Eflâtun: Sevmek, bazen sadece anlamayı seçmektir

Eflâtun: Sevmek, bazen sadece anlamayı seçmektir
Boğaziçi Film Festivali’nde izlemek üzere seçtiğim dört filmin sonuncusuydu Eflâtun. Sosyal medyada fragmanını ilk izlediğimde epey ilgimi çekmişti ve fırsatını bulursam izlemeye karar vermiştim. Film için çok güzel resimler yaratılmış ve bu sayede film görsel olarak gerçekten dikkat çekiyor. Muhtemelen televizyonda zap yaparken tesadüfen denk geldiğim bir iş de olsa bir durup şans vermek isterdim sanıyorum. Hem canlı hem de yumuşak renkler kullanılmış, insana kendini iyi hissettiriyor.



İşte daha filmi izlemeden filmle ilgili böyle olumlu bir ön yargım vardı; aldım yanıma, onunla başladım. Ama filmin ortalarına doğru yaklaşırken zihnimde soruların çoğalmaya başladığını fark ettim. En belirgin olanı “Bu filmi neden izliyoruz?” sorusuydu. “Neden yapılmış bu film? Derdi ne? Ne anlatmaya çalışıyor?” Gerçekten epey bir süre izlerken bunu düşündüm. Evet, hikâye yerinde saymıyordu bir noktadan bir noktaya gittik ama o aradaki dalgalanmalar paralele çok yakın geldi bana. Senaryonun yazımında ne tarz bir yapı kullanıldığını anlamaya çalıştım; her şey çok hızlı ilerliyor ve bir ânda olup bitiyordu ve biz “Bak şöyle bir şey olmuş, biz şimdi sonrasını izliyoruz.” direktifini takip ediyor gibiydik. Art arda pek çok konu için bu direktif zihnimde tekrarlandı. Filmin ilk birkaç dakikasını kaçırmıştım, acaba mesaj içerebilecek bir yer mi vardı da orayı mı kaçırdım diye sorgulayarak devam ettim. Film bir platforma gelirse başını izlerim dedim kendi kendime ama en fazla üç beş dakika idi, bu nedenle devamında kafamdaki boşlukların oturması gerektiğini düşündüm. Kendimi ne kadar odaklasam da boşluklar dolmamıştı.

Ayrıyeten diyaloglar da gerçekten “güzel” cümlelerden oluşsalar da sonu gelmez bir şiirsel yapıyla videoya aktarılmış bir roman izlediğimiz hissini veriyordu bana, izlediğim dünyanın gerçekliğine inanmamı zorlaştıran ikinci bir durum da bu oldu.

 

Sonra film esnasında pek çok kez gördüğümüz animasyon sahnelerden biri geldi karşıma ve beni tekrar toparladı. Sevgili Yağmur Kartal’ın elinden çıkma bu animasyonlar o kadar güzeldi ki film beni yine aynı yerden -yani kurduğu görsel dünyadan- yakaladı.  “It’s Okay to Not be Okay” dramasını bilir misiniz? Netflix’te izleyebileceğiniz bu Kore draması özellikle ilk birkaç bölümden sonra hayli ağır bir hikâye akışına sahiptir ama şahane animasyonları ve korku ögelerine tezat masalsı atmosferiyle sizi büyüler; animasyon tarafı hikâyenin yapıştırıcısı işlevini üstlenir ve boşlukları doldurur, bu sayede sizde bir hipnotize etkisi yaratarak kesintisiz bir seyir zevki yaşayabilmenizi sağlar. İşte tam olarak bu. Eflâtun’u izlerken arada beliren şahane animasyonlar ve görsel efektler bende bu tarif ettiğim hissi yaratarak işin duygu tarafını bütünlemiş oldu. Bunun da ötesinde bir silkelenip teknik detaylardan sıyrılarak filmin öz ruhunu görebilmemi, duyguya odaklanabilmemi sağladı. Sevgili Cüneyt Karakuş’un da takdir ettiği üzere eşi Yağmur Hanım’ın bu dokunuşu filme ayrı bir hava katmış.

