Muhteşem Yüzyıl Kösem : Orada Bir Köy Var Uzakta
Muhteşem Yüzyıl Kösem macerasında tam bir ayı ve 5 bölümü geride bırakmış bulunuyoruz. Sadece ilk bölümü haricinde hikayesinden ve kurduğu dünyadan ziyade hep beklenmedik bir şekilde düşük kalan reyting sonuçları, bunların nedenleri ve diziyi düzlüğe nelerin çıkaracağı hakkında yazmak / konuşmak zorunda kaldığımız, biz seyirciler için çoğunlukla keyifsiz geçen bu bir ayın sonunda dün akşam bir kere daha gördük ki, ne yazık ki Muhteşem Yüzyıl Kösem iyiye, olumluya ve Muhteşem Yüzyıl gibi bir efsaneye yaraşan yüksek standarda doğru değil, dur durak bilmeden, koşar adımlarla kötüye ve daha kötüye gidiyor. Üstelik 5. bölümün durumuna bakarsak artık biraz da ne yaptıklarını kendileri bile tam bilmeden, durumu düzeltmek için nereden neyi değiştirseler de seyirciyi ekrana bağlasalar diye bir takım “çırpınmalar” içine girmiş şekilde.


Derviş...Bu bölümde çok sıkı entrikalar çeviricez olm, aklını alıcaz hepsinin, bize düşük reytingleri reva görenleri şok edicez şok.

Hiç lafı dolandırmaya, hafifletmeye, “aslında şurası da şöyleydi, burası da böyleydi, ama genelinde istenen olmadı” diye uzun uzun gönül alacak girizgâhlar yapmaya gerek yok. Dün akşam son derece kötü ve ne Kösem olarak ne de Aşk-ı Derûn olarak Muhteşem Yüzyıl gibi bir isme zerre kadar yakışmayan bayağılıkta bir bölüm izledik. Hatta açık konuşmak gerekirse mükemmele bu kadar yakın ve devamı için bu kadar umut vaadeden bir ilk bölümle açılışı yaptıktan sonra, kendisinden beklentiler bu kadar yüksek olan, üstelik de uluslararası iddiası da bulunan böyle büyük bir dizi sadece bir ay ve 4 bölüm içinde nasıl bu kadar vasat ve umutsuz bir noktaya getirilebilir anlam vermek cidden mümkün değil. Ancak ne yaptığı hakkında zerre kadar fikri olmayan ve ilk dizinin mirası sayesinde çantada keklik sandıkları reyting sonuçları hiç hesapta yokken her geçen hafta kötüye gitmeye başladıkça ne yapacağını bilmeden oradan oraya savrulmaya başlayan bir senaryo ekibinin ürünü olabilir bu sonuç.


Ehh beeeee... Kaç haftadan beri iki elleriyle bir senaryoyu düzeltemediler be. Breh anasını beee...

5. bölümün detaylarına geçmeden önce eğri oturup doğru konuşalım, 5. bölümü de bu söyleyeceklerimiz ışığında değerlendirelim. “Kıyafetleri şöyle, taçları böyle, görüntü yönetmenliği harika, setleri başarılı, müzikleri süper” vs. gibi yalnızca teknik detaylarına odaklanarak sabahtan akşama kadar övebilir, Türk dizi film piyasasında eşi benzeri olmayan bir standartta olduğunu söyleyip durabiliriz Muhteşem Yüzyıl Kösem’in. Saydığımız bütün o dallarda Türk dizi film piyasasına yepyeni bir çıta getirmiş, standartları yeni baştan belirlemiş ve oyunun kurallarını baştan aşağı değiştirmiş Muhteşem Yüzyıl gibi bir dizinin teknik kadrosunun elinden çıkan yeni bir dizi için bunlar zaten çok normal ve adını bile geçirmeye artık pek ihtiyaç olmayan detaylar. Zaten ekranda gördüğümüz gibi ve hatta daha iyi olmalılar. Peki bütün bunların arasında en önemli, en hayati unsur olan senaryosu ne alemde Kösem’in? 5 hafta ve ilk ikisi 2.5 saatten olmak üzere her biri 2’şer saatten koskoca 5 bölümün ardından Kösem “olmuş” bir dizi midir? “Pişmiş” bir dizi midir? Cevabımız da en az dizinin bölüm süreleri ve senaryosu hariç bütün her şeyiyle “şişirilmiş” detayları kadar iddialı olacak : Maalesef hayır…Koskoca bir hayır…


Bak Lagar oğlan... Evvela adam gibi dönem dili konuşmayı öğreneceksin. Öyle "akıllım, şarap çanağına tüküreyim vs." dersen Osmanlı dönemindeymişsin gibi olmuyor, seyirci dalga geçiyor. Söz dinle olm.

