Bir varmış bir yokmuş... Bir çoban çocuk varmış. Her soruya doğru cevap verirmiş, bu da imparatorun dikkatini çekmiş. “Soracağım üç soruya doğru cevap verirsen sana kendi çocuğum gibi bakacağım.” demiş imparator. İlkinde okyanusta kaç damla su var diye sormuş, çoban da “Bütün nehirlerin okyanusa akan suyunu kes de o zaman saymış olayım.” demiş. İkinci soruda gökte kaç yıldız var diye sormuş imparator, çoban da kağıt kalem istemiş bunun üzerine, kağıdın üzerine sayılamayacak kadar çok nokta koymuş, “Burada ne kadar nokta varsa gökte o kadar yıldız var.” demiş. Son soruda da imparator, “Sonsuzlukta kaç saniye vardır?” diye sormuş. Çoban da şöyle anlatmış: “Elmas Dağı’na -ki yüksekliği, çevresi, derinliği bir saat sürer kat etmek, her yüzyılda bir bir kuş gelir ve gagasını biler, işte bütün dağı gagalayıp bitirdiği zaman sonsuzluğun bir saniyesi geçmiş demektir.” İmparator da bu üç cevabı beğenmiş ve çobana sarayında çocuğu gibi bakacağını söylemiş... Grimm Kardeşler’in bu güzel hikayesi aklınızın bir kenarında dursun şimdilik. Doctor Who tarihinin belki de en iyi kurgulanmış bu bölümünde, ki Steven Moffat tarafından yazılıp Rachel Talalay tarafından yönetildi, ihtiyacınız olacak buna.
Geçen bölüm Doktor Clara’nın Kuzgun tarafından öldürülmesine şahit olmuş ve Ashildr’ın yaptığı anlaşma çerçevesinde bilinmeyen bir yere ışınlanmıştı. Kanlar içindeki bir koridordan geçtikten sonra, merdivenleri çıkınca, biri ortasında teleportasyon aletinin olduğu bir odaya geldi, bir kolu çekti, ve kanlar içindeki eli toz oldu. Anlamadık kim olduğunu, ama alet çalışmaya başladı ve Doktor’un ışınlanması tamamlandı. Yerdeki tozu eline aldı, ve Clara’yı hatırladı, her kimse bunu yapan onu bulup ondan intikam almaya yemin etti.
Başta Örtülü olmak üzere Doktor’un bütün kabusları kalede bir araya geldi. Teleportasyon aletinin ultra uzun menziline dayanarak yaklaşık bir ışık yılından az ötede olduğunu ve aynı zaman diliminde olduğunu öngördü Doktor, güneş batınca yıldızlara bakarak tam konumunu da anlayacağını söyledi. Kale gibi bir yerdi burası, koridorda bulduğu bir kürek üzerine bahçe işleriyle pek arası olmadığını anladık Doktor’un. Sonra bir ekran gördü, ve bir görüntü belirdi ekranda. Kendisine bakan bir kameraydı sanki, ama anladı ki kalenin karşı ucundan örtülü birinin bakış açısıydı bu. Yavaş yavaş hareket eden, mumyalaşmış, üzeri örtülü ve gelişi çevresinde dolaşan sineklerden anlaşılan bu şahıs Doktor’un peşine düştü ve onu bir koridorda sıkıştırdı. Doktor onu daha önce görmüştü sanki, ama fazla düşünemeden koridorun sonundaki kapıyı açmaya çalıştı. Telepatik güçleriyle kapıyı açsa da karşısında sadece bir duvar buldu. Örtülü üzerine geldikçe ilk kez ölmekten korktuğunu söyledi Doktor, sonra bir anda durdu zaman, Örtülü de durdu. Bir anda kalenin katları birbirine göre yer değiştirmeye başladı, aynı Rubik kübü gibi, çarklar döndü ve duvar da açıldı.
Yatak odası gibi bir yerdi bu oda, Doktor inceledi çevresini, ve duvarda Clara’nın eski bir portresini buldu. Tam merceğini çıkarıp inceleyecekti ki onu portrenin yanında buldu, resmin çok eski olduğunu anladı üzerindeki çatlaklardan. Örtülü de odaya girdi ve Doktor hatırladı: Çocukken yaşlı bir kadın ölmüştü ve onu örtülerle kaplamışlardı, sıcak bir yaz günü olduğu için de sinekler üşüşmüştü üstüne, bu da Doktor’un yıllarca kabus görmesine sebep olmuştu. Biri kabuslarını çalmıştı ve ona işkence etmek için bir araya getirmişti anladığı kadarıyla. Merceğini düşürdü ve bir anda eline aldığı bir tabureyi camı kırarak dışarı attı, Örtülü’nün bunu öngöremeyeceğini söyleyerek atladı aşağı.
Doktor sorularının cevabını bulmak için kendi mezarını kazdı adeta.
Bir anda TARDIS’in içine girerken bulduk Doktor’u, ama anladık ki burası zihninin köşesinde gizli bir oda, beyin fırtınası yaparken kaçtığı bir yer. Hep böyle yaparmış Doktor, sanki her şey bitmiş de Clara’ya nasıl kurtulduğunu anlatırmış TARDIS içinde, bu sefer de öyle yaptı. Havadaki tuz kokusundan kalenin denizin ortasında olduğunu, attığı taburenin düştüğünde çıkardığı sesten geçen zamanı, kopardığı yaprağın düşüşünden atmosfer yoğunluğunu, düşen mercekten yerçekimini anladığını ve bunları hemen hesaplayarak yüksekliği tahmin ettiğini söyledi. 0.02 saniye sonra da suya daldı Doktor, bilincini kaybetti bir süre. Zihninde Clara tahtaya sorular yazıyordu: Burası neresi? Ne söyledi de Örtülü durdu? Nasıl kazanacaksın bu sefer? Yavaşça kendine geldi Doktor ve denizin dibindeki milyonlarca kafatasını görerek irkildi, sonra da suyun yüzeyine çıktı.
