"Bir gün birisi gelir, yeniden şekillendirir
hayatını. Aklını, kalbini ve her şeyini..."
"Zamanın birinde..." diye başlardı değil mi
masallar? Öyleyse bende "Zamanın birinde..." diye başlayabilirim
yazıma. Keza yüz otuz bölümlük bir masal bıraktık geride. Acısıyla, tatlısıyla;
sevinciyle, hüznüyle; heyecanıyla, öfkesiyle... Olayların birbirini kovaladığı
ve bizi gerçekle kurguyu ayırt edemeyecek raddeye getiren bir masal...
Zamanın birinde Halil Fırat adında kara yağız bir çocuk adam
vardı. Babasının bileklerine takılan bir çift kelepçeyle birlikte eski, harabe
bir evde kaybetmişti merhametini, heyecanını ve mutluluğunu; kısacası
kalbini... Zaman zamanı devirdi, kışlar yazları kovaladı, bahar belki de hiç
gelmedi onun için ve yine bir harabenin içinde masmavi bir gözlerin
derinliğinde buldu yeniden kalbini... Yer değiştirdi bütün duyguları. Buz
tutmuş kalbin yerini sevda, nefretin yeriniyse merhamet aldı. Büyüttükçe
büyüttü içindeki sevdayı, kaybetmekten ölesiye korkarak Halil. Yaşattığını
yaşamak bir insanın mutlak kaderidir ya; işte Halil’de Zeynep'e yaşattıklarının
kefaretini, Zeynep'siz kalarak ödemekten korktu mütemadiyen. Kalbini yeniden
hissetmeye başlamışken ansızın durmasından korktu. Çevirdi durdu içinde,
dilinde ve zihninde öğrendiği tüm gerçekleri... Kaybetme korkusu kalbe yerleşince
doğru ile yanlışın ayrımını yapamazmış insan. Halil'de Zeynep'i kaybetmekten
korktukça yaptıkları ve bildikleri arasında arafta kaldı...
Zeynep'in bir davetle, bir gecede elinden aldığı hayatını
yine bir davetle ve bu kez binlerce gecede eline yeniden vermek istedi Halil;
kaybettiklerinin yanında sevdasını da ona bahşederek ... Yıllarca nefretten yok
ettiği kalbini rehberine emanet etmek istedi, Halil. Zeynep'e ve ondan gelecek
tek bir cevaba adadı kendini... Bir insanın kıskanabileceği duyguları kalbinde
taşıması zaman zaman çok güzel bir duygudur. Yaşadığını, var olduğunu, bir
şeyler hissettiğini ya da birilerinin sende bir yeri olduğunu anlama duygusudur
bazen kıskanmak. Halil de arafta kaldığı duygularıyla birlikte kıskançlıkla
tanışınca taşıyamadı içinde artık dolup taşan kalbini. Geçenin karanlığında, ay
ışığının altında görebileceği en güzel yıldızın masmavi ışık saçan gözlerine
haykırdı: "Kıskanıyorum seni Zeynep! Sende gördüğümü görecekler diye
ödüm kopuyor. Sana dokunan eli, sana bakan gözü kıskanıyorum... Aşığım sana
Zeynep." …Görüp görebileceğim en güzel itiraf olabilirdi, Halil'in
hoyratça ama bir o kadar medet umarcasına ilan ettiği aşk. Zeynep'in o sevdayı
iliklerine kadar hissettiğine yemin edebilirim. Halil gözlerine baktıkça
Zeynep’in yüreğinin titremesini ben buradan hissettim. "Sen benim
dizginleyemediğim asi sevdamsın." Demişti Halil Zeynep'e, aslına
bakarsanız bu masalda ikisi de birbirinin dizginleyemediği asi sevdasıydı. Ne
Halil tüm intikam duygusuna rağmen Zeynep'e olan duygularına engel olabilmişti;
ne de Zeynep Halil'in ona yaşattığı onca şeye rağmen ona gardını alabilmişti.