Ve pek tabii filmin görsel dünyasındaki başarı adına yönetmen Cüneyt Karakuş’un yanı sıra görüntü yönetmenleri Haluk Erkan ve Tarık Han Koç’a, sanat yönetmeni Kerem Keleş’e de ayrıca tebrikler.

Filmi izledikten sonra Kadıköy Sineması’ndaki gösterimin peşine gerçekleştirilen söyleşiye katıldım. Ve sonrasında “İyi ki katılmışım.” dedim. Filmde Aylin karakterini canlandıran sevgili Melisa Akman’ın filmdeki bir sahneyle alakalı yaptığı bir yorum benim zihnimi açtı ve filme başka bir gözle bakabilmemi sağladı. Sahneden evvel, filmi izlemeyenler için kısaca konudan bahsetmem gerekirse eğer filmde saat tamiriyle uğraşan, görme yetisini kaybetmiş genç bir kadının sesine âşık olduğu bir adamla aralarındaki aşk hikâyesini izliyoruz. Yani Eflatun ve Oflaz’ı… Cüneyt Bey, filmi yalnızca bir aşk hikâyesi olarak görmediğini ifade etmişti; tabii ki filmde aşkın beraberinde anlatılan farklı dertler de var ama çok kısa bir özet geçtiğimiz düşünülürse yeterli olur sanıyorum.

 

Bahsettiğim sahnede Eflatun ve Oflaz sokakta yürüyorlar. Ve Eflatun birden durup şarkı söylemeye başlıyor. Burada, Melisa Hanım’ın da ifade ettiği gibi, pek çok insanın yapacağı şey “Ne yapıyorsun?” yahut ”Nereden çıktı bu durduk yere?” minvalinde şaşkın bir tepki vermek olur. Ama Oflaz farklı bir reaksiyon vermeyi seçiyor. Hiçbir şey söylemeden duruyor, yanlış hatırlamıyorsam eğer o da gözlerini kapatıyor ve dünyayı Eflatun gibi algılamaya odaklanıyor. Yani onu yargılamak yerine “anlamayı” seçiyor. Bu sayede uzaklarda bir yerden gelen onun duyduğu müzik sesini duyuyor ve onu müzisyenlerin yanına gitmeye teşvik ediyor. İşte sevmek bazen sadece bu kadarcık bir seçimden ibaret. Bu seçimin farkına varmak benim filme bakışımı değiştirdi. Anlamlandırma çabasını bırakıp anlamayı seçtim. Filmi kendi evreninde kabul etmeyi seçtim.
Ve sonra filmin izleyicide bıraktığı o şahane duyguyu gördüm: Sakinlik… Sükûnet. Derin bir “huzur” hâli. İşte bu. Stresli bir dönemden geçtiğinizi varsayın, yine böyle bir günün akşamında bu filmi açtığınızı, iki saat sonra sakinlemiş olacaksınız.

Filmin kendi doğasında yer alan bu dinginlik zamanı sizin için yavaşlatacak ve sinirlerinizin gevşediğini hissedeceksiniz. Acele etmeden, gereklilikler peşinde koşmadan, yarışmadan ve koşmadan sakince hikâyesini anlatacak ve gidecek. Bahsettiğim bu “yavaşlığı” tabiri caizse içimizi öldüren bazı arthouse filmlerdeki gibi düşünmeyin, Eflatun’da canlı görsel numaralar kullanılarak bu tehlike incelikle savuşturulmuş. Karakterlerini ince bir yerden anlatmış. Filmde konunun hassasiyetine bağlı olarak böyle bir sevgi dili seçilmiş ve üsluba da yansıtılmış. Eflatun’un tüm o dramanın içerisinde kendine yetebilen güçlü bir kadın figürü olarak çizilmesi de bunu parlatmış. İşte tüm bu saydığım nedenlerden ötürü, filmi artık bir refleks hâle gelen klasik ezber izleme alışkanlıklarımı baskılayarak yeni bir gözle gördüğümde anlatım dilini anlattığı hikâyeye çok yakıştırdım ve çok sevdim. Herhangi bir platforma gelirse sadece kaçırdığım ilk birkaç dakikası için değil, bütünü için tekrar tekrar izlemeyi çok isteyeceğim bir film artık benim için.


