"Peşini Bırakma" dedik bugün. Nedir peşini bırakmamak, ne
zaman anlamlı olur, ne zaman haddini aşar? Aslında hepimiz sevdiklerimizin peşini bırakmama
hakkını hep kendimize tanırız. Bu durumu sevgimiz ile meşrulaştırırız, bazen de farkında olmadan sınırları aşarız. Peki, bırak diyenler her zaman gerçekten "bırak" mı demek
isterler? Sema ve Sefer’in “bana bak”
içerikli konuşmaları az önce sıraladığım soruları sordurttu bana. Peşini
Bırakma’nın Sefer üzerinden başladığını açıkça hissettik ama aslında bu bölüm herkes istediği
ve sevdiği şeyleri bırakmamaya çalıştı.Bir klasik olarak bu hafta da yine
düşündürdü, yine insanlığımızdan yakaladı bizi Poyraz Karayel. Fragmanlardan bölümün eğlenceli olacağını tahmin
etmiştim, nitekim öyle de oldu. Ancak bölüm sonu ile kendimi attığı golün
ofsayt olduğunu öğrenen futbolcu gibi hissettim. O zaman hemeen başlayalım.
İlker Kaleli’nin “Sevgili deli kardeşim” sahnesi ile
başlamam gerekiyor diye düşünüyorum. Aksi saygısızlık olacakmış gibi
hissediyorum. Bu sahne ile kalbimde zaten taht kurmuş olan Poyrazcım Karayelcim, ikinci kaçak katı çıktı. Ve istedim ki, o anı tiyatro sahnesinde izleyeyim, izleyeyim
ki gözeneklerim patlasın, gözlerim dolsun, aklım karıncalansın. Bir fil kadar
anımsama gücü olan beynim bu sahnenin öyle bir fotoğrafını çekti ki, uzun süre unutmayacağımı düşünüyorum. İzlerken
gerçekten sorguladım “Daha iyisini gördüm mü?” diye. Takdir edersiniz ki biz
Türk dizi izleyicileri bu konuda her zaman çok şanslı değiliz. Böyle özenilmiş,
insanın içine içine işleyen sahnelere bünyeler alışkın değil. O yüzden bu sahne benim şahsi "En İyi"ler listemde üst sıralarda yer alacak. Neyse ben bu
güzel tiradı da şuraya bırakıyorum, Canımız sıkıldığında, O’nun gelmesinden
ümidi kestiğimiz anlarda açıp açıp okumalık. Hatta bence her sabah uyandığımızda
okuyalım, evlere, okullara dağıtalım, elimizden geldiğince okuyalım, nefesimiz
kesilinceye kadar okuyalım. O derece yüreğimi yakaladı bu sahne bilmem ki
anlatabildim mi, kelimem tükendi çünkü. Buyrun efeniim;
Maalesef ben, o değilim...
Ama umudunuzu kaybetmeyin; umudunuzu kaybetmeyin...
Çünkü bir gün o gelecek...
Sefil ruhlarımızın karanlığına bir güneş gibi doğacak!
Evet gelecek!
Evet gelecek...
Ben o değilim; ama o gelecek...
Belki karanlık bir gecenin ortasında ya da serin bir bahar
sabahının ilk ışıklarında o gelecek; o, gelecek.
O gelecek!
Önce inkar edecekler onu!
Yalnızca gerçek aşıklar tanıyacak...
Binlerce, on binlerce aşık onun gelişiyle yeniden, bir kez
aşk düşecek.
Geceleri, geceleri eve ekmek götürmek için yol kenarında
bekleyen hayat kadınlarını o kurtaracak;
Ganyan bayilerinde bir umuda, bir hayale aldanmış olan
umutsuzlara o umut olacak;
Her gün aynı ruhsuz hayatı yaşayan insanlara, bi tane
hayatları olduğunu o hatırlatacak!
İşte o!!!
Bize aşkı yeniden öğretecek;
Aşkı bize yeniden öğretecek...
İşte o gün gecekondu mahallerinin çamurlu sokaklarında
misket oynayan çocuklar, kafalarını kaldırıp gökyüzüne baktığında bambaşka bir
aydınlık görecekler...
Akıllılar! Akıllılar...
İşte o gün akıllılar delirecek; gerçek deliler itibar
görecek...
Haklıyla haksız, o gelince anlaşılacak...
Bekleyin!
Onun gelişini bekleyin...