5 bölüm sonunda, babasının ellerinde öldürülme korkusuyla büyümüş ve bu nedenle ürkek, paranoyak, yalnız ve mutsuz bir şehzade olarak yetişmiş olan Ahmet ve durduk yerde ailesinden kaçırılıp köle olarak getirildiği sarayda haliyle bu durumu kabullenemeyip, ailesine ve arkasında bırakmak zorunda kaldığı özgür hayatına duyduğu özlem sebebiyle sürekli olarak kaçıp gitmeye çalışan Anastasia’nın hikayeleri ve eylemlerindeki motivasyonların sebepleri dışında dizideki hangi karakterin hikayesine vakıf olabildik, hangisinin eylemlerindeki motivasyonlar için elle tutulur, bizlere inandırıcı gelen ve diziyi sürükleyip götürecek olan detaylar bulabildik? TIMS Productions’tan ya da dizinin senaryo ekibinden tek bir Allah’ın kulu dahi bu dizide Ahmet ve Anastasia haricinde karakterleri ve hikayeleri doğru dürüst anlatılabilen bir tane bile “olmuş” karakter yaratıldığını söyleyebilir mi? Sadece Ahmet’le Anastasia karakterleri ve ikisinin aşk hikayesi “olmuş” durumda bu dizide. Geri kalan herkes entrikaya malzeme olsun diye entrika çevirip duran, ne hesapları ne çıkarları ne de motivasyonları adam gibi belli olmayan silik, ruhsuz karakterler. Bir sürüler ve sadece kötü ve entrikacı insanlar olmaları gerektiği için kötü ve entrikacı insanlar. O kadar işte, ötesi değil.


Osmanlı'da geleneklerimiz hiç bitmez. İdam seyretmeye Kraliçe Elizabeth'in Noel balosuna gider gibi gideriz biz. Süslendikçe süsleniriz. Çok kötüyüz biz, çok pisiz.

Halime Sultan karakteri haricinde ne bu sonsuz kötülük barındırma potansiyelli hırslarının sebebi belli, ne de o dillere destan olması beklenen aşklarının büyüklüğünün sebebi. Her hafta seyirciler olarak ekranın karşısına geçip o hırsların neden bu kadar yakıcı olduğunu, o Fahriye Sultan-Mehmet Giray aşkının nesinin bu kadar destansı olması gerektiğini anlamlandırmaya çalışırken buluyoruz kendimizi. Ancak anlamlandıramıyoruz. Sadece başlarından geçen olayların bu karakterler için çok önemli ve büyük olaylar olduğuna inanmamız bekleniyor bizden ve ne karakterlerinin ne de hikayelerinin evveliyatını bilmediğimiz, bilmediğimiz için de bir noktadan sonra umurumuzda olmayan bir saray dolusu entrikacı insanın başlarından geçenleri “büyük büyük” sahneler, “iddialı mı iddialı” müzikler eşliğinde izleyip duruyoruz bir şey hissedemeden. Hissettiğimiz tek şey “içi boş ama şişirildikçe şişirilmiş büyük prodüksiyon” hissi ve bu hisse her hafta daha fazla eşlik etmeye başlamış olan “iticilik” hissi oluyor. Ondandır ki Total’de dizinin reytingleri iyiden iyiye 15. sıraları görebiliyor.


Dünyaca ünlü, çok pahalı bir prodüksiyonuz. O yüzden saray setlerimizi Şehir Tiyatroları'nın dekorları gibi kartondan inşa eder, pastel boyayla sıvama çamur rengine boyarız, "Creates Just Good Content" diye sunarız.