Atlas Sinemasındaki gösterimden.

Filmin bu özünü sağlayabilmesinde başrol oyuncularının rollerini -mevcut celebrity duruşlarını geriye çekerek- kalpten bir yerden üstlenmiş olmalarının da büyük bir etkisi var elbette. İkisi de hikâyeye ve karakterlere çok inanmışlar, çok severek yer almışlar bu projede. Oflaz nasıl Eflatun’u anlamayı seçtiyse İrem Helvacıoğlu ve Kerem Bursin de aynı o şekilde yaklaşmışlar rollerine. İrem Helvacıoğlu görmeyen birini canlandırabilmek için görmesini engelleyen beyaz bir lens takarak dünyayı onun gibi algılayabilmeye çalışmış, filmde bu gayretinin karşılık bulduğunu görüyoruz. Kerem Bursin ise Oflaz’ın sakinliğini üzerine giyinebilmek için kendini suya bırakma gibi egzersizler yapmış. İki oyuncu da çok başarılı oyuncular ve filmde oyunculuklarını hikâyenin üzerine aşırmaya çalışmadan, zarif bir yerde tutarak seyir zevki yüksek bir performans sergilemişler.

İrem Helvacıoğlu’nu dram rollerinden zaten herkes tanıyor ama Kerem Bursin konusunda pek çok izleyicinin ön yargıyla yaklaştığını gördüm. Son zamanlarda romantik komedi projeleriyle ön plana çıkmış birinin dramda yer alması herkesi şaşırtmış. Oysa benim Kerem Bursin’in en sevdiğim rolü Şeref Meselesi’ndeki “Yiğit” karakteridir. Romantik komedi tarafında zaten iyi bir izleyici kitlesi var ama ben onu drama daha çok yakıştırıyorum ve bu nedenle Oflaz gibi rollerde devam etmesini isterim. Filmin cast direktörü sevgili Selim Bahar’ı Eflatun ve Oflaz’ı bu kadar doğru ellere emanet ettiği için kutluyorum.



Belki gündemden korumak belki biraz demlenmesine müsaade etmek için yaklaşık iki haftadır bilgisayarımda onu tamamlamam için bekleyen yazımı artık özgürlüğüne kavuşturuyorum. Bu yazıyı yazmakta olduğum süreçte büyük heyecanlar yaşadım. “Ait hissetmek” üzerine çok düşündüm. Bir yere, bir âna, bir mesleğe… Ben nereye ait olduğuma yeniden ikna oldum. Ve filmin söyleşisinde değdiğim gözlerdeki heyecan da ait hissettikleri yerde oldukları belli insanlara aitti. İçi içine sığmayan, yerinde duramayan, gözleri parıldayan insanlar. Bu öyle değerli bir şey ki. İşte bu film yaptığı işe böyle bir heyecan, tutku ve sevgiyle bağlı insanlarca yapıldı. Sırf bunu bilmek bile ona bir şans vermek için yeterli. Bana güvenin ve izleme fırsatı bulduğunuz ilk mecrada izleyin. Size iyi gelecek. Ve ne der o ünlü deyiş? “Yaralarınızı saracak.” :) ♥

“Başlamak bitirmenin, anlamak sevmenin yarısıdır.” şeklinde güncellediğimiz özdeyişle bu yazı için vedalaşıyoruz efendim. Sürç-ü lisan ettiysek affola.

Yeni yazılarda görüşmek üzere.
Sevgiyle kalın. :)
Elif 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER