"Bir dik duruşun;
Kaç yenilgi,
Kaç gözyaşı,
Kaç kalp ağrısı
ettiğini bilemezsiniz."
Bölümün de sözü olan
Frida Kahlo'nun sözü ile başladım yazıma. Çünkü Yargı'nın bize en güzel
hediyesi yaşadığı her şeye rağmen ayakta dimdik duran genç bir kadın izletmesi.
Babasının hapse
girmesi ile genç yaşından itibaren ailesinin sorumluluğunu üstlenmesine,
çalışarak okuyup kardeşini okutmasına, yalnız ve desteksiz bir insan olmasına,
acılarla sınanmasına rağmen; kadınların çeşitli zorluklar yaşadığı bir dünyada
bir kadın olarak kendine mesleğinde güçlü bir yer edinmiş, her zorluktan sonra
ayağa kalkmış, yoluna devam etmiş, tek başına kendisine bir hayat kuracak kadar
cesur ve bunu yaparken düşman cephelerini başı boş bırakmayacak kadar savaşçı
bir kadın karakter verdi Yargı bize.
Ceylin Erguvan'ı
verdi.
Ceylin ve kendisini
benzettiği nilüfer çiçeği aslında ne kadar uyumlu. Nilüfer çamurlu sularda
temiz kalan, kendini temizleyebilen bir çiçek. Ceylin kendisini kök
salamamasıyla ona benzetse de asıl benzerliği etrafındaki tüm kötülüğe rağmen
temiz kalışında. Kalbinin kötülüğe yenilmemesinde... Dizide hiçbir karakter
Ceylin'in büyüdüğü şartlarda büyüyüp, onun sınavlarına tabi olup sınanmadı. Kimse
onun ruhunun özelliğinde değil.
Ilgaz ile ilgili ne
yazsam bilemiyorum. Çünkü Ilgaz'ı hissedemiyorum. 49. bölümde sadece öfke ile
hareket eden ve inatla vereceği zararı düşünmeden hareket eden bir adam izledim
ve hayal kırıklığına uğradım. Çünkü ne olursa olsun Ilgaz'ın sevgisinin
öfkesinden daha güçlü olduğunu düşünüyordum. Sevgiden daha kuvvetli şekilde
öfke hisseden insanlar korkutur beni. 49. bölümdeki Ilgaz da korkuttu. 49.
bölüm başında her ikisinin de öfkesini ve hatalarını anladığım ve hatta her
ikisinin de hatalarını yazacağım bir yazı düşünüyordum. Fakat Ilgaz'ın şahit
olmadığı olaylar hakkında ısrar ederek Ceylin'i hapsettirmeye, mesleğinden etmeye
çalıştığı noktada Ilgaz'ı anlamayı ve anlamak istemeyi bıraktım.
Ceylin'in, o
mesleğinden olabilir diye çektiği acıyı ve onu temize çıkarmak için
mücadelesini bile hatırlayıp çekinmedi Ilgaz. Sevdiğin insana zarar gelmesini,
onun hayatını hiç umursamadan öfkeyle hareket etmeyi anlayamam kusura bakmayın.
Öfkesi bu kadar büyük bir insandan da korkarım.
Evet, korktum.
İnatla Ceylin'i hapse
göndermek için ispiyonlayan, reşit olmayan bir çocuğun susma hakkını gasp
etmeye çalışan Ilgaz'dan korktum. Kendi yaşadıklarını ve yaptıklarını unutup,
Ceylin dahil herkese eşit adalet savaşçısı rolüne bürünerek yaptığı
konuşmalardan korktum.
Hiç düşünmeden
karısıyla ilgili onu eksilten ve düzeltmeye çalıştığı bozuklukları olan biri
olduğuna dair tanımlamaları başka bir adama kolayca söyleyebilmesinden korktum.
Hayatımda böyle birini
istemezdim dedim izlerken. Çünkü hepimiz hayat içinde sevgilimiz veya eşimizle
çok keskin sorunlar yaşayabiliriz. Ceylin ve Ilgaz'ınki farklı yaklaştıkları
bir aile kriziydi. İlişkileriyle ilgili bir konu değildi bile aslında. Çok
farklı yaklaştıkları bir aile kriziydi. Böyle bir durumda hayat arkadaşımın
beni arkadan vurmasını, arkamdan bu şekilde konuşmasını düşünmek bile bir kâbus.
