Evet, sayın Kiralık Aşk izleyicileri, iniş için alçalıyoruz. Lütfen
kemerlerinizi bağlayınız, yoksa yere çakılacaksınız! 20. bölümün nananani na
nana na‘lı jeneriğinden sonra neden bu uyarı yoktu? Siz beni, bizi çıldırtmak
mı istiyorsunuz? Tebrik ederim başardınız çünkü. O nasıl bir bölümdü hala
iniş takımlarını açamadım. Kiralık Aşk ile aramda klasik bir dizi-izleyici
ilişkisi yok. Biliyorum aslında yalnız değilim. Milyonlar tek yürek büyük bir
zevkle izliyoruz, ancak benim hayatımda sanırım bir parça daha özel. Küçük
dokunuşları ile büyük adımlar atmam için beni
yüreklendirdi, bir diziden beklenmeyecek gelişmelere neden oldu. Tüm bu
nedenlerle biraz daha farklı bir yerde benim için. Kaleminize, kameranıza,
oyunculuğunuza, emeklerinize sağlık. Nice güzel 20’lere dedikten sonra daha fazla
duygu selinde boğulmadan mendilleri kenara bırakıp şööylee yoruma alayım
sizleri.
Ömer İplikçi ile başlamazsam taş olurum vallahi. O çıta öyle bir arşa çıktı
ki göklerde görünmez oldu. Ömüş’ün sahnelerine “Gerçek kişi ve kurumlarla
hiçbir ilgisi yoktur!” yazmalılar, diyoruz ya hep, artık bu bölüm farz
oldu. Yoksa biz %50’yi evde zor tutacağız. Bir hâl çare bulun abilerim,
ablalarım. Bilim adamları bence Ömer İplikçi’yi klonlamakla uğraşmalı. Adamdaki
sabır taşı çatlasa yer gök taştan geçilmeyecek. Defne’nin gelgitleri adamı
mahvetti, bitirdi. Ama “Aşk öyle bir büyü ki” anlayamıyor Ömer de. Sevdiği
kalbini susturamıyor ki susturmasın da zaten. Adam gerçekten güzel seviyor
Defne’sini. Öyle güzel işlenmiş detaylar var ki bir aşk ancak bu kadar
naif ve saf olabilir demekten kendini alamıyor insan! Naifliğiniz de sevdaya
dahil mi kuzum? Ancak Ömer’in şu Kafdağı'na kamp kurmuş burnunu ne
yapmalı? Bazen o kadar sert ki, bildiğin taştan yürek. Gerçi sen Ömer
İplikçi’sin senden tarlası yanmış çiftçi duruşu beklemiyorum tabi amma o ne
duruş be adam? Aslında Ömer’in bu keskin umursamaz tavırları beni korkutuyor.
Bazen o kadar buz gibi ki karşısındakine ruhunu zımparalanmış gibi önemsiz
hissettirebiliyor. İşte tam da bu anlarda (umuyorum ki gelecekte gerektiğinde
de) Necmi topa girmeli. Ömer’i nasıl yumuşatıyor, nasıl ruhunu okuyor. Ömer’de
durup bir düşünüyor. (Bak aklıma yine fragman geldi, sonundaki Defne’nin
suratı geldi neyse sakinim!) Ömeeer o nasıl fermuar çekmek, o nasıl rujunu
bozayım mı diye sormak, oradaki tonlama nasıl bir tonlama? O nasıl efsane bir
evlenme teklifi? Bu sorularıma cevap bulun lütfen. Aslında daha en başında Ömer
bize yine ipucu verdi. Bkz. efendiim şu sahne ile:
Defne: Rahat mısın?
Ömer: Şu an bir önemi var mı sence?
Defne: Yaniii yok tabii... Ama rahat olması lazım, ben biraz uykuma
düşkünümdür de.
Ömer: Ben pek değilim ama artık bir orta yol bulacağız.
Gerçi bu sahneden sonra Defne nasıl arkasını dönüp uyudu, hala anlayamadım
ama araştırmalar sürüyor.
Heves -kursak ve kalmak üçlüsü bölümün başına damgasını vurdu.
