“Tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde,
fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. Sen bana dünyada başka bir
hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin.”
Sabahattin Ali
Hiç ruh eşinizle daha önceden karşılaşmış olabileceğinizi
düşündünüz mü? Yıllar önce evli bir çiftin fotoğrafına denk gelmiştim. Eski
fotoğraflarına bakarken seneler önce ayrı ayrı çekildikleri fotoğraflarda
birbirlerinin olduklarını fark etmişlerdi. Yani yolları aslında birbirleriyle
tanışmadan seneler önce kesişmiş. Tıpkı Ilgaz ve Ceylin’in yollarının
tanışmadan seneler önce kesişmiş olması gibi. Bence böylesine bir tesadüf
aşktan başka bir şeyle açıklanamaz. Onları karşılaştıran şey kader miydi
yoksa tesadüf mü bilmiyorum. Ama bu dünyanın en güzel işleyiş biçimi olabilir.
“Belki de hep teğet geçtik. Sen benim binmediğim taksiye
bindin, ya da ne biliyim bir restorandan kalktığımda sen gidip benim yerime
oturdun…”
Birbirlerini teğet geçtikleri doğru. 29. bölümde adliye
önünde Ceylin arabasından inerken Ilgaz arabasına biniyordu ve henüz
tanışmamışlardı. Belki de arabalarına inip binerken etraflarına bakmış olsalar
veya Ilgaz üniversitede Ceylin’i kaçarken gördüğünde yakalamayı başarıp sorguya
alsa her şey bambaşka olacaktı. Bu biraz da kader. Bazen bazı insanlarla daha
önceden tanışmış olmayı dileriz ancak zaman hep doğru zamanı bekler. Kim bilir
belki de hayatımızın aşkıyla aynı parkta oyun oynamışızdır lakin henüz tanışmamız
için doğru zaman gelmemiştir.
Eminim Mercan anne ve babasının geçmişinde böylesine
romantik karşılaşmalar olduğunu bilse çok daha kısa sürede onları kabullenirdi.
Hatta bana göre Ilgaz ve Ceylin’in geçmişinden gelen bu büyülü bağ Mercan’ı
etkisi altına aldı bile. Onlara tahminimden çok daha kısa sürede ısındı bu
bağın gücü sayesinde. Mercan o kadar yalnız büyümüş ki yanına annesi ve babası
dışında insanlar yaklaştığında, kalabalık bir ortama girdiğinde hemen tedirgin
oluyor, ne yapacağını bilemiyor. Ilgaz ve Ceylin’in ilişkisine baktığımda
Mercan kendi ailesinde, sevgi dolu bir ailede büyüseydi nasıl bir çocuk olurdu
diye düşünüyorum ve bu beni çok üzüyor. Geç de olsa anne ve babasının her
öpüşmelerine, sarılmalarına, sevgi dolu her anlarına şahit olması çok güzel
detaylar. Sevgi ile büyüyen çocuklar görmek, sevgisizliğin kol gezdiği dünyamızın
geleceğine karşı ümidimi arttırıyor.
“Baba sen mi geldin beni almaya?”
Mercan’ın Ilgaz’a baba demesi (üstelik Ilgaz onu öpmeye
cesaret bile gösteremiyorken), Ilgaz’ın mavi tavşan ile birlikte yatakta
yapayalnız uyumaya çalıştığı sahneden beri çok istediğim bir şeydi. Her ne
kadar baba demesine sevinsem de henüz anne dememiş olmasına bir o
kadar üzülüyorum. Anne demesini geçtim Ceylin’e hala annesiymiş gibi
davranmıyor bile. Ilgaz’a karşı öyle değil mesela. Ilgaz’a karşı farklı
olmasının nedeni artık bir babası olmasının verdiği heyecan bana kalırsa. Bu
yüzden babasından aldığı en ufak bir iltifatta, tek bir cümlede yüzünde güller
açıyor hemen. Mercan’ın Ilgaz’la, Merdan’la hatta Özge ile bile Ceylin’den daha
hızlı bağ kurabilmesinin sebebi Ceylin’i sevmemesi değil aksine onu annesi
konumuna koymak isteyip de koyacak gücü kendisinde bulamaması. Daha küçücük ve
iki buçuk yıl boyunca çok yalnızdı. Tüm bu süreçte ise yanında Filiz vardı, onu
annesi bilmesini sağladı. Birkaç günde tüm bu kafasına işlenenleri yıkmasını
bekleyemeyiz. Mercan’ın bir zamanlar Ceylin’in saçlarını bile sevdiğini
hatırlatmak isterim. Nasıl onu ailesinden çekip aldıklarında her gece anne diye
ağlayıp, Ceylin’i çok zor unuttuysa, o eski sevgi dolu anıları bir o kadar zor
hatırlayıp, annesini sahiplenecek haliyle. Mercan’ın Ceylin’e anne dediği
sahnenin Ilgaz’a baba dediği sahne kadar mutlu bir sahne olacağını
düşünmüyorum.
Muhtemelen Ceylin zor bir durumda olacak ve Mercan’ın ona anne
demesi bizi mutlu edeceği kadar kalplerimizi paramparça da edecek. Bu bölüm
yazılmış anne kız sahneleri Ceylin ve Mercan adına çok büyük adımlardı. Birkaç
bölüm öncesine kadar Mercan Ceylin’in elini tutmuyor, ona yardım etmesine izin
vermiyordu. Artık birlikte alışverişe gidip kıyafetler bile alıyorlar.
Ilgaz ve Ceylin’i bu kadar çok sevmemin en büyük sebebi
kurgu bir çifte göre fazla gerçek olmalarıydı. Hatta belki burada yazı yazmaya
başlama sebebim bile bu gerçekliktir. Daha önce onları izlerken sanki normal
hayatta tanıdığım, sokağı dönerken rastladığım, otobüste önümdeki koltukta
oturan bir çifti izliyor gibi hissettiğimi söylemiştim. Mercan sahnelerinde
de aynısını hissediyorum. Mercan çocukluğumda yaptığım birçok şeyi yapıyor. Annesiyle
birlikte aldığı yeni kıyafetleri giyip babasına defile yapıyor, uçtu uçtu
yapıyor ki bu çocukken yapılmasını en çok sevdiğim şeydi.
Ilgaz neredeyse her sahnesinde “benim bir evim, evimde
bekleyen karım, dünyalar güzeli bir kızım var.” “Ailecek kahvaltı yaptık.” gibi
cümleler kurdu. Dosyalardan başını kaldırmayın, sürekli mesaiye kalan, işkolik
Ilgaz gitmiş yerine baba Ilgaz gelmiş adeta. Gerçi Ilgaz ilk bölümden bu yana
hep baba Ilgaz’dı aslında sadece bu özelliğini dışa vurması için ortam
yaratılmamıştı. Artık her şey tamam oldu.
“O torunun annesi Neva olmayacak.”
Anneler hisseder derler. Anneler gerçekten hissederler.
Dışarıya çıkacaksındır yanına şemsiye al derler hava günlük güneşliktir
şemsiyeyi almazsın eve sırılsıklam dönersin. Hissederler. Yağmuru hissettikleri
gibi kalbimizde hissettiklerimizi de hissederler. Kalplerimizi görürler çünkü.
Ilgaz’ın annesi de Ilgaz’ın kalbini en iyi gören kişiydi. Artık bu görevi
Ceylin’e bıraktı. Eminim yaşasaydı bana katılırdı.
Bir tesadüfle başlayıp, devamında tesadüflerle harmanlanan
IlCey ilişkisinin zorlu yollardan geçse de sonunda mutlu bir aileye evriliyor
oluşu beni çok mutlu ediyor.
Ilgaz ve Ceylin birbirlerinin olmak, çocuklarıyla mutlu bir
aile kurmak için birçok acının içinden geçti, geçmeye de devam ediyor. Demek
istediğim şu ki her ne kadar tesadüfler bizi bir araya getirse de birbirimizin
kaderinde yazılı da olsak kader gayrete aşıktır.