Erenköy’de yıllanmış dört katlı apartmanlar
yerini kentsel dönüşen, 17 katlı, ebeveyn banyolu, kat otoparklı binalara
bırakırken Sümer Tilmaç bazı şeylerin
hiç değişmeyeceğinin garantisi gibi otururdu her gün Dibek Pastanesi’nde.
Oğlumla okuldan dönerken onun gür sesini
duyar, her şeyin yolunda olduğu duygusuyla yürürdüm. Herkesin uzaktan akrabası
gibi bir adamdı, sanki rahmetli babamın ‘artist’ büyük amcası gibi. Öyle bir
duygu geçirirdi insana, tanımadan sevmek aşırı kolaydı.
Gizli jön, gizli komik ve gizli yakışıklı
olarak sürdürdü kariyerini. Unutulmaz roller oynadı ama en çok hatırlanacak
olan hep Süper Baba’daki Nihat’tı. Nihat öyle gerçek bir adamdı ki, sanki
gerçekten o kahvenin sahibiydi de o diziye monte edilmişti. Koca cüssesine
rağmen çocuk gibiydi. Saftı, iyi kalpliydi, dürüsttü. Nihat gibi kan kardeşi
olanın sırtı yere gelmezdi, zaten Fiko da her seferinde ayağa kalkmayı bildi.
Süper baba nasıl bir masal anlatıysa,
üzerinden kaç yıl geçerse geçsin, ona inanmaya devam ediyorum. Sitelerin,
otoparkların, özel okulların ve inşaat gürültüsünün dokunamadığı bir mahallede;
ağlarken gülen, gülerken ağlayan bir çocuk-adam Nihat’ın varlığına inanıyorum.
Nihat’ın Fiko’yla ağız dolusu atışmaları,
yumruk yumruğa kavgaları, katıla katıla gülmeleri kendi anılarımdan daha gerçek
belleğimde. O hayata ve o duyguya inanmayı seçiyorum, hala.
O yüzden Erenköy Dibek Pastanesi’nde her zaman
oturduğu yerde şimdi ‘başımız sağ olsun’ yazısının asılı olduğunu görünce,
yanından geçtiğimiz bilmemkaçbin dairelik yeni bina inşaatının gürültüsü daha
bir oyuyor beynimi. Belki de masallara inanan son nesiliz, çocuklarımız bizi
‘naiflikle’ suçlayacak ama, iyi ki doğmuşsun be Nihat, iyi ki yaşadın Sümer
Tilmaç!