İşte o gün siz ve ben yeniden buluşacağız. işte o zaman siz,
beni takip edin...
Hayır, ben o değilim... Hayır ben, o değilim...
Ama sizi ona, ancak ben götürebilirim...
O geldiğinde beni susturamayacaklar!
Beni unutmayın kardeşlerim; beni unutmayın...
O’nun gelişini bekleyin; o gelecek...
Poyraz’ın sonunda patlaması gerekiyordu ve sonunda
gerçekleşti. Gerçi bu atarlar giderler gelecek haftadan itibaren Poyraz’a fena
dönecek ama taş olsa parça pinçik olmuştu yahu. Talihsizliğin vücut bulmuş hali olan Poyraz, tüm yaşananalar
karşısında böyle bir patlama yaşama hakkına sahip bence. Bir insan evladı, her
şeyi yoluna sokmaya bu kadar hevesli iken, sonunda nasıl eline yüzüne
bulaştırır, işin içinden çıkamaz her hafta ailecek, severek izliyoruz. Yani artık daha ne
olabilir ki dedikten sonra hep bir adım ötesine gidiyoruz. Sonumuz hayır olsun diyorum ama şu sıralar üstüme üstüme şer yağmurları yağıyor! Aslında biz hep Poyraz’a daha fazla üzülüyoruz ama arada
kaynayan bir Ayşegül var. Anlatsa yaşadıklarını dağlar, taşlar çatlar diyordum
ki gördük zaten zavallı hastası dayanamadı bile. Ayşegül’ün her ne olursa olsun
Poyraz’ın yanında olması, "peşini bırakmaması” o kadar güzel oturdu ki. Çünkü
Umman ve Karayel Aileleri'inn hayatları zaten her gün felaket sağanağına
yakalanıyor, bir de Ayşegül ve Poyraz çatışması bizleri iyice sıkardı. Gelecek
haftadan itibaren birbirlerine daha çok ihtiyaçları olacak gibi görünüyor, bu
yüzden birbirlerini bırakmamaları lazım.

Karşınızda son manyak bükücü ailesi!
Tam bu noktada biri Sefer’in de gözünü açmış, çok şükürler
olsun ki. İlk üç hafta ben de destekledim ancak, lütfen bu Sefer-Sema düğümünü
çözelim. Bu çifti gözlerimin önünde harcıyorsunuz, kırılıyorum. Bu hafta beni
en çok sevindiren şeylerden biri Sefer ve Bahri Baba’nın geçmişlerine
dönmemizdi. Hikayenin sağlamlaşması, kafamızda iyice yer etmesi açısından şifa
gibi geliyor.
Sadocuğumun bir başka özelliğini daha öğrenmiş olduk, zat-ı
alileri ironmanmiş. Narkozsuz ameliyat sahnesinde adam ecel terleri dökerken
anladım bunu. Ve, istisnasız üstünü altını fosforlu kalemle çizerek
belirtiyorum ki, Sadrettin-Songül kadar beni güldüren mutlu eden bir çift yok. "Elimin körü ile konuştum Songül, sana selamı var" diyen Sado yapmışlar, olmuş, cidden bu bile olmuş!
Sado’nun canından can aldılar adam kıvrım kıvrandı, ancak o
acılar denizde bir cankurtaran olduğu için, öldürmeyen acısı güçlendirdi. Hem
Songül’den daha kötü ne olabilir ki? Eminim ki Sado’ya "bir daha o anın acısı mı
Songül mü" desek, elli kere daha narkozsuz ameliyat olmayı tercih eder. “No
Songül No pain…” diyelim. Songül’e birazdan geçeceğim. Sadocum bu bölümde
ironman olduktan sonra adeta bir dantel oyası yapıldı Zülfikar tarafından .Önce
teğellendi sonra dikildi. Benim yüzüm yine güldürüldü. Mission complated! Ve lütfen
şu dışı ironman içten pamuk şekeri kıvamında olan deli fişek adamı üzmeyin. Sinsilik
kraliçesi Songül bu kez gerçekten kendi topuğuna sıktı. İpek kızımız
Sadrettin’in gerçekleri anlatmasının da gazını alarak, Sado’ya yelkenleri
indirdi gibi. Ama Songül bunu da önceden fark etti. Yeni bir ayar çeker mi,
merakla bekliyorum.
Parmaklıklar ardında...