Defnecim, iyisin hoşsun da senin bu ani çıkışlarını ne yapacağız? Senin şu
ultra zeka fışkırtan turuncu kafan işlere çalıştığı kadar keşke Ömüş ile olan
ilişkinde de bu kadar çalışsa keşke. Ay nasıl gemileri yakmak o? N’apıyon sen
kuzum? Sen niye o adamın fabrika ayarlarıyla oynuyorsun? Sen niye adama soru
sormuyorsun da deli yürek mahalle delikanlısı triplerine giriyorsun? Ya bu adam
sana ne etti de sen bu adamın en mutlu gecesini zehir ediyorsun? Bak bu iki
oldu dağ evinde zaten adamın dünyasını başına yıktın. Senin kokunu içine çeke
çeke okuyan adamı, onu onu Ömer’ini nasıl kovmaktan beter ediyorsun? İşte
aklımdan bu sorular jet hızı ile geçti o sahneleri izlerken. Ancak tüm bu
olanlara rağmen yine de Defne’ye hak vermeden geçemiyorum. O kadar seviyor ki
Ömer’i birden kan beynine sıçrıyor. Şimdi Defne’ye kızıyoruz ama kızın öyle
büyük bir yarası var ki gocunmamak elde değil. Neyse yine sihirli elleriyle
mucizelere ortak etti bizi yine yeniden gönüllere taht kurdu. Küçük bir “back
to the future hatırlatması”: Defne’nin kadırgalı “bizim yükseklerde gözümüz
yok” hali ilerde işimize yarayabilir, amma çoook ilerde; şimdi mahallenin
delikanlısı olmaya hiç gerek yok. Hele Ömer'in sanki birlikte nöbet tuttuğu
askerlik arkadaşıymışsın gibi koluna vurup gittiği andan sonra hiç gerek yok! Sen
güzel güzel rujunu sür ve bozulmasını bekle Defnecim! Bu arada
büyük elçinin sevdiği börekten tutun da karısının çarşaflarına kadar her
detayı bilen ama Deniz’i bilmeyen Defne’miz sonunda kimin kim olduğunu öğrendi.
Çok şükür, bin şükür!
“Kavga etmemek için, nefret etmemek için savaşmamak için tek bir yol var;
Barış!” Kardeş kavgası size cidden yakışmamıştı. Bu zor zamanlarda hepimizin
yarına umut dolu olmasını sağlayan küçük güzel dokunuşlar. Nasıl iyi geldi
bu barışma anlatamam. Bence bu Sinyor hep gelsin. Ne zaman gelse ayağı uğur
getiriyor bizimkilere. Grazie signore! Aslında bu bölümün başında en çok kimin
yerinde olmak istemezsiniz diye sorsaydınız hiç düşünmeden Sinan derdim. Bir
çuval inciri berbat ettiği yetmezmiş gibi bir de Passionis’i kazanan adam oldu.
Yani ruhunun ezilmemesi için ortada hiç engel yok! Üstelik bütün bunları
kardeşine karşı gelerek yaşıyor. Arkada kalanlara açıklama mı yapsın, işleri mi
yoluna soksun, ne yapsın belli değil. Kalan için her zaman daha zordur,
derler ya gerçekten öyleymiş. Çünkü giden bilir ne zaman döneceğini, kalanın
gözü ise bir umutla kapıdadır. Sinan için de bu durum söz konusuydu. Tüm bu
yaşanılanlara rağmen dostluklarının gücü hepimize şapka çıkarttı. Gerçek
dostluk bu işte. Aranız ne kadar kötü de olsa onu küçük kardeşin gibi korumak,
kollamak. Barışma olayını bu kadar güzel ve uzatmadan halletmek tam
anlamıyla mükemmeldi. Çünkü biz Türk izleyicisi olarak kardeş kavgalarının
89877 bölüm sürenine alışkınız, bünyemize çok iyi geldi bu! Bu arada Sude’yi
pistten alalım. Amerika’ya göndereceklerine keşke bir adam akıllı bir tedavi
ettirselermiş bu hanım kızımızı. “Evlencem ben Sinan'la, çocuklarımız da olcak!”
diye diye Yaprak Dökümü Leyla gibi avare avare gezecek ortalarda kızcağız.