En büyük sevdalar nefretle başlarmış ya; karşılaştıkları o ilk günün gecesinde,
Zeynep'in bir Aslanlı olduğunu ögrendiği ilk günde biliyordu aslında Halil,
Zeynep'e karşı kalbini dizginleyemeyeceği. Beslediği nefret duygusunun ona kat
ve kat aşkla geri döneceğini...
Sözcükler dolandı durdu Zeynep'in içinde; dışa vuramadı
duygularını. Ve fakat gözlerinden doldu taştı kalbindeki tüm duyguları, sığmadı
yüreğine. Hedef aldı Halil'in gözlerini... Her şeye cevabı olan Zeynep sevda
yüreğine vurduğunda sessizleşebilirmiş. Ya da Zeynep'i bir tek sevda
sustururmuş, onu ögrendik. Dili değil içi konuştu adeta Zeynep'in:
"Senin olmadığın bir dünyada yasayamayacağımı anladığım zaman yüzleştim
sevgimle..." En güzel yerinden yakalamıştı Zeynep sevdayı. Halil'de
Zeynep'i her kaybetmekle karşı karsıya geldiğinde sevdasının daha da
büyüdüğünü, Zeynep'in daha da vazgeçilmez olduğunu anlayıp bir o kadar
hırçınlaşmıyor muydu kalbine karşı... Yanmasın diye yakıyordu tüm gemileri her
defasında. Halil'in Zeynep'in sessizliğine saygı duyup birlikte susmalarına
bıraktım ben kalbimi. Sevdanın en güzel yeridir bazen sadece susmak, beklemek
ve anlamak. Zeynep'i kırmadan incitmeden bir cevap bekledi tüm gün ondan. İki
kalbin sessiz kalarak sevdalarının büyüklüğünü anlatabileceklerinin en büyük
örneğini sergilediler bize. Kalbi aklının açıklayamayacağı çok şeyden emindi
Zeynep’in ve fakat dile dökülemiyordu sözcükler. Zeynep Halil'in gözlerinde
kaybolarak anlattı sevdiğini... Zeynep başını Halil'in omuzuna emanet ederek
gösterdi sevdiğini...
Bazen karanfile bulanmış bir elmadır aşk; bazense serçe
parmağının yarısı kadardır mutluluklar. Zeynep içinden taşan duygularını
Halil’e anlatmanın yolunu karanfil bezeli elmada ararken Halil serçe parmağının
yarısıyla çoktan sevdasına kavuşmanın yolunu hazırlamıştı bile. Zamanın birinde
Rüzgârlı Tepe’de yüreğine cesaret yüklediği kadının bu kez kalbine kocaman bir
aşk ve parmağına sonsuzluk simgesini takacaktı, o tepede. Bezedi Zeynep’in en
çok simgeleyen beyaz güllerle ağacın altını… O sert, o kalbi intikamla bürünmüş
grisi olmayan adamın bembeyaz bir umuda tutunmasını ancak bir kadın ve bir
sevda sağlayabilirdi…
"Şehirlere sığamıyorum diyordu bir kitapta. Nasıl
sığmaz bir insan bir şehre demiştim. Sığılmıyormuş…’’
Bir ağacın gölgesinin altında kaldı Halil’in umudu, heyecanı
ve sevdası… Ve yine bir ağacın
gölgesinin altında verildi Zeynep’in kalbine çaresizlik, korku ve vazgeçişler… Halil’in
sevdası çölüne yağmur olmuşken Alper’in tehdidi kalbinde yangın çıkardı,
Zeynep’in. Göç verdi yüreği Zeynep’in, sevdası gitti… Dağ gibi durup, dal gibi
kırıldı Halil’in kalbi duydukları karşısında. Sığmadı çiftliğe, sığmadı
kalbine… Sığamadı nefesine… Şayet söküp atma şansı olsaydı yüreğini; o gün, o
tepede, o ağacın dibine gömerdi Halil tüm duygularını. Şayet kendi canı mevzu
bahis olsaydı Zeynep’in; o gün, o bahçede, o ağacın gölgesinde verirdi son
nefesini Halil için tek seferde…
Yazı devam ediyor...