Dizimizin pek sevgili ve bir o kadar da karizmatik safkan
kötüsü Deniz Tranba; “Ömer’in kışını getiriyorum!” dediğinde kendisine bıyık
altı ve bıyık üstü olmak üzere apaçık bir şekilde gayet güzel ve hunharca
gülmüştük. Belki potansiyeline güvenemedik, yapabileceklerini düşünemedik. Belki
de Ömer’i gözümüzde fazla büyüttük. Kendisi gerçek olamayacak kadar dürüst,
adaletli ve mükemmel olduğu için karşısında kim dursa yıkılır, büktüğü belini
doğrultamaz sandık. Bizi büyüten masallarda da hep böyle değil miydi? İyi
olanın önünde dağ olsa dize gelir, saygı dilenir; sonunda mutlaka iyiler
kazanırdı.
Ne yazık ki gerçek hayatın kendisi, çoğu zaman iyi de olsa
kötü de olsa bütün insanlara eşit mesafede durmakta. Masalların iyi olana
cömertçe geçtiği kıyağı, gerçek hayat bize geçmekte biraz cimri davranıyor
maalesef. “Sadece iyi” olan kişinin başına gelen ya da gelecek olan hiçbir
güzellik, ona “sadece iyi” olduğu için bahşedilmiyor. Ne kadar iyi bir insan
olursanız olun, hayat sadistçe sizden mücadele etmenizi, kendinizden feragat
etmenizi istiyor aslında. Size verecek olduğu her şeyi canınızı dişinize
takarak, kendinizden vazgeçerek yine sizin hak etmenizi bekliyor. İşte aynı bu
sebeptendir ki kim daha çok çabalıyorsa kazanan da yine o oluyor. Bir nev-i
“iyi” olan kazansın hesabı anlayacağınız. Totalde ister kötü olun, isterseniz
de iyi…

10 saniye bakınca bağımlı oluyorsunuz
Bir haziran akşamı usulca gerçek hayatımızın akışına masalsı
pırıltılarını saçarak giren Kiralık Aşkımızın beyaz atv’li prensi Ömer İplikçi’nin,
bu denli iyi olmasına rağmen güneşini kaybetmeye yüz tutmuş olmasını da buna
bağlıyorum. Kendisine yakıştırmayı layık görmediğim şekilde ufaktan da olsa bir
kibirli yanı var Ömer’in. Ne de olsa bizim onu bütün olağanüstüleştirmelerimizin
yanında o da bir ademoğlu ve bunu da bir çok kez kanıtladı aslında. En
nihayetinde hatasız kul olmazmış, biz de hep hatanla sevdik seni Ömer!
Gel gör ki bu kibri vesilesiyle çoğumuzun yaptığı gibi Ömer
de Deniz’i hafife aldı gibime geliyor. Kötünün karşısında almış olduğu ufak
zaferlerden müteakip sarhoşluğu fazla uzun sürdü. Sözlüğünden pes etmeyi silmiş
bir adam karşısında fazla gayretsizdi. Ee pek sevgili Ömer İplikçi, yemeyenin
malını yerler. Senin söylediğin şekliyle “hayat” işte ne yaparsın? “Hepimizin
yaraları var” ama olan, yıkılıp yıkılıp yeniden ayağa kalkmak. Öyle elini
kolunu duvara cama savurup kullanılamaz hale getirmek ne kaybettiklerini geri
getirir ne de senin çektiğin ama Defne’nin görmekten aciz olduğu azabını
hafifletir.
Kışın kapına dayandı, esip gürlüyor. Yanlış kişilere heba ettiğin
“güvenin” yerle bir etmese bari seni. Zira Defne’ye harcamakta bir hayli
çekimser olduğun güvenini, her fırsatta dile getirmekten çekinmeyerek Zeynep ve
Kıvanç’ın üstüne boca etmiş olmanı kabul edemiyorum. Pişmansın değil mi? Ah o
dilini arı soksaydı da keşke Defne’ye “Güvenmiyorum” demeseydin, değil mi? Her
fırsatta “Ben Zeynep’e güveniyorum.” derken kendinden öç alıyordun aslında,
değil mi? Ah Ömer ah! Gün gelir de senin de yaralarının şefkatle sarıldığı bir
anı görür müyüm acaba?

Ömer şok, Ömer iptal!