Yetkililer el atalım Sude’ye lütfen. Ayrıca Sinan- Sude sahnesindeki “Takıntı”
şarkısı on numara beş yıldız olmuştu!
Koraay! Ay Koray vefası eksik Koray. Bir adaya düşsem ay bir de
üstüne depresyona girsem seni yanıma alayım mı almayayım mı bilemedim. O tatlı
patavatsızlığın ile insanın yaşam enerjisini hüüüp diye elektrikli süpürge gibi
çeksen de ben seni patronluğunun hatırına alırdım yanıma. Eminim, son kararım!
Resmen hayallerdeki patronsun. Dizi konuşmak nedir yahu. Senin gibi patronumuz
olsun bütün hafta mesaimiz olsun Koriş! Yine farkında olmadan Defne’yi sarstın,
bir kendine getirdin ya çok teşekkürler sana!
Amaaan bombe bombe! Deniz, Yasemin’in exi çıktı ya! Ay Yasemin kara kuyulara
düşesin Yasemin! Ya sen kendini niye sorguluyorsun? Kırk yılda bir doğru
işlerin peşindesin onu da yarım bırakma! Neyse ki böylesi anlarda da İso
yetişiyor da seni bir dizginliyor. Thank you Thug Life İso! Ayrıca bu
giyotin Deniz daveti ve ayrıldıklarını nasıl öğrendi? Derya köstebek mi oldu?
Babam böyle pasta yapmayı nereden öğrendi? gibi kafamda deli sorular var. Tez
vakitte cevaplarını öğreneceğim umarım.
Gelelim Orta Doğu, Balkanlar ve hatta okyanus ötesinin en mükemmel evlenme
teklifine. Bu bölüm için ayrı bir paragraf açmazsam olmaz. Evlilik teklifine
934892 km uzakta duran ben bile ekran karşısında dumur oldum. Ben alsam o
evlilik teklifini bu kadar sevinir miydim, bu kadar heyecanlanır mıydım
bilemiyorum. Ömer “evlen benimle” dediği anda tüm izleyicilerin halet-i ruhiyesini görmek isterdim. Gerçi “Evet de!”, “Sakın aptallık edip kaçma!”
çığlıklarını duyar gibi oldum da neyse :) Yine ters köşe olduk, “Oh İtalyanlar içinmiş.” diye düşünürken Ömer İplikçi
yine nöbetçi golcü gibi sahaya çıktı. Nefis çalımlarla son dakika golünü attı.
Defne, sen bir de tango yapmayı bilseydin ne olurdu düşünemiyorum hiç. “Kendini
bana bırak” cümlesini ancak bu kadar uygulayabilirdin. Resepsiyona gidiş ve
hazırlanış sürecinde o kadar özenilmiş sahneler vardı ki hepimiz mest olduk.
Evde karı-koca gibi hazırlanmanız, Ömer’in çatlayacak sabır taşını zorlayıp,
parmağına sonsuz aşkınızın ilk yıldızını takman falan biz bittik burada. Şahsen
ben bir an için Defne için gelinlik modelleri düşünmeye, başladım. Ömer’in
Defne’ye dediği gibi zarif ruhlu, derin ve dokunaklı bakan bu kadın ve adamın
ilişkisine de tabi ki de zarafetin dansı vals yakışırdı!
Son haftaların ve hatta biraz da bölüm rehavetine kapılarak izlediğim en
güzel bölümü olduğunu söyleyebilirim. Duyduğum an içimin cız ettiği ve bana
göre cuk diye oturan “Aşk” şarkısı ile Deniz Seki’ye bir selam da ben
çakıyorum. Barışın, kardeşliğin, aşkının, tutkunun ve naifliğin bir arada
olduğu bu bölümü de kalp arşivimin en özel yerine bırakıyorum. Biz olmanın ne
kadar önemli olduğunu bir kere daha hatırlatan herkesin yüreğine sağlık.