“Coğrafya,
gidecek hiçbir yeri olmayanların sığındığı bir limandır.”
‘Sadi
Hocam’ın da dediği gibi gidecek bir yerimiz olmadığında, işler çıkmaza
girdiğinde, olumsuzluklarda, elimizde olsun olmasın her şeyde/çoğu şeyde suçu
‘coğrafya’ya atıp, kenara çekiliriz.
‘Sadi
Payaslı’ ve ‘Gelsin Hayat Bildiği Gibi’ tüm hikâyesi ve de karakterleri ile
ilmek ilmek işlenirken Sadi de dizi de efsaneleşmeye başlıyor. Hadi daha en
başa dönelim:
Gani
Müjde’nin ilk dizisi... Şaka şaka o kadar en başa değil, GHBG’nin en başına. ^^
2 Haziran’da
ilk defa ‘yakında’ ifadesi ile dizi ile ilgili video paylaşılmıştı, bundan bir
süre önce de Gani Müjde’nin yeni dizisi haberini görmüştüm. Tabii ki önce bu
haberi görünce, sonra da küçük küçük ne tür bi’ dizi izleyeceğimiz bilgileri;
belli olan oyuncuları vb. derken güzel bir iş sinyalleri geldi, en azından
böyle konularda Allah vergisi hissetme özelliği olan bende oluştu bu olumlu
hisler. Bir de TV’de güzel işleri izlemeyi çok seven ve senaristlik için
çalışan ben, her yönüyle aradığımı buldum dizide.
Derken
demin de dediğim gibi Gani Müjde ve ekibi, hikâye, oyuncular vb. durumlarla
aldığım olumlu hisler, ilk tanıtım ve sonrasında gelen tanıtımlar ile çok ama
çok arttı. Artık geriye ilk bölümü izlemek kaldı. Hayır, kesinlikle
abartmıyorum. Çünkü TV için bir dizi
beklemeyeli, heyecanla beklemeyeli bayağı olmuştu. (Bu yaz şanslıyım,
sevdiğim türde ve başarılı diziler izliyorum, Tozluyaka da bir diğeri, ama onun
bundan farkı -kesinlikle yarıştırma falan yapmıyorum, ikisi güzel ve özel birer
dizi- izledikten sonra ne kadar değerli, özel bir dizi olduğunu görmem.)
Ve
sonunda (çünkü biraz geç başladı, güzel bir dizi izlemek için erken
başlamasını bekliyordum) bölümü izledim/izledik ve şaşırmadım, çünkü
hissettiğim gibi olmuştu dizi!
Al
Capone
‘Sadi
Payaslı’ sahneleri ilk andan beri çizgi roman havasında idi. Sadi’nin her
hareketi, akıp giden zaman, sanki sayfalarını çevire çevire okuduğumuz çizgi
romanlara benziyor. Gani Müjde ve ekibinin başarısı kadar Ertan Saban’ın da bir
o kadar başarısı bunu sağlıyor. Bazı yorumlarda Sadi karakterinin yeni bir
hayata başlamak için bahanesi/sebepleri yeterli bulunmuyor. Evet,
gördüklerimizle böyle anlaşılıyor, ama o çizgi roman havası ile bu kapansa da
bence de bir tık daha üzerinde durulabilirdi...
Şahsi
olarak böyle kimlik değiştirme hikâyelerini çok sevdiğim için apayrı bi’ hoşuma
giderken dizi, Sadi’nin o ‘karanlık’ havasının aydınlığa, yanlışlıktan doğruluğa
evrimi de 2 bölüm genelinde doğru tırmandığını gösterdi. Songül’ün de dediği
gibi: “Derviş misin, mafya mı? Melek misin, Şeytan mı?”
Bazı
oyuncular vardır, ne kadar yetenekli olsalar da ya proje denk gelmez ya da
başka bir şeyler ters gider. Ertan Saban'ın sonunda yeteneğini çok fazla kişiye
gösterebileceği bir iş oldu. Hâ, yalnız şundan bahsetmiyorum: İllâ herkes
tarafından takdir görünce başarılı olunuyor? Hayır. TV’de evet çok kişiye
ulaşılabiliyor ama bunun olumsuz tarafları da var... Fakat şimdi farklı bir
konuya girmeyeceğim. Lafın kısası doğru hikâye, doğru kişi!
Sadi’nin
öğretmenlik hikâyesi ile kendisi için de geçerli olan “Herkes ikinci bir
şansı hak eder.” dediği gençler, onların aileleri, Derya-Mert, düşmanları
ve Songül ile Sadi’nin penceresinden/gözünden kim bilir neler izleyeceğiz! Hâ,
yalnız şöyle bir şey var, evet; ‘Sadi Payaslı’ efsane olur da (İnşallah
reytinglerde bir sorun olmaz) Sadi’nin Emin hâlini de unutmamak lazım,
sonuçta bu karakter yapısı protagonist karakterlerin karşısındaki düşman, yani
antagonist bir yapısı olan biri. Burada bu yapıdaki bir karakter protagonist
olarak ela alınıp, o; antagonist ile savaşıyor. Ama bu direkt böyle değil, ben
sadece örnek vermek için bu sözcükleri kullandım, aslında demek istedim asıl
kahramanın yani protagonistin çatıştığı kişi veya durum antagonisttir.
Antagonist yapısında olan biri tam tersi olarak karşımıza çıkıp, o; protagonist
olup, antagonist ile savaşıyor. Sadi’yi çok sevsek de onun tam anlamı ile
geçmişinden sıyrılmasını görmemiz lazım. Bunu şunun için dedim: Son zamanlarda
ben de dahil olmak üzere uçarı karakterlere daha bir yakınlık ve güzelleme var.
Ama bunun öncesini de görmek lazım, derim ben.
Ele
şükür şu son paragrafı bitirdim, işin içinden zor çıktığım bir paragraf oldu.
^^
Sadi
- Songül cephesine geçelim:
“Sadi: ... Çilemse çekerim dedim geldim
işte.
Songül:
‘Çilem’i niye
bana bakarak söylüyorsun, ben miyim senin çilen? Allah Allah! Bi’ suç makinesi
ile evli rolü yapmak benim genç kızlık hâyalim miydi? Neyse, gerginsin, ilk
günün, hiçbir şey söylemeyeceğim tamam mı? Hadi gidelim.
Sadi:
Benim, gergin
olan?
Songül:
Ben miyim
gergin olan?! Ben gergin falan değilim! Yürü!
Sadi: Çocukluğunda nasıl bir travma
yaşadıysa, tövbe ya rabbi tövbe estağfurullah.”
Sosyal
medyada bir dolaştığınızda çok başarılı olan bu ikilin hikâyesinin çok
sevildiği gözüküyor. Dizilerde ‘aslolan hikâyedir’i savunurum ama doğru çift
hikâyesi varsa o da ‘aslolan hikaye’nin içinde olduğu için kıymetli olduğunu da
söylerim. Songül ve Sadi de bu dediğimden işte. Nezarethane, Ankara-İstanbul
yolculuğu, okul önü sahneleri (-okunuş ile- “Al Kapon, değil, Al Kapponee” ^^),
ev sahneleri, her yerde harika değiller mi? Kuyumcusu, araba alması, lokantası,
beraber Can’ı getirmesi... Her yerde hiç sıkılmadan izleniyorsa işte orada
başarı vardır.
Yazı devam ediyor...