım, yine hüsran yani bana. İkinci
fragmanı bekleyeceğim ve yine güzel olmasını yürekten dilediğim yeni bölümü.
Dediğim gibi sonsuzluğa uzanan bir toleransım var, açık da bir çek defterim,
haftaya gönlümü almasını bekliyorum. Benim gibi dizimize az buçuk kırılan
varsa, acil şifalar diliyorum, haftaya yine toplaşmak üzere, öpüyoring!
Kendimce ÇOOOK ÖNEMLİ BİR NOT: Yeryüzündeki bütün lütfenleri
kullanıyorum, LÜTFEN Defne’nin kıyafetlerine biraz özen son sahnelerindeki
kıyafet için korkunç dışında kelimem yok!