Girdiği bir odada şömine başında giysilerinin aynısını buldu Doktor, ıslananları onlarla değiştirip yine odayı bulduğu gibi bıraktı. Başka bir odada yere sekizgen biçiminde açılmış bir boşluğu işaret eden oklar buldu. Clara’ya sordu zihninde, neden Örtülü kendini takip ediyordu hep? Asıl soruyu yazdı Clara tahtaya: Neden değil, ne. Örtülü’nün hep ona korkutucu bir şekilde yavaşça yaklaşmasından bunun aslında kendisini korkutmak üzere dizayn edilmiş bir tiyatro olduğunu anladı Doktor. Tam otomatik bir korku labirentiydi burası. Koridorda yürüdü, ve dışarıda bir bahçe gördü. Tam ortasında adeta bir mezar boyutunda toprak olan bir bahçeydi burası, yine kürekle karşılaşınca birisinin burayı ondan kazmasını istediğini anladı Doktor. Buraya hapsolan ilk kişi değildi ona göre, o kafatasları kendinden önceki mahkumlara ait olmalıydı.

Emeklilik günleri için sessiz sakin bir yer burası... Örtülü’yü saymazsak.
Örtülü’nün bulunduğu yeri ekrandan görüp kendisine bir saat uzaklıkta olduğunu anladı ve kazmaya başladı. Kazdıkça kazdı, en sonunda sinekler havada uçuşmaya başladı. Örtülü bahçeye girmeye çalışsa da kapıyı kapatabildi ve kürekle sağlamlaştırdı. Bunun üzerine Örtülü yolunu değiştirdi, Doktor da devam etti kazmaya, ta ki akşam olana kadar. Gökteki yıldızlara baktığında da bir şeylerin yanlış olduğunu anladı ve birden toprağın dibinde bir taş buldu. Aynı bir önceki odadaki ipucunun öngördüğü gibi dipte bir taş vardı ve üzerinde “12’nin içindeyim.” yazıyordu. Şu anki Doktor’umuz için anlamlı bir numaraydı bu. Bir anda karşısına Örtülü çıktı, ve Doktor’un zihnindeki TARDIS’e girdi, Clara’dan yardım istedi. Clara tahtaya “yalan söyleme” yazdı, ama Doktor’a göre Örtülü’nün istediği sadece doğrular değildi, daha önce söylenmemiş doğrular, yani itiraflardı, ama her şeyi itiraf edemezdi Doktor.
Yine de bir şeyi itiraf etti: Gallifrey’i sırf canı sıkıldığı için terk etmemişti, korktuğu için yapmıştı bunu. Bunun üzerine Örtülü durdu ve kalenin katları yine şeklini değiştirdi, çarklar döndü. Bahçeden çıktı Doktor, uzaklara baktı ve koskoca bir okyanusun ortasında olduklarını gördü. Bundan sonra bütün hayatı Örtülü’den kaçmak üzerine kuruluydu. Kalenin bir ucundan diğerine Örtülü’nün gelmesi 82 dakika sürüyordu. Bu sürede yiyebiliyor, uyuyabiliyor ve 12. odayı bulmak için çalışabiliyordu. Ama odaların numaralandırması karışıktı, zaten kale de hareket ediyordu her itirafta, ve her oda da bir süre sonra yeniden ilk haline dönüyordu. Belki burası kapalı döngü bir enerji sistemiydi, belki aslında cehennemin ta kendisiydi... Ama ne zamana kadar, sonsuza dek mi?

Örtülü en sonunda oraya bir tabela koyacak: “Lütfen denizi kafataslarınızla kirletmeyin.”
Yine teleportasyon odasına geldi, alete bağlanmış bir kafatası buldu, aynı denizin dibindeki kafatasları gibi. Yerdeki kumların üzerinde de bir şey yazıyordu: Kuş. Sonra kalenin kulesine bir kapı açıldı, yukarı çıktı, ve elindeki kafatasını kulenin kenarına bıraktı. Gözünden bir şey kaçırıyor olduğunu söylüyordu ki en sonunda 12. odayı buldu. Ama yine kapının ardında bir duvar vardı, bir itirafla açılabilecek bir duvar. Yine kuleye çıktı, yıldızların konumunda bir terslik vardı, zaman yolculuğu yapmış olamazdı çünkü bunu hissederdi. Ama sanki geleceğe 7000 yıl yolculuk etmiş gibiydi... Örtülü de arkasında belirdi, ama Doktor bir anda Hibrit’ten bahsetti. Zaman Savaşı’ndan bile önce bir efsaneye göre yarı Dalek yarı Time Lord, hibrit, mükemmel bir savaşçı. Doktor Hibrit’in gerçek olduğunu, nerede ve ne olduğunu bildiğini itiraf etti, korktuğunu söyledi. Kale yine hareket etmeye başladı, bu sırada kulenin kenarındaki kafatası da denize düştü, diğer kafataslarının yanına. 12. odaya indiğinde Doktor, duvarın kaybolduğunu gördü ve içeri girdi.