Yan karakterlerin durumu ise tamamen bir facia. Tam 5 koca bölüm geçti ama açıkçası Cennet Kalfa, Zülfikar Ağa, Bülbül Ağa vs. gibi karakterleri neden Esra Dermancıoğlu, Mete Horozoğlu ve Nadir Sarıbacak gibi iddialı isimlerin canlandırdığını hâlâ anlamış değiliz. Zira canlandırdıkları karakterlere yazılan tek bir tane bile hikaye yok ortada. En fazla Esra Dermancıoğlu’nu kuytu köşelerde harem ağalarıyla fingirdemekten çekinmeyen hafifmeşrep harem kalfası olarak gördük, o kadar. Bu da o dönemin Osmanlı sarayında ne kadar inandırıcı bir şey, tartışılır zaten. Necidir bu karakterler, ne yaparlar, ne işe yararlar? Hadi Zülfikar Ağa rolünde Mete Horozoğlu’nu en nihayetinde işi padişaha %100 sadık olmak olan Yeniçeri ağası bir asker olarak bu kadarıyla kabul ettik diyelim, Cennet Kalfa’sından Dudu Hatun’una, Bülbül Ağa’sından Hacı Ağa’sına bütün bir harem taifesi neden bu kadar silik, neden bu kadar işlevsiz ve neden bu kadar “laf olsun” diye dizideler?? Aralarındaki ilişkiler nelerdir, o haremde ne işe yararlar, diziye ne katarlar, varlık amaçları nedir? Hiçbiri belli değil. Ha böyle büyük isimler oynamış bu karakterleri, ha alelade yardımcı oyuncular.

Esra Dermancıoğlu’ndan mı adam akıllı bir performans alabiliyoruz yoksa sürekli ismi geçirilen Nadir Sarıbacak’tan mı?? Tıpkı Mete Horozoğlu gibi bu isimler de karakterleri için yazılan adam gibi hiçbir şey olmadığı için kendilerinden beklenen performans alınamayan, elektrikleri seyirciye geçemeyen, öylesine ortalıkta dolanıp vakit dolduran figüranlar durumunda hâlâ dizide. Öyle bir harem düşünün ki, ne kapılarında ağası var, ne bir güvenliğinden sorumlu olanı var, ne kilit noktalarda bekleyeni nöbet tutanı var, ne mutfağı, ne o mutfağında pişirip taşıranı var. Önüne gelen karakter gizli geçitlere giden koridorlarda fink atıyor, herkes her deliğe istediği gibi girip çıkıyor, ortalıkta bir tane saray görevlisi adam yok. Dingonun ahırı gibi bir saray. Gerçekçilik sıfıra yakın.


RTÜK korkusuna padişahların oğlan haremlerini ve eşcinsel ilişkileri gösteremiyorlar ama şükür ki gay kuaförler için herrrrr zaman müsamaha var şekerim.

Ahmet ve Anastasia haricinde iki koca saati sürükleyip götürebilecek hiçbir karakter ve hikaye olmayınca, oyuncuların performansı da düşmeye başladı haliyle. Dün akşam izlediğimiz 5. bölümde dizinin lokomotifleri Ekin Koç ve Anastasia Tsilimpiou bile işlevsiz kalmıştı. Aslında genel hikaye güzel tasarlanıp düşünülmesine rağmen senaryo ve karakter gelişimi o kadar yok ki ve o kadar tatsız tuzsuz ki bu dizide, artık oyuncular bile olmayan senaryoyu nasıl işler hale getirecekleri konusunda motivasyonlarını kaybetmiş gibi görünüyorlardı. Tat vermeyen, inandırıcı olmayan, “sıkılmış” performanslar izledik dün akşam. Reytinglerdeki hezimet resmen oyunculara kadar yansımıştı. Keyifle değil de “görev icabı” oynuyor gibilerdi. Yoksa ilk bölümden bu yana en iyi performanslardan birini veren Mehmet Kurtuluş’un dahi Yeşilçam filmlerindeki aktörler gibi yapmacık, teatral bir beden diline girmesini, Tülin Özen’in yüzündeki “bıkkınlık” ifadesini vs. başka bir şekilde açıklamak mümkün değil.

Belli ki düşen reytingleri, entrikaları seyirciye nefes aldırmayacak şekilde arka arkaya dizerek, diziye tempo getirmeye çalışarak aşmaya çalışma yoluna gidilmiş ancak maalesef  5. bölüm senaryosu dizinin şimdiye kadar gördüğü en kötü işiydi. Derviş Ağa twisti son derece yapmacık ve ucuz bir şekilde işlenmişti. Hem sırrın ortaya çıkışı hem de Derviş’in Şahin Giray’la konuştuğu sahnede yapılan flashback tarzı açıklamalar silsilesiyle. Hani çocuk kitaplarının en sonunda kötü adamın kim olduğu ortaya çıkınca “bak aslında her şey böyle böyleydi, şunlar şunlar bu yüzden böyle oldu ama sen farkedemedin” diye o kadar entrikayı anlayamayacağı düşünülen çocuklara yapılan açıklamalar vardır ya, aynen öyleydi Derviş Ağa twisti. Aptala anlatır gibi sırrı açıklanan son derece zayıf bir twist. Açıkçası Reyhan Ağa karakteri bile gerçekten en baştan böyle tasarlandığı için mi yoksa seyirciyi şaşırtmak için son anda mı diziden bu şekilde bir anda çıkarıldı, o bile belli değil. Emre Erçil’in ani vedası iyi işlenmiş bir karakter hikayesi değil de Erçil’in batan gemiden ilk kaçan kişi olmak istercesine yol yakınken diziden çıkmak istemesi sonucu son anda yazılıp çekilmiş bir detay gibi durdu. Tıpkı Cennet Kalfa ve Bülbül Ağa gibi hikayesi düzgün işlenemeyen “önemli” karakterlerden biriydi zaten. Belki de iyi oldu, kim bilir?


