Bazı yaralar buz
dağı gibidir, görünen kısmı ile ilgilenirken görünmeyen
kısmının derinliğinden habersizdir insan. Evet, Ali Mertoğlu'nun
yaralarından bahsediyorum. Sırtında taşıdığı izler maddesel
bir kaç lekeden başka bir şey değil aslında. Onlar, ruhundaki
yaraların yansıması deyimi yerindeyse.
"Git anlat,
Ali'nin yaraları var de!" çınlarken kulaklarımda bölümü
izlediğimde, aklıma gelen tek replik oldu; "Yarayla alay eder,
yaralanmamış olan..." Canı yanan birinin en güçlü
silahıdır karşısındakinin zaafları. Selin kalbini yumruklayan
acıya dayanamayıp Ali'nin yaralarını namlunun ucuna koyduğunda
kavradık bunu, bir kez daha.
Tüm imkansızlıkları
bir yara gibi kalplerinde taşıyan bu iki genç, aşkın savaşına
tutulmuşken birbirlerine verdikleri tüm zararın ardından dermanı
yine birbirlerinde buluyor. Biraz Romeo biraz Juliet anlayacağınız.
Yan yana gelseler dünya yanar, ayrılsalar kalpleri. Bu ateşten
kaçış yok. Bir dertleri var bin dermana değişmedikleri, güneşine
hayran Romeo ile gülümsemesiyle kıskanç ayı öldüren
Juliet'imizin.
Hüsnü Arkan'ın
muhteşem dizeleriyle özetleyelim o zaman bu aşkı;
"Sağ yanım
derya, sol yanım ateş.. yanıyor,
Bir dert ki,
bende çare yok
Sende insaf
yok."
Şarkı: Yağmurlar (Hüsnü Arkan & Birsen Tezer)