Defne’nin Passionis’in hemen bir kat altında, Yasemin’in
kurduğu şirkette tasarımcı olması kendisinin sandığının aksine Ömer’in zoruna
gitmek şöyle dursun, sevdiği kadını sürekli dibinde buluyor olmanın sevincinden
başka bir şey değildi. Yere göğe sığamadı mutluluktan resmen adamcağız. Bir
daha karşılaşmayız zannederken yine bütün yollar birbirlerine çıkar oldu. Bunlar
aynı şirkette çalışırken bile bu kadar çok yalnız kalamıyorlardı asansörde
orada burada. İyi mi oldu tarihteki yerlerini almaları ne? Bu lafa da ayrı
gıcık oldum. Tarihteki yerinizi aldınız mı, cidden böyle mi düşünüyorsun Ömer?
Sen böyle konuşunca Defne’ye hak vermemek pek mümkün olmuyor maalesef. Yani
tamam biz görüyoruz senin de en az Defne kadar hatta ondan daha fazla perişan
olduğunu ama “Nereden biliyorsun uyuyup, yemek yiyebildiğimi? Sen benim neler çektiğimi
nereden biliyorsun ki!” diye sen de Defne’ye çıkışsan, tutku elle tutulur bir
şeymiş gibi havalarda uçuşur ne de harika olurdu. Şöyle bir ağız tadıyla bağıra
çağıra kavga etseniz her şey düğümlerinden çözülecek sanki. Aranızdaki bu
iletişim kıtlığı beni öldürecek bir gün aha da yazdım buraya.
Bütün kusurlarına rağmen sevgili Ömer, İz’in sırnaşmalarına fırsat vermiyorsun ama
aferin, gözüme giriyorsun bu konuda yavaş yavaş. Zira yaralarını bile sarmasına
izin vermedin. Elini bir güzel geçirdin cama ama “Tamam ben hallederim.” deyip elletmedin
bile, bravo. Çünkü adın gibi biliyorsun, sana iyi gelen tek şey bir adet şaşkoloz Defne Topal’dan başkası değil.
İnkar etmeye utanmadığın şekliyle senin
Defnen yani. Bir de İz Hanımefendi'nin elini eline bağlatmasan, o saçmalıktan
ölen bir şeyler uçurma sahnesini izletmesen bize daha da harika olacaktı.
Aklınca İz’in "Nereye uçmasını isterdin”
sorusuna buğulu buğulu bakarak “Defne’nin yanına..” mesajı verdin ve böylece
paçayı kotaracağını sandın ama yemezler. Gönder şu İz’i bak valla çok fena
olacak. Dizinin yeni sinsirella koltuğuna İz’i atıyorum. O ne sinsilik o, Sude’den
bile tehlikeli valla.
Sude demişken, Sinan ilk kez doğru bir şey yapacak ve Sude’ye
tekmeyi basacak sandım ama yok! Gene yok ve yine yok! Adamda insana doğru işler
yaptıran gen hatalı kodlanmış sanki mübarek! O nedenle Sinan’ın artık 10’u da birbirinden
kusurlu o 10 hareketini yorumlayıp sinirimi daha fazla bozmayacağım bundan sonra.
Dünün laçkalıkta yüksek lisans yapmış Sinan’ı geldi bizim tatlı Ömüşümüze ahkam
kesiyor. Bak sen! Ya hu bir sor, “Derdin ne, niye böyle oldu? Neden Zeynep
çiziyor?” de. Güya kardeşler ama Ömer kötürüm oldu olacak ruhu duymuyor Sinan efendinin.
Eh Sinan ben ne diyeyim sana!
İsmail desen çok şükür o da sırlar ve sır taşıyanlar kervanına
katıldı. Aman eksik kalmasın, herkes bir kördüğümün içinde bulsun kendini,
aman! Koray desen “Heh işte şimdi benim düşündüğümü yapacak!” diyorum bambaşka
bir şeyle geliyor karşıma. Birkaç saçma hareketle kamufle edilmiş tasarım
dosyasını çalma işi Koray için fazlaca özverili ve zekiceydi. Hiç beklemezdim,
valla ağzım açık izledim. Kendisinden başka kimseleri düşünmeyen Koray Sargın,
Ömer ve Sinan için atağa geçiyor. Peh! Kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi.
Dosyayı çaldı iyi hoş da, Yasemin’in teklifini de kabul etmiş bulundu ama orası
ne olacak?
Yasemin’e de sevindik, “Yaşasın kadınların gücü adına heyo!”
dedik ama az kirli oynuyor sanki. Sonuçta Koray Passionis’in ortağı. Onu kendi
tarafına çekmeye çalışmak ayıp gibi geldi bana. Aslında çok da anlamam bu
şirketler arası ilişkilerden falan ama dışarıdan bakan bir göz olarak bana pek
etik gelmedi ne yalan söyleyeyim.
Hı tbi tbi ksn öyldr! (Şaka maka mazi kalbimde bir yaradır ah eski günler :( )
Çoğu kişinin aksine Ömer ve Defne’nin karşı karşıya gelip,
sürekli didişme halinde olması bana pek de eski Kiralık Aşk’ı anımsatmadı. Yani
bu ikiliyi daha evvel didişirken görmemiş olsak tamam ama haftalar önce 8.
bölümde de kapıştı bunlar, ee? Nerede o bölümdeki o sıcaklık o cıvıltı, nerede
şimdiki Kiralık Aşk? Samimiyetsiz bir soğukluk var, kış sezonuna çok bodoslama
girildi sanki. Renklerimiz bile bir donuklaştı. Yaz sezonunun o hafif insanı
yormayan havasını, ağustos böceği seslerini beraberinde taşımasını çok isterdim
ya da sahne geçişlerinin bu denli sert ve manasız olmamasını ya da bu kış
ayazında Ömer’in bu kadar fazla soyulmamasını… Yani akıl vermek bana düşmez,
haddime de değil ancak dönüp bir eski bölümlere bakılsa hiç fena olmayacak
gibi. Kiralık Aşk’ı bu denli kıymetli yapan tüm özelliklerinden bir bir
sıyırıyorlar gibi geliyor bana. İnşallah bir tek bana böyle geliyordur.
Ne yazık ki Defne’nin o muhteşem elbiseyi böyle boş beleş
harcaması da tam puan alamıyor benden. Daha özel ve güzel bir anda giyilmesini
tercih ederdim. Yine de amacına ulaşıp Ömer’in karışmasına sebep olduğunu
duymak güzeldi. Aralarında geçen cesur konuşmalar beni çok memnun ediyor. “Aklından
beni yemek mi geçiyor?” gibi mesela. Böyle al adamın suratını mıncırırken
öldür. Defne şimdi hayır diyememekte haksız mı yani! İki adet X kromozomu
taşıyan hangi varlık Ömer İplikçi’ye hayır diyebilir, sorarım size!
Bütün o rekabet ortamı dahilinde Ömer’in Defne’ye akıl
vermesi ise benden tam yüs puan alıyor. Sevginin gücü adına! Rakibine kendisini
nasıl yeneceğinin tüyolarını vermek de ancak Ömer İplikçi zarafetine yakışırdı
zaten. Kaybetmek bu denli büyük anlam taşıyorken, hatta eş anlamlısı yerine iflası gayet de kullanabiliyorken Defne’nin kendisine güveni
gelsin diye tavsiyelerde bulunmak… Allah herkese böyle seven nasip etsin, ne
diyeyim.

Şiir gibi adamı ne hale getirdiler...
Kiralık Aşk’ın bana anımsattığı bir çok şey vardı ama
bunlardan biri Grinin Elli Tonu asla değildi. Ne asansörde ne de başka bir
yerde yaşadıkları hiçbir şey bu iki farklı dünya arasında bir köprü kurmama
yetmiyordu benim için. Ta ki bu bölüme kadar. Seriyi okuyanlar bilir,
bilmeyenler için de ben anlatayım: Christian Grey, sevgilisi Anastasia Steele
için bir bileklik yaptırır. Onlar için anlam ifade eden birkaç küçük objeyle
doludur bu bileklik. Ömer’in Defne’ye yaptırdığı bileklik de bana aynen bunu
anımsattı ve onca bölümden sonra ilk kez Ömer’de Mr. Grey potansiyeli gördüm.
İster istemez de Christian’ın ne kadar yalnız ve yaralı olduğu geldi aklıma.
Düşününce aslında ne kadar da çok benziyorlarmış Ömer’le. Christian da içimde
hep aynı yeri acıtırdı. Bir baktım ki Ömer’i izlerken de bu tanıdık his beni
sarıp sarmalıyormuş da farkına varamamışım. Sonra Christian’ın kendi elleriyle
itekleyip hayatından uzaklaştırdığı Ana’yı kaybetmeye dayanamayıp onu bir
şekilde yine kendisine döndürmeyi başardığı geldi aklıma. Size de çok tanıdık
gelmedi mi? Kurulan ufacık bir benzerlik Defne ve Ömer’in tekrar birleşeceklerine
olan inancımı kuvvetlendirdi, ne bileyim.
Her şeye rağmen hayat iyi kötü bir sürü sürprizle dolu,
bilakis Meriç Acemi de öyle. Beklemediğimiz bir anda beklemediğimiz bir şey
olma ihtimali oldukça yüksek. E hayat da bu haliyle güzel değil mi zaten?
Haftaya görüşmek üzere, kendinize iyi bakın…