Annem Ankara, "Denizi, boğazı yoktu ama benim annem Ankara’ydı."
mottosuyla yola çıkmış, gerçek bir hayat hikayesinden uyarlanan ve 90’lı
yılların Ankara’sında geçen bir aile dramı olarak izleyicisiyle buluştu. Senaryosunu Başak Angigün’ün yazdığı
ve yönetmen koltuğuna Faruk Teber’in oturduğu hikâye, bir annenin hayat
mücadelesini ve çocuklarıyla ayakta kalma çabasını merkez alıyor. Başrollünde Bergüzar
Korel ve Mehmet Günsür'ün yer aldığı hikâye, toplumsal ve bireysel çatışmaların
iç içe geçtiği, duygusal yoğunluğu yüksek bir anlatı sunuyor. Hikâye,
toplumsal meseleleri aile bağları üzerinden işleyerek geniş bir izleyici
kitlesine hitap ediyor…
Dramın
ağırlığını derinlemesine hissettirirken, neşenin gölgesini asla kaybetmeyen bir
hikâye, Annem Ankara... Her anında, umutsuzluğun karanlığına düşme ihtimali
bulunsa da Zuhal’in verdiği mücadele bu karanlığa karşı direniyor. Sadece bir
aile dramıyla kolay yola kaçmak yerine, yaşamın karmaşıklığını, kayıplarını ve
zaferlerini bir arada sundu izleyiciye. Hem hüzünle hem de umutla örülü bir
yaşamın içinde var olabilmenin, inişlerle ve çıkışlarla dolu bir yolculuğun
mümkün olduğunu hatırlatıyor, aynı zamanda. Hüzün ile gülümsemenin aynı anda
var olabileceğini ve insanın ruhunun bu ikilemi nasıl kucaklayabildiğini gözler
önüne seriyor. Mücadele gücünü her sahnesinde derinden hissettiren hikâye,
izleyicisini hem duygusal olarak hem de entelektüel düzeyde yakalayan eşsiz bir
anlatım diline de hâkim. Başar’ın ilahi diliyle de her anında izleyicisini
sorgulatan, düşündüren ve içsel bir yolculuğa davet eden bir anlatıma dönüşmüş.
Bir şehir, bir
kadın, çok hikâye… Üç çocuk annesi… Hayatın ağırlığını sırtında taşıyan, her
şeye rağmen dimdik ayakta duran bir anne: Zuhal. Evliliği bir zamanlar güvenli
bir liman gibi görünse de ihanetle yıkılan hayalleri her gün biraz daha
karanlığa sürüklüyordu. Bir girdap gibi içine çeken o hayattan kopması kolay
olmadı; çocukları için sustu, sineye çekti, kendinden vazgeçti, Zuhal. Artık
kendi ayaklarının üzerinde sadece çocukları için yaşamaya karar verdiğinde
sığınabileceği ilk yere, baba evine döndü. Ve fakat hiçbir şeyin eskisi gibi
olmadığını yaşayarak birebir gördü, Zuhal. Yine de vazgeçmedi. Hayatın ona
sunduğu engelleri kabul etmedi. Kendi dünyasını kurdu; küçük bir ekmek
bayisinde hayallerini yeniden yoğurdu ve umutlarını yeniden mayaladı. Her
sabah, çocuklarının gülümsemesiyle beslenen bir umutla yeni bir güne başladı.
Zuhal’in hikayesi, düşse de kalkmayı bilen, hayata tüm gücüyle tutunan bir
kadının mücadelesi. Cennet ayaklarının altında değildi belki, ama o, cenneti
kendi elleriyle yaratmayı başaran bir annenin sessiz kahramanıydı... Başar’ın
da dediği gibi; direnişti Zuhal, mücadeleydi. Bir varoluş hikayesiydi. Ve anne
olmak mümkün olmayanı mümkün kılmanın zaferiydi…
‘’Üzerinizdekileri siz kendiniz mi aldınız?"
Başar’a hissettirdiklerinden sonra öğretmenin çocuklara sorduğu bu soru
basit bir cümle değildi. Çocukların iç dünyasında derin izler bırakan ve
toplumun onlara dayattığı normların ilk sinyallerini veren sorgulamadır.
Eğitim, tam da bu yaşlarda, çocukların hem fiziksel hem de duygusal olarak
şekillendiği anlarda başlar. Öğretmenin, Başar’ın kırıldığı noktayı diğer
öğrencilerine aktarması ve fırsat eşitliğini, imkânlar ne olursa olsun her
çocuğun aynı değerde olduğunu anlatması, gerçekten örnek alınması gereken bir
yaklaşım. Ancak, ne yazık ki çocuklar yalnızca masumiyetleriyle değil, bazen
acımasızlıklarıyla da tanınırlar. Başar, okulun ilk gününde bu acımasızlıkla
yüzleşti ve bu, onun için önemli bir kırılma noktası oldu.
"Babam haklı mıydı bilmem ama yalnızdı. O çocuk,
bizler baba olmuştuk sanki…’’
Bir cümle, bir çocuğun babasına duyduğu karmaşık hisleri bu kadar sade ama
bu kadar derin ancak bu kadar güzel anlatabilirdi. O akşam, o evde, o
kalabalığın içinde babası yalnızdı. Hem de hiç olmadığı kadar… Burak o akşam, o evde, o
kalabalığın içinde erken büyümeye mahkûm edilmiş; henüz yaşına sığmayan
sorumluluklar almış ve babasının taşıdığı yükleri farkında olmadan omuzlamışken
elinde bıçakla kendisini korumaya gelen oğlunu gören Hasan belki de ilk kez üç
erkek çocuğu babası olduğunu anlamıştı.
Yazı devam ediyor...