Aynı tarafta ve aynı işin içinde olmamıza rağmen yalnızken bile hiç öyle değilmiş gibi konuşalım panpa, sırrımız açıklanınca seyirciler şok olur böylece. Nasıl senaryo ama?

Diğer yandan dizinin başından beri son derece güzel bir “masum aşk” hikayesi olarak usul usul işlenen ve oyuncuları arasında yaratılan müthiş kimyayla seyirciyi avucuna alan Ahmet ve Anastasia’nın 5 bölümdür merakla beklenen “kavuşması”nın ilmek gibi işlenen o “masum aşk” halinden çıkartılıp bir anda “Cazibe Hanım’ın Gündüz Düşleri” misali Anastasia’nın gündüz vakti gördüğü Ahmet hayalleri sonucunda hormonlarına daha fazla hakim olamayarak çocuğun üstüne saldırması şeklinde, bölümde ikili arasında bu anlamda yaratılmış herhangi bir elektrik ve hikaye yokken birden damdan düşer gibi ve aşka falan değil, basbayağı direk “sekse” dayandırılarak çekilmesi 5 bölümdür yaratılan bu güzelim aşk hikayesine tamamen ihanet ederek bölümün en büyük hayal kırıklıklarından biri oldu. RTÜK korkusuyla çekilemeyen o sevişme sahnesi ve üstündekilerle sevişmiş gibi sunulan Ekin Koç’u da ekleyince “dağ fare doğurdu” etkisi de yarattı ister istemez. Aynı şekilde kaç haftadır saraydan kaçmak için her şeyi feda edecek olan Anastasia’nın bir anda yaratılan bu “ten uyumuna” yenilip kaçmaktan vazgeçmesi de iki haftadır hazırlığı yapılan “Saraydan Kız Kaçırma” girişiminin etkisini  sıfırladı. 


Ay ne aşkı, ne masumiyeti Ahmet, bırak yalan dolan işleri. Reytingler düştü düşeceği kadar, soyunalım sevişelim gitsin. Battı balık yan gider.

Yazsak daha çok yazılır inanın zira neresinden tutsanız orasından dökülen bir bölümdü maalesef 5. bölüm. Ama hem yerimiz yetmez hem de daha fazla uzatıp okuyanları sıkmaya değmez. Açıkçası Muhteşem Yüzyıl Kösem, sırf Muhteşem Yüzyıl gibi bir işin devamında onun referansıyla ekranda tutulmaya devam edilen bir yapım noktasına doğru koşar adımlarla ilerliyor. Bu gidişin sonu, isminin önünde Muhteşem Yüzyıl markası olsa bile, görünen o köye doğru maalesef. Ekranlara ilk defa gelen bir dizi olsa bu reyting sonuçlarıyla kendisine en fazla 3-5 bölüm daha şans tanınması ve sonra da yayından kaldırılması işten bile değilken inanması güç ama bu ihtimal yavaş yavaş Kösem için de belirmeye başladı. Senaryodaki bu olmamışlık, dizideki bu ruhsuzluk, tempodaki bu yavaşlık ve zerre Osmanlı dönemi tadı ve atmosferi içermeyen son derece abartılı Hıristiyan-vari görsellik inatla bu şekilde gitmeye devam ederse korkarım en fazla bir sezon ekranda tutulur ve ardından kendisine yol verilir. Nasıl olacağını bilmiyorum ama durumu düzeltmek için yapılması gereken ne varsa yapmak TIMS Productions ekibine düşüyor. Üstelik Kösem zaten ilk kredisini yolun en başından çabucak tüketip alacağı kadar yara alan bir dizi artık. Seyircinin gözünde kıymete binmesi belli ki artık zor olacak. Bu nedenle TIMS Productions’ın iki- üç kat emek sarfetmesi gerek zira artık kurtarmaları gereken şey Kösem’den çok Muhteşem Yüzyıl markasının prestiji. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER