Yasemin’in Ömer’e âşık olmadığını görmek için üçüncü
göze falan ihtiyacımız yok zaten, onun derdi iktidar. Şirkette
daha ön planda olan kişi Ömer değil Sinan olsa Yasemin’in yolu
da aniden değişiverir. Fakat Sinan da o yoldan artık çıktığı
için bu konu üzerine pek düşünmesek de olur. Sinan’ın Defne
ile ilgilendiğini fark ederse yeniden ilgi odağı olmak üzere bir
iki küçük hamle yapar belki, ama fazla uzamaz. Onun dersini
verecek kişi İsmail olacak, hepimizin görmek istediği gibi.
Yasemin, insanları aşağıdakiler ve yukarıdakiler diye ayıran ve
halini, tavrını bu ayrıma göre belirleyen biri. Aşağıdakiler,
sadece ondan aşağıda olmak için varlar sanki. İsmail ise kimseye
müdanası olmayan biri olduğu için çekecek Yasemin’in
dikkatini. Kendisinden aşağı gördüğü birinin nasıl olup da
böyle rahat, hatta fütursuzca davranabildiğini anlayamadığı
için bir merak unsuru oluşturacak İsmail, ve Ömer’le Defne’nin
kavuşamayışı sayesinde biz bunu da keyifle izleyeceğiz.
Ben kendi adıma, Neriman ve Necmi’nin aşkına da tanık olmak,
Necmi’nin “Dalgakıranımdır, pusulamdır, ben onsuz
kaybolurum.” dediği Neriman’ı, bütün güzel kadınların
peşinde koşan kart zampara maskesinin altında Sinan’ın halini
Sinan’dan daha iyi anlayacak bilgeliği saklayan Necmi’yi tanımak
isterim.
Herkesin onun gibi bir arkadaşı olmalı –gerçi bizim Koray
ayarında bir arkadaşımız var, birlikte oturup “herkeslerden
nefret ettiğimiz”, ama kendisi henüz kabul etmiyor bu benzerliği-
diye düşündüğüm Koray’ın Passionis ve Nero dışındaki
hayatını görmeyi çok çok isterim. Gençlerin dilinden bu kadar
iyi anlayan, Seda Sayan’ın efsane atarına, Hande Ataizi’nin
tuvalet penceresine sıkışmasına, Melek Yargıcı’nın “Ben
tekim!” isyanına atıfla konuşabilen bir Koray benimle aynı
binada falan çalışıyor olmalı, daha uzak olamaz. Bu kadar
yakındaki birini de daha iyi tanımam gerekir. Koray’ı bu kadar
savunmasız yapan nedir, herkesin kafasında birbirinden habersiz
kırk tilkinin dolaştığı bir ortamda o böyle saf kalabilmeyi
nasıl becermiştir, insanlardan nefret edebiliyorken arkalarından
iş çevirmekte bu kadar başarısız olmasını neye borçludur,
Neriman’la yolları nasıl kesişmiştir de böyle bir dostluk
kurmayı başarabilmişlerdir; bunlar, hep yanıtını bulmak için
can attığım sorular… Ayrıca, bir ayakkabı firmasının neden
tam zamanlı bir fotoğrafçı çalıştırdığını da bilmeliyiz,
bunlar önemli.
Önceki bölümlerde bahsi geçen Sadri Usta’nın oğlu Burak’ın
düğününe Defne ile giden Ömer’i görmek de pek eğlenceli olur
mesela. Ömer düğünlerde yalnızca harmandalı oynayan, salon
erkeği çizgisinden taviz vermeyen bir burjuva mıdır yoksa mahalle
düğünlerinde kasap havası oynarken Defne’ye eşlik edebilecek
kadar halktan mıdır –umarım ikincisidir- bunu görmek de Ömer
ve Defne ile ilgili çok şey söyleyecektir bize.
Yeni ayakkabının İtalya lansmanı yapılsa ve Ömer’le Defne
birbirlerini bu kez yabancı bir fon önünde görseler, şirketten
ve Neriman’dan uzakta birbirlerinin başka yönlerini keşfetseler
yine tadından yenmez. Bunun bir yaz dizisi olarak kalmayacağını
biliyoruz nasıl olsa. Derinliklerine dalınacak pek çok hikâye ve
sayılacak çok gün var...