İlan-ı Aşk ve Kehanetler: Kiracı olamıyoruz, hiç değilse komşu olsak?

Ömer’in de ondan kalır yanı yok aslında. Ucunda ufak da olsa bir ışık gördüğü tünelin öte yanının aydınlık olduğundan ve hatta o tünelden hiçbir engele takılmadan geçebileceğinden emin olmadan açmayacak kalbini o da. Sadri Usta’nın, Ömer’in Defne’sine Apollon’un Daphne’sini anlatması boşuna değildi. Mantığın, bilgeliğin, şiirin tanrısıdır Apollon. Onun temsili Ömer de aklın tarafında duracak elbette. Defne’nin hislerinden emin olsa da açmayacak ona kalbini. Onun da yaklaşmasını, yaklaşmaya karar vermesini, cesaret etmesini bekleyecek. Ne söylediğiyle değil, ne yaptığıyla ilgilenecek; ona göre belirleyecek tavrını. Kendini zorlamayı sever o, sevdiğini zorlamayı da sevecek.

Hal böyleyken, ben ve benim gibi gururlu aşkların peşinde, tek bir sevgiye ömrünü vermenin özlemindeki iki yüzyıl kadar geç doğmuşlar, adeta Gurur ve Önyargı’dan fırlayıp vücut bulmuş bir yaşam süren, Sabahattin Ali’den alıntılarla konuşan, canı sıkılıp köşesine çekildiğinde Proust okuyan Ömer İplikçi’yi pamuklara sarmalamak istemeyecektik de ne olacaktı?

Onlar da birbirlerini pamuklara saracaklar elbet, ama daha bekleyeceğiz; bekleyelim de zaten. Her hafta ekran karşısında içim içimi yese de, her bölüm sonunda böğrüme bir at oturmuş gibi olsam da kavuşmanın mümkün mertebe gecikmesini istiyorum, ta yürekten! Birbirlerine uzak da olsalar için için yanmalarını, başka hikâyelere kapılarını sımsıkı kapalı tutmalarını, uykularının kaçmasını görmek istiyorum an be an. Nilüfer gibi şarkısını sakin sakin söyleyen bir kadının içinden Hayko Cepkin gibi hırçın bir yorumcu çıkması gibi; ani haykırışlar, kırıp dökmeler olacak illâ ki, yüreğimize su serpmeye; ama ne kadar geç, o kadar iyi. Ömürlük bir aşk arayanlar için 2,5 - 3 aylık bir tanışıklık, insanın kendinden emin olması için bile çok az zaten, beklemekte fayda var. Böylesi hem Gurur ve Önyargı’nın verdiği ilhama daha çok yakışacak hem de kavuşmanın hazzı, hepimiz için tarifsiz olacak.

Ayrıca hâlâ itiraf bekleyenlere de sormak isterim: Ayakkabı çalındığı zaman işten kovulan Defne’nin evde kös kös otururken “Sevdiklerin seni doğru bilsin yeter.” cümlesini duyduktan sonra Ömer’e koşması, hastalandığında yanından ayrılamaması; Ömer’in o kahvaltıyı hazırlaması, domatesleri ince ince soyması, acı olup olmadığını anlamak için biberleri tadıp kendini yakması, çay demlemesi, Defne’nin çayı tek şekerli içtiğini; bisküvinin yulaflısını sevdiğini bilmesi, o tek şekeri atıp elleriyle karıştırması (Tek falsosu, çayı karıştırdıktan sonra kaşığı bardaktan çıkarmamasıydı, ama olsun. O kadar kusur Mr. Darcy’de bile olur.) yetmedi mi? Defne, “Ömer Bey’in sinyalleri ne zaman net oldu ki?” diye sorduğunda ne demişti Neriman: “O nettir de sen anlamamışsındır!”

Bu kavuşma geciktikçe bizler, başka kafa karışıklıklarına tanık olacağız. Ömer’in şüphelendiği, Necmi’ninse emin olduğu şeye, Sinan’ın hislerine yakından bakacağız mesela. Ben, Sinan’ın âşık olduğunu değil, fazlasıyla etkilendiğini düşünüyorum. Çünkü kalbi değil, aklı takıldı Defne’ye. İçine düştüğü çukurdan çıkmanın yolu olarak gördü Defne’ye âşık olma ihtimalini ve buna tutundu, kurtulmanın hevesiyle. O kadar. Ömer’i bu kadar iyi tanıdığı halde onun hislerini fark edememesi de bu yüzden. Bir de Yasemin’in Ömer’e takıntılı olması var tabii. Muhtemelen Ömer’in Defne’ye karşı hislerini fark ettiğinde ya da öğrendiğinde ilk aklına gelen de bu olacak, ilgi duyduğu kadınların Ömer’le ilgilenmesi ona ağır gelecek belki. Ama Sinan, birbirini seven insanların önüne çıkabilecek biri değil.

Yasemin gibi kötü yüzünü göstermekten kaçınmayan bir kadını severken “Aşk iyileştirir.” diye düşünebilen biri, kasıtlı olarak Ömer’le Defne’nin arasına giremez. Bu yüzden, Ömer’in ya da Defne’nin hislerinden emin olduğu anda, Sinan geri çekilecektir. Bu noktada da hepimizin merakla beklediği Sude ortaya çıkıp hem Sinan’daki boşluğu dolduracak hem de şirkette Defne ve Koray’ın idare edemediği entrika işlerini kotaracaktır diye umuyorum.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER