Her
Galatasaraylı, hatta her futbol izleyicisi içten içe bilir: Galatasaray, Avrupa
arenasına çıktığında bambaşka bir kimliğe bürünür. Genetik mi dersiniz, kimya
mı dersiniz, ne derseniz deyin bu yıllardır böyle süregelmiş ve sarı kırmızılı
taraftarların maç saati yaklaştığında heyecanlanmasına sebep olmuştur. Ben de
bu heyecana tutunmaya çalışıp bilumum totemlerim ve dualarımla maçı izlemeye
başladım bugün. Gel gelelim, geçen sene üç kupalı şampiyonluğumuzda büyük pay
sahibi olduğunu düşündüğüm totemlerimi bu sezon bir türlü aktif edemedim.
Sanırım bende de form düşüklüğü var.

Galatasaray
kaos ortamına girdiğinde bilirsiniz ki Terimciler, Manciniciler, yerliciler,
yabancı sempatizanları, bir de devletçi politika güden yönetim yanlısı
taraftarlar ürer ve hep birlikte içten içe takımı yer bitiririz. Bense hiçbir
zaman bir hocaya körü körüne bağlı olmamaya çalıştım, kaldı ki geçen sene Hamza
Hoca’yı en çok destekleyenlerden biriydim. Prandelli’den sonra Hamza Hoca’nın
yaptıklarını göz ardı edemeyiz; geçen seneki başarı şans eseri olamaz fakat
Hamza Hoca’nın tercihleri, futbol anlayışı ona olan güvenimi gittikçe
azaltıyor. Bu takımın eksiklikleri geçen sene de bariz ortadaydı, yaz döneminde
gerekli yerlere transferler yapılmalıydı ve eldeki kemik kadro bozulmamalıydı.
Tüm bu gerekliliklere karşın Hamza Hoca her zaman “Kadromuz Şampiyonlar Ligi
için yeterli.” deyip durdu, üstelik birçok değerli oyuncu da takımdan ayrıldı.
Bu şartlar altında ilk ciddi sınavımızda ne yapacağımız bir hayli meçhuldü.

Rakip
Atletico Madrid. Kadroda yine soru işaretleri. Hakan Balta – Semih – Emre Çolak
üçlüsü bana dudak uçuklattı. “Melo’nun gidişi bizi etkilemez; yerine koyabileceğimiz Jem var, Bilal var,
Jose var.” diyen Hamza Hoca ön liberoya
Hakan Balta’yı koydu ve tam anlamıyla haftalardır kendi mevkisinde harikalar
yaratan adamı yem etti. Hakan, ön liberoda oynadığı süre boyunca ağır kaldı ve
ilk golü de onun hatasından dolayı yedik. Hemen ardından Carole’ün yine
bireysel hatasından dolayı kornere çıkan top ve yenen gereksiz bir gol daha. Yediğimiz
ikinci golde beni üzen başka bir detay, kredisi tabii ki sonsuz olan
Muslera’nın bu sezona formsuz başlaması ve bu golde de bir timing hatası
yapması. Sonuç, ilk yarıda 20 dakikada yediğimiz iki gol.
Hamza
Hoca oyuncu değişikliği yapmak için skorun farka gitmesini bekleyen hocalardan.
Maç başından beri art arda hatalar yapan Emre Çolak’ı nihayet 38. dakikada
oyundan aldı ve yerine oyuna girmesinden bıktığımız Umut Bulut dahil oldu. En
son ne zaman gol attığını, bırakın golü, en son ne zaman kaleyi bulan şutu
olduğunu hatırlayamadığım Umut Bulut her seferinde oyuna dahil olmak zorunda.
İsmail Kartal-Selçuk Şahin ilişkisi nasılsa, Hamza Hamzaoğlu-Umut Bulut
ilişkisini de o kategoriye koyuyorum. Üstüne üstlük instamessage çocuk’tan
oyundan alındığı için trip yedik bir de. Tribünler kötü oynadığında ıslıklar,
iyi oynadığında alkışlar. Bu Barcelona’da da böyle, Madrid’te de. Emre gibi bu
olumsuz reaksiyonu gösteren birçok oyuncu var takımda ve artık yeterli
olgunluğa ulaşmaları gerekiyor.
Maç
geneline bakıldığında sahada top oynamaya çalışan, oyunu domine etmeye çalışan
bizdik ve bu tamamen göz boyayan bir önerme. Mahalle arasında top koşturan
çocuklar bile Atletico Madrid’in futbol anlayışını bilir; uyutma taktiği. Sen
top oynarsın, adamlar bu taktikle sana fark ettirmeden 10 gol atarlar. Basit
oyun, çabuk oyun, doğru zamanda doğru hamle; sahaya istediğini çok iyi yansıtan
bir Atletico Madrid.
Aslında
ilk 11’de olması gereken Yasin Öztekin, ikinci yarıda Sabri’nin yerine oyuna
girdi; Denayer, sağ beke çekildi, Hakan da kendi mevkisine. Maç başında bu
kadroyu düşünmek çok zor olmamalıydı. Evet, belki bu kadroyla sahaya çıksak
yine 2-0 yenilecektik, bunu bilemeyiz ama en azından ikinci yarı oyun anlamında
daha iyiydik. Pozisyonlara girmeye çalıştık. Bunda Atletico Madrid’in 2-0’dan
sonra maçı bırakmasının da etkisi var elbet ama doğru kadro buydu.
Prandellivari macera aramaya hiç gerek yoktu.
Ben Hagi’li
dönemi de izledim, 10 numarasız bir futbol anlayışımızın olduğu dönemleri de.
Hagi varken dahi böylesine ona top indirmeye çalışmıyorduk. Her topu bir
şekilde Sneijder’e atmaya çalıştık, başka hiçbir numaramız yoktu. Yeri geldi, defanstan
Sneijder top çıkardı. İleride top tutamadık, kopuk oynamaya bu maçta da devam
ettik; defans ile forvet hattı arasında 90 metre vardı yine. Fakat ikinci yarı
Yasin’in oyuna girişiyle beklenilen rüzgarı kısa süreli de olsa yakaladık. Bir
yandan da Denayer’in sağ bekten bindirmeleri iyiydi. Denayer stoperde de
hatasız oynadı diye düşünüyorum. Bu gidişle Hamza Hoca onu da ön liberoda
dener. Zaten Galatasaray’ın ön liberosunda forma şansı bulamayan bir grup
azınlık var, onları da ne olur ne olmaz karantinaya falan almayı düşünüyorum.
Denayer demişken, atletikliği ve kullandığımız kornerlerde kafa toplarında
etkili oluşu onun Chedjou ile müthiş bir tandem olacağının göstergesi. Burak ve
Umut’tan hayır yok, biz bu ikiliyle en az 8-9 gol buluruz duran toplardan. Ümidim,
Denayer’in bir adet Rigobert Song’a evrilmesi. Ben şimdilik defansı şu şekilde
sabitlemekten yanayım:
Carole –
Denayer – Chedjou – Hakan Balta

Maçın
kırılma anı olarak 68.dakikada Podolski’nin yakaladığı ama zeminin azizliğine
uğradığı pozisyonu verebilirim. Eğer Podolski orada şanssızlık yaşamasaydı ve
golü atsaydı, belli mi olur o rüzgarla bir gol daha bulabilirdik. Bu pozisyonu
es geçersek Podolski’nin hala beklenilen düzeyde olduğunu düşünmüyorum, bir an
önce Podolski’den verim almaya başlamalıyız.

Nihayetinde
yer yer tempolu oynamaya çalışsak da istediğimiz net pozisyonları bulamadık,
bulduğumuz pozisyonları da değerlendirecek formda oyuncularımız yoktu. Sert
oynayamadık, Atletico’yu rahatsız edemedik, çok basit pas hataları yaptık.
Hayal kırıklığı yaşadık. Bu sene, diğer gruplara nazaran çok daha şanslı bir
kura çektik ve gruplardan çıkmamamız büyük hüsran olur. O yüzden daha ilk maç
demekte fayda var. İnanmış, istekli ve hırslı bir Galatasaray’ın neler
yapabileceğini çok iyi biliyoruz çünkü..