Eveet, gelelim fragmanlarda gördüğüm ve merakla beklediğim kadın kadına
rakı gecesine. Oh nasıl sevindim, nasıl mutlu oldum, ama öyle çok da
gülmedim. Neyse, kendimi bildim bileli hep aynı görüntü. Erkekler içsin, hep
onlar dağıtsın, onlar efkarlanınca sarhoş olsun. Yok ya? Kadınlar evde ağlayıp,
ağızlarında çikolata ağlak filmler mi izlesin hep? Kadınları ötekileştirmeyen,
“Taciz mi, en nefret ettiğim eylem” diye arada mesajlarını gönderen dizileri
izlerken mest oluyorum. Sizin subliminallerinize sağlık. Neyse sonunda böyle
bir sahneyi gördüm de rahat bir oh dedim. He bir de izlerken içimden “Ah be orada olsaydım keşke” diye geçirdim.
Ancak bana bunu dedirten Songül'dü. Masada tek samimi sarhoş olan Songül gibi
hissettim, belki de Songül’ün bu tavırlarına alışkın olduğumuz için. Songül’ün
patavatsızlıkları ve bunu yaparken sonsuz bir özgüven içinde olması beni çok
mutlu ediyor.Ya hatun terminatör gibi. Ve biz her ne kadar kızsak da sinirlensek de Songül bildiğimiz bizden biri. Mutsuz bir evliliğe sahip olan bir kadın. Farklı tek noktası, aklı biraz fazla seviyede fesatlığa programlı. Despina Hanım’a gelecek olursak sanırım kendisi Elf’lerden gelme.
Bu nasıl bir zerafettir bu nasıl asilliktir? Sarhoşken bile çizgisini bozmayanlardan. Bahri Baba’nın dediği gibi ayağının tozu ile gelen
Despina hemen ortama uyum sağladı. Sema'ya gelecek olursak ben şoklardayım. Tamam Sema, git karalar bağla, evinde otur demiyorum da yani bi destur Sema! Sanki Sefer diş macununu ortadan sıktı bu nedenle kavgalılar. Sema'nın derbeder olup, Müslüüm Baaabaağ diye bağırması gerekirken o hayatı tesbih yapmış sallıyordu. Şaşırdım doğrusu!
Ancak dediğim gibi masayı bana sevdiren tek
isim Songül. Başıma bir şey gelemeyecekse burada sizinle ufak bir sırrımı
paylaşacağım. Sanırım ben Songül’ü seviyorum. Şeytan’a pabucunu ters giydirip,
bir de kendi bağcıklarını bağlatacak kadar stratejik donanıma sahip Songül'ün Despina
Hanım'a "matmazel" demesine istemsizce güldüm. Hele hesabı artist bir şekilde isteyip sonra kıvırması! Saksı değilim ben diye efsaneleşmiş repliği, Songül
sağ olsun güncelledik, "Bu evin geliniyim ben, gelini" diye çemkireceğiz
bundan sonra hepimiz…
Bence Bahri Baba’yı biri uyarmalı. Çünkü o koltuğu ne Sadrettin
ne de Sefer hak ediyor. O koltuğun sahibi olması gereken tek kişi Sema’dır.
Benim adayım Sema! Büyüksün Sema, kadırgalısın Sema, sen ki Umman Ailesi’nin
beynisin Sema, sen ki dallamaları çıplak halde İstiklal’de gezdirip adamı
öldürmez süründürürsün Sema, AMMA LAKİN FAKAT, sen baya kezosun be Sema!
Kanser ettin beni. En az narkozsuz
ameliyata giren Sado kadar kıvranıyorum artık izlerken. Siz ki Godfather,
Pulp Fiction’a selam çakan dizisiniz n'olur Yeşilçam’a bu kadar selam
göndermeyin. Sevdiğin adamı benden daha
çok mutlu eder diye Dafne’ye vermek nedir? Bir de kırmızı kurdele bağlayıp
hediye paketi yapsaydın. Yapma Sema, etme gözünü seveyim.
Zülfikar’ın sahnelerini izlerken ağız ve kulağım arasındaki
mesafe iki milimetreye falan iniyor. Böyle
bir sevimlilik yok! Nasıl bu kadar sempatik ve doğal olabileceği hakkında en
ufak bir fikrim yok ancak Zülfikar benim olmazsa olmazım. Meltem ile favori
çiftim olduklarını geçtiğimiz hafta söylemiştim, bu hafta iyice katmerlendiler.
Meltem’in dekolte sorunsalı o kadar tanıdık, o kadar bizden ki. İnsan hakikaten
hayret ediyor, arkadaşlar! Çünkü hem karşısındaki kadını kırmak istemeyen hem
de kıskanan erkeklerin en klişe silahını kullandı dedem bu bölüm. “Üşür müsün
acaba ya?” diyerek. Sevmenin belki de en garip yan etkilerinden biri kıskanmak.
Ölçüyü birazcık da olsa kaçırdık mı, ipin ucu da kaçıyor. Ama Zülfikar’ın
Meltem’i böyle alttan alta kıskanması, sevdaya dahil bence.
Siz hepiniz, ben tek by Poyraz Karayel
Üç silahşörlerin her sahnesini, "acaba şimdi hangi
psikopatlığı nasıl bir rahatlık içinde çözecekler" diye keyifle izliyorum. Tıpkı
Adil Topal’ın gözlerindeki kötülüğü hissedip Özkan Uğur’a hayranlık duymam
gibi. Balık tutma sahnesini izlerken tekrardan anladım ki bu adam kötü, gayrı meşru kuzunun başını okşamamış biri kadar kötü yani, o derece! Adam Big Brother gibi her şeyi, herkesin attığı adımı takip ediyor. Aslında bunların hızı biraz başımı döndürüyor ancak gerçeklerin
ortaya çıkmasından sonra daha ince ince mi işlenir, merakla bekliyorum.
Bahri Babişko için endişelenmeye başladım, hık diye giden
Ali Rıza Bey olmasından korkuyorum. Aman Baba, ağzımızın tadı kaçmasın. Tamam
kaçmasın diyorum ama bu adam da ne yapsın artık. Oğlu ayrı manyak, gelini ayrı,
kızı zaten öyle, Poyraz’ı demiyorum bile. Bu bölümde Bahri Baba da "hepsi deli
bunların, hepsi" dediyse artık suyumuz kaynamaya başlamış demektir! Bir de bunun üstüne Matmazel Despina'nın triplerini çekecek bu yaştan sonra. Matmazel'in Bahri Baba ile Bodrum'da domates yetiştirme planları var sanırım. Yoksa bu adamı bu kadar darlamasının başka bir nedeni olamaz. Umarım Adil Topal bir de bu açıdan karşı atağa geçmez, yoksa tutmayın Baba'yı.
Bazen bir dizi, yalnızca bir dizi olmuyor. Poyraz Karayel
izleyicisine öyle çok güzellik yapıyor ki, bu bölümü izleyince bir kez daha
kafasına dank ediyor insanın. Rahat rahat içki içebilen kadınların var olduğunu
göstermesini çok seviyorum mesela, Bahri Baba’nın cooluğunu seviyorum.
Poyraz’ın delilere olan tutkusunu seviyorum. Sado’nun psikopatlığını, Songül’ün
fesatlığını da seviyorum. Hatta belki bayılıyorum! Hastronomi diye tepki
veren Adil Topal’ı seviyorum, tatlılık
abidesi Ayşegül’ün gerektiğinde Sinan’a kızmasının gerçekliğini seviyorum,
babasına en büyük destek olan bacaksız Sinan’ı seviyorum. Poyraz'ın çocuk değil, dış mihrak demesini seviyorum ve gülüyorum. Aslında bir
dizinin sadece boş beleş vakit geçirmek için çekilmediğini düşünen ve bizlerin de farkındalığını arttırmaya çalışan Poyraz Karayel ve ekibini komple seviyorum. Çünkü "Bakın biz size bir hikaye anlatıyoruz ama aslında hepimizi anlatıyoruz sadece bir de bizden dinleyin istedik" diyorlar gibi hissediyorum.
Fragman ise tam bir ef-sa-ne! Bahri Baba şu an her ne kadar
patlamaya hazır bir volkan. Ayşegül de olay mahalinde bulunduğu için bunlardan
nasibini almış, Poyrazcım Karayelcim’de bu amaçla yola çıkmış. Aslında Bahri
Baba’nın bunu öğrenmesi ile artık Poyraz’ın üstündeki bütüüün yükler adeta bir
kuş tüyü haline geldi. Bahri Baba elbette çok zor affedecek ancak Poyraz Bey
evladımız ile güzel güzel numaralar çevireceğine inanıyorum.
Önemli Not: Kuzu’nun peşindeyim hala. Sağlam ve güzel bir
olay bekliyorum, rica ediciim, hayallerimi çubuk kraker gibi kırmayın. Hepimiz Kuzuyuz!