Çünkü birbirini kolladığın bir kurumdur evlilik. Ilgaz ile ilgili bunları
hissetmek ve düşünmek de üzdü beni.
50. bölümde de kendi
davranışlarını hiç düşünmemiş, öfkesinin ona yaptırdıklarını hala görmemiş bir
Ilgaz görmek ise yine büyük hayal kırıklığıydı. Ceylin'in eşyalarını
toplamasına yorum yapmak bile içimden gelmiyor. Yapmayacağım da... Öyle bir
hayal kırıklığı... Ne de olsa gördük öfkesinin ve egosunun daha büyük
olduğunu.
Ilgaz'da
yaşadıklarının, kendi tecrübelerinin, kendi yaptıklarının etkisini göremiyorum.
Örneğin bu kadar kural ve eşit adaletten bahseden birinin kendi babasının
suçunu saklayışı kendi vicdanında bir yer etmeliydi. Babasının mağdur ettiği
kişi karısının babası iken ve Ilgaz bu suçu saklamış biriyken; karısına bu
kadar rahat "gidip o masaya oturmaktan" bahsedememeliydi. Eski
nişanlısını bile koruyup onun abisi ile birlikte suçunu saklamış ve masum bir
adamın hapiste yatmasına göz yummuş bir adam olarak Ilgaz, karısını
ispiyonlamamalıydı. Pars'ın ondan böyle bir isteği de yoktu. Bunu yaptıktan
sonra "Ben eski nişanlımı korudum, karımı ihbar ettim. Nasıl bir
eşim?" diye sormalıydı en azından kendisine. Kardeşinin kaçtığını
öğrendiğinde neden onu polislere sokaklarda aratmadığını ama bunu kardeşinin
hayatını kurtarmış bir çocuğa yaptığını düşünmeliydi.
Ilgaz, adaleti herkese
eşit uygulamadığını fark edip kendini sorgulamalıydı. İnanın bu Ilgaz'ı çok
daha çekici ve derin bir karakter yapardı. Şu anda Ilgaz duygusu yetersiz,
sadece kendisi ile dolu, üstten vursanız altındaki boş alanın sesi gelen bir
yüzey gibi. Altını saydığım kendi yalanları, eşit adaletten sapışlarıyla ilgili
iç sorgulayışlarla doldurulup, kendi hataları ile yüzleşebilseydi 2 boyutlu
kalmaz, 3 boyutlu hale geçerdi.
Bölümde Ilgaz ile
ilgili anlamadığım bir nokta da Çınar ve dedesi ile hiçbir sorunu olmaması.
Çınar yine karısı ile ayrılma sebebinin ortasında. Ondan gizli gizli Serdar'ı
aramış, sonra herkesi bu işe bulaştırmış ve yalan söylemiş kişi. Dedesi Serdar
ölene kadar başında beklemiş, Erguvanlar dahil herkesten onun öldüğünü
gizlemiş, yalan ifade ve delil silme dahil olayın planlayıcısı. Ceylin kendi
ailesine evliliğine zarar verdikleri için yalanlarından dolayı kızgınken,
Ilgaz'ın bizzat bu olanların nedeni kardeşi ve dedesine hiçbir kızgınlığı yok.
Onların sırları ve yalanları ile bir sorunu yok. Ceylin'i kaybetmesi bu kadar
mı önemsiz? Neden olan yine kendi ailesi çünkü. Twitter’da bu konuyla ilgili
birkaç yorum gördüm. Ilgaz herhalde bir daha baba, kardeş, dede bulamam ama
başka bir kadın bulabilirim düşüncesinde denmiş. Bana da böyle hissettirdi
açıkçası. Bunu hissettiğim için de ayrıca üzüldüm.
Boşanma hakkında da
biraz yazayım. Öncelikle Ilgaz'ın Ceylin'in kocası olup olmaması artık pek bir
şey ifade etmemeye başladı. Çünkü Ilgaz ilişkilerinin içinde sadece tek bir
kimlik ile kendini tanımlıyor. Sadece savcı Ilgaz bu ilişkide. Başka rol
bilmiyor ve olamıyor da. Bu Ceylin'in hayatındaki rolünde de öyle.
Bu ilişkide hep bu
ikilinin "adalet ve hukuk" hakkında tartışmasını istedim. Önceki
yazılarımda da yazdım. Sarsılmaz kuralların insanı Ilgaz'a, Ceylin'in hukuk
kurallarının ve kanun maddelerinin de değiştiğini hatırlatmasını ve
fikirlerinin konuşmasını istedim. Fakat bu mümkün olmadı. Bu ilişkide Ceylin
fikirleri ve inandığı şeyler için sürekli azarlanıyor ve "Doğru bu! Kabul
et!" denilerek susturuluyor. Ceylin, Ilgaz onu savcı olarak azarlamadan iş
sorunlarını bile paylaşamıyor. Bunun için Ceylin'in zaten bir kocası, her şeyi
konuşabileceği bir hayat arkadaşı yoktu.
Boşanmak tek anın
sonucu değildir. Ayrılacağız inancını karşı tarafa hissettirdiğiniz an o yola
girersiniz. Ceylin, Ilgaz'a bunu hissettirmedi. Yani Ilgaz, Ceylin'in onu bir
gün bırakabileceği korkusunu hiç yaşamadı. Bir şey yaparım da Ceylin bir gün
beni bırakır gider mi korkusu olmadı hiç Ilgaz'ın. Bunun için her tartışmada
acımasızca Ceylin'in yaralarını kullanabildi belki de. Ceylin'in İnci'nin acısı
kalbini yakarken ona güvenip kaçmakla ilgili söylediği sözleri hep kullanışı
belki de bundandı. Fakat Ilgaz şartlı sevgisini her hissettirdiğinde boşanmanın
yolunu açtı. Ceylin'e bu ilişkinin devamı için değişmesi gerektiğini
hissettirdiği ve söylediği her an boşanma yolunda adımdı. "Yapma o zaman
¯\_(ツ)_/¯" diyerek
yanlış bir hareketinde seni bırakırım mesajı verdiğinde boşanma yolunda
yürümelerine neden oldu. "Değiştin sanmıştım." dediğinde seninle
olmam için koyduğum kuralı çiğnedin mesajı verdi ve boşanma yolunda yürüdüler.
Ceylin ona "beni bırakmak istiyorsan söyle" dediğinde, Ceylin'e
"seni bırakmak istemiyorum" demeyip sadece "bunun sorumluluğu
bende olsun istemiyorum ve sen benden kendin ayrılmayarak sorumluluktan
kaçıyorsun." Mesajını açıkça verdiğinde boşanma yolunda yürüdüler.
Ceylin'in dilekçeyi vermesi sadece bir sonuçtu. Ona o yolu açan, bu yolda
yürümekten korkmayıp dilekçe sonucuna kadar getiren de Ilgaz oldu maalesef.
Kendine saygısı olan her kadın hayatındaki adam ona "Ayrılığın suçunu bana
atmak istiyorsun. Sorumluluktan kaçıp kendin ayrılmıyorsun." dese o
dilekçeyi verirdi.
Peki Ilgaz karakteri
bunları düşünecek mi? Artık umudum yok. Nedense sevgili Sema Ergenekon Ilgaz'ı
tüm hatalarına ve kendi kurallarını defalarca çiğnemesine rağmen kendini
hatasız gören, kendine dönük, öfke ve "ben" duygusu diğer her
duygudan baskın olabilen ve bir çeşit Tanrı kompleksi içinde bir karakter
olarak yazıyor. Ilgaz hep kendini eleştiremeyen, tamamen haklı olduğu yanılgısı
içinde yüzen iki boyutlu bir yüzey olarak kalacak sanırım. Halbuki kendi
hatalarıyla yüzleşip Ceylin ile konuşan bir Ilgaz çok daha değerli olurdu. O
Ilgaz'ı izlemek isterdim. (Bir gün o Ilgaz'ı izlersem 49. bölümün başında
yazacağım karşılıklı hatalarına dair yazıyı da sadece kendim için bile olsa
yazmayı düşünüyorum.)
Yazı devam ediyor...